3 Ağustos 2017 Perşembe

Bir Arkadaş Kaybetmek


Hayatımda ilk defa kendi kendime kırıldım. Yani bildiğiniz, kendi kalbimi kendim kırdım. Kendime verdiğim sözleri tutmadım, kendimi küçük düşürdüm, kendimi öfkeli, sinirine hakim olamayan, arkadaşının sahip olduğu şeye özenen bir gerizekalı gibi gösterdim. Hayatımda ilk defa kendi kendime "Bunu bana nasıl yaptın?" diye sordum. Ciddi ciddi üzüldüm, kırıldım ve bu soruyu bir başkasına sorar gibi kendime sordum. Hayatımda ikinci defa insanlara nasıl davranacağını bilmeyen, özgüvensiz bir geri zekalı olduğum için arkadaş kaybettim. Öfkeme yenik düştüm. Whatsapptan gönderdiğim mesajları öyle bir öfke krizi ile yazmıştım ki ellerim titriyordu. Kendime verdiğim sözü tutmadım, durup bir nefes almadım, "haklıyken haksız duruma düşme dur" demedim, nefes bile almadan yazdım... 


Kendime, insanlara nasıl davranmam gerektiği ile ilgili kapsamlı bir not yazmıştım. O notta her şey vardı. Eğer orada yazdığım şeylere uysaydım bunların hiç biri olmayacaktı. Sevgilimle, arkadaşlarımla, ailemle iletişimimde nelere dikkat etmem gerekiyorsa, onları kırmamak için öfkemi nasıl kontrol etmem gerekiyorsa, nasıl bir insan olmak istiyorsam hepsini yazdım...Ve yazdıktan sonraki uygulama sürecinde gerçekten işe yaradı da. Hem sevgilimle hem ailemle iletişimim, dolayısıyla ilişkim düzeldi. Ama New York'la konuşurken kendime engel olamadım. New York, fakülteden hala görüştüğüm dört yakın arkadaşımdan biri. Prag, New York, Roma ve Berlin. Burada çok bahsetmesem de çok yakın arkadaşlarım. Bir whatsapp grubumuz var(dı). Birbirimizden inanılmaz derecede farklı olmamıza rağmen arkadaşlığımız bir şekilde devam etmişti. Önce Prag gruptan çıktı, şimdi de ben. 

Birbirimizden ne kadar farklı olduğumuzu, onların karakterlerini anlattığımda çok daha iyi anlayacaksınız. Aralarında en anlaşamadığım New York'tu. Ara sıra atışırdık, tartışırdık. New York tam bir baltalı ilah. Ne isterseniz hevesinizi kaçırır. Açık sözlüdür, dürüsttür ama kendi fikirlerini doğru olan sandığı için açık sözlülük adı altında bam bam söyler. Karşısındaki insanı o kadar kırar ve o kadar sinirlendirir ki... Prag'ın telefonunda "baltalı ilah" olarak kayıtlı siz düşünün. Ben de tam tersi insanların birbirine karşı aşırı hassas davranması gerektiğini düşünen ama insanlara bazen hiç hassas davranmayarak bütün hatalarını, zayıflıklarını yüzlerine vuran ve bazen öfkesini kontrol edemeyen bir insanım. Doğal olarak New York her zaman yaptığı gibi kendini üstün görerek fikirlerini kabul ettirmeye çalıştığında tepki veriyorum, kırıyorum. Grupta en çok tartışan iki kişi bizdik bu yüzden. Ama arkadaşlığımızı sevdiğimiz için bir şekilde idare ediyorduk. Ama son tartışmada birbirimize öyle şeyler söyledik ki... Burada gerçekten anlatamam....

Çok, çok, çok ayıp ettik. Söylediklerimde haksız mıydım? Asla değildim. Ama söylediğime pişman mıyım? Evet. Ama pişmanlığımın sebebi New York'u çok kırmam değil, kendimi kırmam. Kendime verdiğim sözleri tutmamış olmam. Konuştuk, konuştuk, kızlar da hiç durdurmadı. Muhtemelen sonradan gördüler. Sonra ben tavrımın sebebini açıklayıcı son bir şey yazıp gruptan çıktım. Daha önce de çok tartışmıştık, bir süre konuşmasak iyi olacaktı. Ama asla New York'u tamamen hayatımdan çıkarmayı düşünmemiştim. Aradan birkaç saat geçtikten sonra NY bana upppuzun bir mesaj gönderdi. Ben okuyana kadar da beni engellemiş sanırım. Önce fark etmedim. Ben de uzun bir cevap yazdım. Ama cevabım gitmedi. Beni engellemiş! Sonrasında Prag'dan yazacağım cevaptan çekindiği için engellediğini öğrendim...

Sevgilisine yazar gibi uzun bir mesaj, sonra da çocuk gibi engel... Yazdığı onca kırıcı şeyin hepsinin arkasında. Ben siniri geçince engeli açacak diye beklerken aradan birkaç gün geçtikten sonra instagramdan da sildiğini gördüm. Ne tartışırken, ne sonrasında, ne uzun mesajı okuyunca ne de beni engellediğini anladığımda hiç ağlamamıştım. Ama instagramdan da silince bir arkadaşımı kaybettiğimi tam anlamıyla idrak ettim. Çünkü günler geçmişti ve artık sinirle değil bilinçli bir şekilde karar veriyordu. Ve o bilinçle beni hayatında kesinlikle istemiyordu. Bana artık görüşmek istemediğini söylese ısrar edip zorla yazacak halim yoktu ya...Sadece söylese yeterdi. Ama o beni hayatında o kadar istemiyordu ki, iyi ya da kötü hiçbir şey yazmamı istemiyordu ve bunun önünü tamamen kapattı. Yazmamı bırakın beni görmeyi dahi istemiyordu, bu yüzden instagramdan da sildi. Yani tekrar tekrar kendime söylemekten yoruldum ama 7 senelik arkadaşım benimle ilgili her şeyi hayatından çıkarmaya karar verdi...Ben bir insanın hayatında böyle bir şey yaptım. Bu kadar kötü bir insan mıyım ben? Neden kendime verdiğim sözleri tutmadım? Kendi kendimi hayal kırıklığına uğrattım. Hem de çok kötü bir şekilde. Çok kötü bir sonuçla. Herhangi bir sınavdan kalmak, biriyle tartışmak, işten ayrılmak ya da çıkarılmak, düşmek, günlük hayatta yaşayabileceğim herhangi bir aksilik değil. Arkadaşımı kaybettim. Ve buna kendim sebep oldum...

23 Temmuz 2017 Pazar

Tel Taktırmaktan Korkma! Porselen Braketlerimle 5. Aya Girdik

18 Mart 2017'de taktırmış olduğum porselen braketlerimle 4. ayımı bitirdim. Tel taktırmak isteyip de cesaret edemeyenlere, porselen braket taktırmayı düşünüp de internette yazılan "sararıyor, iğrenç oluyor" tarzı gerçek dışı yorumlardan korkup taktıramayanlara özel bir yazı olsun bu.

Arkadaşlar öncelikle, 4. ayımı bitirmeme rağmen tel tedavisi bittiğinde üzülen, tellerini çok seven ve çıkarmak istemeyen insanları hala anlayamadığımı söylemek istiyorum. Her ne kadar ısrarla "TEL TAKTIRMAKTAN KORKMA" desem de, kolay bir süreç olmadığını ama alışılabilir bir süreç olduğunu söylemeliyim.


Ben tel taktırmadan önce çok korkmuş ve çekinmiştim. 25 yaşındayım, mesleğe yeni başladım, sevgilim var, arkadaş çevrem var... Ya kötü görünürse, özgüvenimi kaybedersem, duruşmalarda konuşurken herkes ağzıma bakarsa diye korktuğumdan metal tel taktırmayı aklımdan bile geçirmedim. İyi ki de geçirmemişim. Porselen tellerin benim durumumda metal telden aşağı kalır bir yanı yok. Bir sürü doktor araştırdıktan, birden fazla ortodontistle görüştükten ve muayene olduktan sonra mükemmel bir doktor buldum ve tedavime başladık.  İlk günlerde katı yemek yiyemeyeceğim kadar fazla ağrım oldu.  Bu ağrı biraz çürük ağrısına benziyor, ısıramıyorsunuz çünkü diş zonkluyor. Sürekli çorba içiyordum, haşlanmış patatesi bile dikkatli yiyordum. Ama iki hafta sonra normal düzenime döndüm. Ayda bir teli sıktıkça tedavi günü biraz ağrı olabiliyor ama ertesi gün yine azalıyor. Tel tedavisinde bence en zoru şu; dişler sürekli olarak ağrımıyor ama her gün tel tarafından zorlandıklarından ve siz gözle görmeseniz de hareket ettiklerinden, ağrı günler geçtikçe yer değiştirerek sürekli devam ediyor. Ama bir besini ısırdığınızda ya da dilinizle dişlerinizi kontrol ettiğinizde hissettiğiniz bir ağrı bu. Yani durduğunuz yerde ağrı yok. Bu nedenle kesinlikle katlanılabilir olduğunu söyleyebilirim. Bir süre sonra sizin bir parçanız oluyor ve hiç ağrı hissetmemeye başlıyorsunuz. Normal hayatınıza devam ediyorsunuz.

Benim dişlerimdeki çarpıklık türü dolayısıyla önce üst dişlerime tel takıldı, iki seans sonra alt dişlerime takıldı. Nedense alt dişlerime tel takıldıktan sonra belli belirsiz bir pelteklik oldu. Sevdiklerim saolsunlar küçük şakalarla bana destek olarak bu dönemi üzülmeden atlatmamı sağladılar ve bir ay sonra pelteklik tamamen kayboldu. Ama bu çoğu insanda olmuyor, hatta doktorum baya şaşırdı. O yüzden büyük ihtimalle sizde de olmayacak. Bu arada tedavinizin süresi de tamamen dişlerinizin ve çenenizin problemi ile alakalı olarak değişiyor. Benim problemim 1-1.5 senede düzelebilir bir problemken kuzenim 4 yıl tel taktı. Sizin tedavinizin ne kadar süreceğini doktorunuz muayene ettikten sonra tahminen söyleyebiliyor.

Tedaviye başlamadan önce diş temizliği yaptırmanız gerekiyor. Yirmilik dişleriniz eğer tedavi için gerekliyse çekiliyor, gerekli değilse yirmiliklerinizin durumuna göre karar vermeniz gerekiyor. Benim durumumda ortodontik tedavimi etkilemedikleri için çekilmeleri zorunlu değildi ama çürümeye başladıkları için doktorum çekilmelerini önerdi. Birini çektirdim ama tellerin ağrısıyla yemek yemenin ne kadar zor olduğunu fark edince diğerlerini tedavi bittikten sonra çektirmeye karar verdim. Çünkü ağrınız artınca yemeği sadece yirmilikleriniz yardımıyla ısırabiliyorsunuz. Ama sizin tedaviniz için çenenizde yer açılması gerekiyorsa hem yirmilikleri hem de sağlıklı 2-4 dişinizi çekmeleri gerekebilir. Tamamen kişinin durumuna göre değişiyor.

Sizleri rahatsız etmemek adına bulabildiğim en estetik fotoğrafları buldum. İlk fotoğrafta metal braketler var.


Aşağıda da, benimkilerin ilk takıldığında nasıl göründüğünü görebilirsiniz.


Ortasından geçen tel metal olduğundan belli oluyor tabi ki...Telleri ilk taktırdığımda görüntü aynen yukarıdaki gibiydi. Seanslar ilerledikçe ortadan geçen tel çok az kalınlaşıyor. Gördüğünüz porselen -seramik de deniyor- her bir braketin etrafından küçücük bir lastik geçiyor. O lastikler ortadan geçen teli zorlayarak dişlerin hareket etmesini sağlıyor, yani baya önemli. Ama lastiklerin kötü tarafı çay, kahve, sigara, şarap, köri sosu gibi renk veren ürünlerden oldukça fazla etkileniyor ve sararıyor olması. Ben ilk ay bu sararmayı yaşamamak için hiç çay, kahve, şarap vs. içmedim, yediğim besinlere bile dikkat ettim. O lastikler her seansta yani yaklaşık ayda bir yenileniyor ve tertemiz lastikler takılıyor. Çok fazla çay-kahve-sigara tüketmediğiniz sürece lastikleriniz sararsa da braketleriniz kolay kolay sararmıyor. Ama lastikler sarardığı zaman braketi de dişi de sarı gösteriyor. Peki ben buna nasıl çözüm buldum? Bir sene boyunca kahve içmeyecek halim yoktu tabi ki. Dişlerin hareket etme süreci hızlansın diye ikinci randevumuzda doktorum lastik telleri çıkarıp, beraketlerin etrafını incecik metal bir telle çevirdi. Yani ince metal lastik gibi düşünün. İnce teller ortadan geçen teli lastiğe göre daha çok zorladığı için diş tedavisi daha kısa sürüyor. Görüntü olarak lastiğe göre bir tık daha fazla belli olsa da çok yakın durmadığınız sürece belli olmuyor. Üstelik sararmadıkları için de çayınızı kahvenizi -abartmamak şartıyla- içebiliyorsunuz. Ben doktorumdan hem kahve içebilmek hem de tedavi süresini kısaltmak adına bundan sonra bütün braketlere lastik değil ince tel geçirmesini rica ettim. Artık her seansta o telleri daha da sıkıp ağrıları göze alarak tedavimi hızlandırabiliyorum. Dolayısıyla sararma sorununu da çözmüş oluyorum. Peki sadece az kahve içmek yetiyor mu?

Tabi ki dişlerin temizliğine özen göstermek çok çok önemli. Öncelikle, ortodontik diş fırçası alıyorsunuz. Ben doktorumun önerisiyle, hem evde durması hem de yanımda taşıyabilmem için iki tane Curaprox Ortho diş fırçası aldım. Öyle pahalı da değil 22 TL'ydi. Aşağıdaki resme bakarsak;

Özellikle "Ortho" olanını almak önemli çünkü resimde de gördüğünüz üzere fırçasının ortasındaki kıllar daha kısa, dolayısıyla hafif bir boşluk oluşuyor ve tel kısmı oraya denk geliyor. 45 derecelik açıyla tel dışında kalan kısımları da düzgünce fırçalayabiliyoruz. He normal fırçayla fırçalanmaz mı? Tabi ki fırçalanır. Ama braketleri zorlamamak açısından yumuşak kıllı bir fırça alın.

Dişleri hem sabah hem akşam kesinlikle fırçalamanız gerektiğini söylememe gerek yoktur heralde. Bunun dışında gün içinde de kesinlikle bir kere fırçalamanız gerekiyor. Zaten yemek yedikten sonra braketlere takılmış olan besinler olabildiği için, bazen bir kaşık bir şey yediniz diye diş fırçalamak zorunda kalabiliyorsunuz. Benim rekorum şu an günde en az 2, en fazla 5 kere. Diş macununa gelirsek, metal braket kullanıyorsanız çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Ama diş etlerine iyi gelen bir macun tercih etmenizi öneririm. Çünkü doktorumun dediğine göre dişler yeterince temizlenmezse diş eti çekilmesi olabiliyormuş ve diş etleri iltihaplanabiliyormuş. O yüzden temizlik çok önemli. Bu tel taktırsak da taktırmasak da böyle. Bu yüzden temizliği diş etlerine iyi gelen bir macunla da destekleyebilirsiniz. Ama ben şu ana kadar hiiiç böyle bir problem yaşamadım. Korkulacak bir şey yok. 

Porselen braket kullananlar için ise; ben devamlı olarak beyazlatıcı diş macunu kullanıyorum. Doktorum bunun çok fark yaratmayacağını söyleyip Listerine'in beyaz şişeli olan beyazlatıcı gargarasını kullanmamı önerdi. Ama ben beyazlatıcı gargara işe yarayabiliyorsa beyazlatıcı diş macununun da az da olsa etkisi olur mantığıyla şu ana kadar hep beyazlatıcı diş macunu ile beyazlatıcı gargarayı birlikte kullandım. Açıkçası braketlerimin rengi gayet güzel, sararma yok. O yüzden böyle devam edeceğim. Tecrübelerimden yola çıkarak Sensodyne True White baya iyi. Şu an Colgate'in kırmızı tüplü Optik Beyaz olanını kullanıyorum ama çok iyi olduğunu söyleyemem. Sıradaki denemem Signal White Now olacak bakalım o nasıl... 

Ortodontik tedavi devam ederken, dişlerinizin üzerinden tel geçtiği için ortodontik diş fırçalarının bile erişemediği yerler oluyor. Onun için de arayüz fırçası var. Mümkünse her gün yatmadan braketlerin arasını temizlememiz gerekiyor. Değişik ölçülerde olan ara yüz fırçaları var ama ortodontik tedavide 0.5 mm - 1.5 mm arası uygun oluyor sanırım. Yani şöyle bir şey, markası önemli değil, ben eczanede aşağıdaki G.U.M markasını bulduğum için bundan almıştım;



Dışarı çıkarken çantamda her zaman ortodontik diş fırçam, küçük ara yüz fırçam ve küçük boy bir diş macunu kesinlikle oluyor. Bir de ayna tabi ki. :D Dışarıda yemek yedikten sonra telefonda bir şeye gülüyor gibi yapıp ön kameraya pişmiş kelle gibi sırıtıyorum. :D

Metal braket mi porselen braket mi derseniz, metal braketler dişe daha güçlü bir şekilde tutunuyor. Mesela benim alt arka dişlerimden birinden (Çok şükür alt arka :D), dişimin şekli dolayısıyla braket sürekli kopuyordu. Tel tuttuğu için braket düşmüyor, dişin üzerinde duruyor ama yine de o diş açısından zorlanma olmadığından geri yapıştırana kadar tedavi devam etmiyordu, mecburen metal braket taktık ve metal asla düşmedi. Tabi metal braketler daha güçlü olduğundan dişi daha fazla zorluyor ve tedavi süreniz metal braket ile daha kısa oluyor. Mesela ben metal braket takarsam tedavi sürem 12-15 ay arası, porselen braket takarsam tedavi sürem 15-18 ay arası olacaktı. Ben bu fedakarlığı yaptım. Sizin tamamen kendi tercihiniz. 

Ben porselen braketi seçiyorum. Ama henüz okulunuz devam ediyorsa, karşı cinsin ya da arkadaşlarınızın sizi yargılayacağından korkmayacak kadar özgüvenli tatlış bir insansanız kesinlikle metal tel taktırın. Çünkü hem bakımı daha kolay, hem tedavi süresi daha kısa, hem tedavi daha ucuz. Ama ben yaşım ve mesleğim dolayısıyla metal braket tercih etmedim. Zerre kadar da pişman değilim. :D Bu arada porselen braket düşünüyorsanız illa ki "lingual tedavi" ve invisalign" ile karşılaşmışsınızdır. "Lingual tedavi" dediğiniz metal braketlerin dişlerin ön kısmına değil arka kısmına takıldığı tedavi. Dili yara yapması, konuşmada peltekliğe sebep olması ve aşırı pahalı olması sebepleriyle pek tercih edilmiyor. Yanlış hatırlamıyorsam 15-20 bin civarındaydı. "Invisalign" da diş tedavisi bittikten sonra gece yatarken dişlerinize takmanız için verilen şeffaf plaklara benzer plaklarla yapılan bir tedavi. Ama o plaklardan çok daha farklı. Siz invisalign ile tedavi olmaya karar verirseniz o plakları günün en az 18 saati takmanız gerekiyor. Dişlerinizin düzelme evresine göre sizin için onlarca plak özel bir cihaz ile üretiliyor ve birkaç ayda bir yeni plağa geçiyorsunuz. Tedavi ücreti 20-25 bin arasında değişiyor. Siz de benim gibi tel taktırmaktan korkup, olmadı lingual ya da invisalign taktırırım diyorsanız bilginiz olsun diye bunu da belirtmek istedim. Lingual şu;


Invisalign da şu;



Doktorumun kliniği Osmanbey/Şişli'de çok güzel bir klinik. 4 ay önce ben gittiğimde metal braketlerle tedavi ücreti 5000 TL, porselen braketlerle tedavi ücreti 6000 TL'di.  Malzeme ücreti, işlemin yapılması, her ay gittiğiniz kontroller ve tedavi sonrası yapılması gereken işlemlerin tamamı bu ücretin içinde. İster kredi kartıyla ister nakit ödeyebiliyorsunuz. Hatta nakit ödemede o kadar anlayışlı ve tatlı davranıyor ki, benim ödememi toplamda 12 aya böldü, paranız yetişmezse sonraki ay tamamlayabiliyorsunuz... Anlayacağınız dünya tatlısı, gözüm kapalı öneririm. 

Ben kişisel blog yazıyorum, sadece kendi tecrübelerimi aktarıyorum. Bu bir reklam yazısı kesinlikle değil...Kendisinin benim blogumdan ve kendisini önerdiğimden bile haberi yok :D Ama tedaviye başlamak isteyenler için araştırabilmeleri adına doktorumun ismi Dr. Tuygun Gençoğlan. Tel tedavisine karar verme sürecinin ne kadar korkutucu olduğunu ve güvenilir birini bulmanın ne kadar zor olduğunu biliyorum. Bu arada, doktor arayışında kendisine muayene olup diş ve çene yapınıza göre tedavinin ne kadar süreceğini ve ne kadara mal olacağını kendisinden öğrenebilirsiniz. Bu ilk muayenemde benden hiç bir ücret talep etmemişlerdi. Ama doktor ararken gittiğim doktorlardan muayene ücreti isteyenler olmuştu. O yüzden diğer doktorlardan randevu alırken "Ortodontik tedaviye başlamak istediğimden bilgi almak için muayeneye gelmek istiyorum ama ücreti nedir?" diye kesinlikle sorun. Bana 50 TL diyen de 200 TL diyen de olmuştu...En kötüsü de siz sormadan söylemiyorlar. Düşünsenize 5 dklık muayene sonunda 200 TL istediklerini...

Benim 4 aylık porselen braket maceram şimdilik bu şekilde devam ediyor... Umarım yazı ile tedaviye başlamak isteyenlere yardımcı olabilmişimdir... Eğer sorularınız varsa aşağıda yorum bölümünden ya da strawberryy.fieldss@gmail.com adresimden sorabilirsiniz. Seve seve cevaplarım. Mutlu günler...

2 Temmuz 2017 Pazar

Bu Kadar Acımasız Olmasanız...

Gün geçmiyor ki ofisimizde bir saçmalık daha yaşanmasın. 7 aydır birlikte çalıştığım bir iş arkadaşım öyle büyük bir haksızlığa uğradı, o kadar hakaret işiterek işten çıktı ki.. Bir de patronum utanmadan yaptığı haksızlığı ve mobbingi saklamaya çalışarak işten ayrılan arkadaşımı zamansızca işi bırakmakla suçladı...

Sıkmamak için olayın ayrıntılarını anlatmayacağım ama ben gerçekten korkarak çalışmaya başladım. Çünkü anladım ki bu ofiste insan olarak bir değerimiz yok. Para verdiği için zamanından ve emeğinden çok daha fazlasını satın alabileceğini düşünen bir insan var karşımda. Yalnızca bir akşam yemeğinde harcayacağı miktarda parayı çok gördüğü için, mesleğine yeni adım atmış gencecik bir kızcağıza etmediği hakaret kalmadı. Ve kızın zerre kadar suçu yoktu. Bu kadar harcanabilir olduğumuza inanamıyorum. Ve bunu gördüğümden beri çok daha huzursuz ve korkarak çalışıyorum.


Olaydan kısa bir süre sonra, zam talebimi kabul etmeyen patronum bana neredeyse maaşım kadar bir ikramiye verdi. Önce çok sevindim, kendimi işime daha da çok verdim. İnsan maddi olarak tatmin olduğu zaman işini çok daha iyi yapıyormuş onu anladım. Aradan çok az zaman geçtikten sonra işler yoğunlaşmaya başladı. Bir müvekkilin ödenmeyen çeklerini takibe koyup hacizlere gidilmesi ve muhafaza yapılması gerekiyordu. O müvekkilin dosyaları da genellikle bende olduğundan hepsini bana verdiler. Kendimi bir anda AVM mağazalarında akşam 9 lara kadar haciz yaparken, Gebze Organize Sanayi Bölgesinde gece 10 da borçlunun deposundan mal kaldırırken, yeddiemin deposunda muhafaza fiyatı için pazarlık yaparken buldum. Ben çıtı pıtı işine gücüne gayet bakımlı giden bir kızcağızım. Öyle erkek fatma tipli de değilim ki. Nakliyeciler hamallar dönüp dönüp bakıyor. Aralarına girip depolanan malları bile kontrol edemiyorum. Bu arada da aldığım ikramiye sebebiyle asla gece 11'de eve dönmeye dahi ses çıkarmadan çalışmam gerektiğini, hakkını vermem gerektiğini düşünüyordum. Sonra birden kölelik sistemine geçiş yaptığımı fark ettim.

Ben zaten zammı ya da zam yerine (!)  verilen ikramiyeyi hak edecek kadar çok çalışıyordum. Düşüncesizce beni gecenin körlerine kadar organize sanayi bölgesine hacizlere gönderen patronum bana para verdi diye normalden fazla çalıştırıyordu ve ben asla sesimi çıkarmıyordum. Dayanamadım tabi ki. Ertesi gün müvekkillerin benden çok memnun olduğunu söyledi. Ama ben teşekkür ettikten hemen sonra beni bir daha muhafazaya göndermemesini rica ettim. Durumu söyledim. Bu sefer de beni bir daha oralara yalnız göndermeyeceğini söyledi. Ama ben yalnız gitmek değil, hiç gitmek istemiyorum. Bu isteğimi tekrar edemedim tabi ki.

Toefl çalışıyorum. Banka sınavlarına girip kurum avukatı olmayı düşünüyorum. Düzenli maaş, düzenli zam, masa başı iş, sosyal güvenceler... Mesleğe asla böyle başlamamıştım. Ama hayat kısa. Ve şu an tek istediğim para kazanmak, İstanbul'la yaşamak ve dünyayı gezmek. Sonra da ölüp gideceğiz zaten. Evet dünyaya bir şeyler bırakmak çok değerli olurdu. Ben de çok isterdim. Ama bazı insanlar dünyaya bir şeyler bırakır. Hayat onları o yola sokar. Belki ben de bırakacağım bilinmez. Ama şu an paraya ihtiyacım var. :D

5 Haziran 2017 Pazartesi

Geçmeyen Öksürük Yardım!!!

Arkadaşlar, bir haftadır her gün aşırı bir şekilde öksürüyorum. Hatta dün gece öksürmekten uyuyamadım. Hasta değilim, yalnızca kuru kuru öksürüyorum ama öyle bir öksürük ki boğazım dışarı fırlayacak ya da kusacağım sanırım sonunda. Sanki boğazıma toz kaçmış gibi bir kaşıntı ve öksürme refleksi geliyor birden ve dakikalarca öksürük krizine giriyorum. İlk günlerde göğsüm çok ağrıdığı için ve gece terlediğim için üşüttüm sanmıştım ama o belirtiler çoktan geçti. Öksürük ise her gün arttı :((. Hep gittiğim eczacıya gittim, alerjik olabileceğini söylerek bir öksürük şurubu verdi. Aynı gün doktora gittim, o da aynı şurubu ve bir de alerji ilacı verdi.

Ama ne bir test istedi ne bir şey. Sadece ciğerlerimi dinledi ve bunları kullan bakalım geçecek mi tarzı salladı. Bugün üç ölçek öksürük şurubu ve bir de alerji hapı almama rağmen öksürüğüm zerre azalmadı ve hatta boğaz kaşıntım arttı bile diyebilirim. Gittiğim doktor adliyenin polikliniğinde çalışan yeni mezun bir doktordu ve pek bilmiyordu. Yarın için başka bir hastaneden tekrar randevu aldım. Ama bu gece de uyuyamayacağım sanırım...

Aranızda hiç böyle bir tecrübe yaşayan oldu mu? Eğer varsa yorum kısmından yazarsanız ya da strawberryy.fieldss@gmail.com adresime mail atarsanız çok sevinirim...

İyi haftalar, sağlıklı günler canlar. :(

4 Haziran 2017 Pazar

Batak

                                                           
Dilekçe yazmam gerekirken oturdum blog yazısı yazıyorum. Gerçekten kafam çok karışık. Çalıştığım yerde 13 ayımı doldurdum ama iki kuruş zam almadım. İstedin mi derseniz hayır isteyemedim çünkü çok katı bir patronum var ve korkuyorum. Ne kaybedersin ki diyeceksiniz, çünkü ben hep bunu diyordum hakkını isteyemeyen insanlara. Patronum 65 yaşında bir kadın avukat. İstediği zaman o kadar sakin bir şekilde aşağılıyor ki size anlatamam. Korkuyorum açıkçası. İşler yoğun, bu kadar işin arasında gidip bu konuyu konuşmaya çalışırsam direk bağırır. Kendisini işle ilgili arıyorum diye bugün o kadar kızdı ki... Neymiş her şey için arıyormuşum. Yahu iş için arıyorum, dosyalar için duruşmalar için... Aramak da zorundayım... Bazen işten ayrılmak istiyorum ama o kadar çok borcum var ki. Şu andan sonra ne yapacağıma karar vermek zorundayım. İlk kararım:

Harcamalarına dikkat et. Bu ne demek? 

Ayda toplam 6 parça alışveriş yapma sınırı koymuştum. Buna hem giyim hem gratis dahildi. Artık o sınırı 3'e indiriyorum. Ayrıca İstanbul'la yaptığımız planlar hariç, ayda 2 kere arkadaşlarımla buluşma planı yapabilirim. Daha fazlası değil.

Para biriktir. Nasıl?

Maaşını aldığın gibi 1/4'ini kenara koy. Diğer bütün harcamalarını; kredi kartı, diş teli taksidi ve diğer her şey dahil kalan paradan yap....

************************************************************************

Yukarıdaki satırları 27.04 Perşembe günü yazmaya başlamıştım. Çalışmam gerektiği için devam edemedim. Sonrasında günüm o kadar kötü geçti, o kadar ağladım ki...

Patronum gereksiz yere aşırı bağırdı. Ofisin yardımcı elemanı, Rize abi beni sinir krizine soktu. Beni okuyanlardan Rizeli birileri varsa çok özür diliyorum ama gerçekten rizelilerden de rizelilerin inadından da nefret ettim. Yahu insan hiç mi karşısındakini dinlemez! Ben bir şey söylüyorum o bambaşka bir şey anlıyor, düzeltmeye çalışıyorum dinlemediği için anlamıyor, sinirleniyor ve sesinin volümü yükseliyor. Çok affedersin ama sen kimsin yahu? Benim işverenim de bana bağırıyor ama borçlarım var diye katlanıyorum. Ben sana neden katlanmak zorundayım? Kısa bir tartışmadan sonra geçtim kendi odama, ondan sonra da suratına bile bakmadım. Bugün de işle alakalı konuşmalarda dahi inanılmaz soğuk aramız, bundan sonra da böyle olacak. 

Ne öğrendim söyleyeyim. Kibir ne kadar kötü ve tehlikeliyse, fazla alçak gönüllü olmak da bir o kadar tehlikeli. Çünkü insanlar ne kadar iyi olursanız o kadar saygısız, laubali, sömürücü, suistimalci davranıyor. Ama siz ne kadar mesafeli olursanız, ne kadar yukarıdan bakarsanız o kadar saygı duyuyorlar. Çok affedersiniz insan yerine koymayın, buyurun moira hanım derler, abicim diyorsun sana sesini yükseltiyor.

Hepimiz öyle değil miyiz? Emeğimizi sömüren, bize insan değilmişiz gibi davranan patronlarımız yaptığımız işi beğenince hoşumuza gitmiyor mu? Yaptığımız her işe beğeniyle yaklaşan, her zaman bizi insan yerine koyup aynı masada oturan, sohbet eden yöneticilere karşı tavrımız nasıl oluyor peki? Ben söyleyeyim. Arkadaşımız gibi sohbete başlıyoruz, yeri geliyor yapılmayacak bir espri, bir şaka yapıyoruz. Ondan korkmuyoruz, bu yüzden de onun verdiği işi, diğer kötü davrananın verdiği işe göre daha geç, daha kötü yapıyoruz.

İnsanlarla aradaki mesafeyi korumak gerçekten çok önemli. Ofiste haftada üç gün gelip temizliğe yardımcı olan bir ablamız var. Ama genelde sigara ve çay içip iki masa silip gidiyor ve her yer tozlu kalıyor. Toz aldıktan sonra masaların üstündeki eşyaları eski yerlerine koymak yerine öyle karışık bırakıyor. Geçen gün stajyer avukat arkadaşımıza tuvaletteki çöp kutusuna poşet takmasını söylemiş. O poşeti takmak senin işin değil mi ablacım? Neden biliyor musunuz?  Oturup çay içiyoruz, sohbet ediyoruz. Ben demiyorum ki kibirli olalım ama bu kadar da mesafeyi kaldırmamak gerekiyor demek ki. He temizlik yapmayı mı küçümsüyorum? Asla. Emekle, alın teriyle yapılan her iş en saygın iştir. Ama bulunduğu yere gelmek için uzun yıllar çalışmış bir insanı da bir zahmet salak yerine koyma, kendi işini yaptırmaya çalışma. 

************************************************************************

Bugün 01.06.2017. Ben bu yazıları yayınlayamadım. İş yoğunluğumdan ve yorgunluğumdan ötürü. Şu an hayat nasıl mı? Her şey çok daha kötü.  

25 Mart 2017 Cumartesi

Kendine Zaman Ayırmak En Büyük Terapi !

Bugün uzun süre sonra evde yalnızdım. Tam bir günü kendime ayırdım. Normalde kardeşim ya da annem kesin evde olur, ikisi de yoksa birlikte vakit geçirmeyi iple çektiğimiz için İstanbul'u çağırırdım ama bugün için yaptığım bütün planlar bozulunca evde oturmak durumunda kaldım... Aslında böyle bir güne ciddi anlamda ihtiyacım varmış. Ve şunu fark ettim, ben kendime alan ve zaman ayırabildiğim zaman gerçekten mutlu, en azından pozitif bir insan olabilirim.:))


Normalde annem ananemle çıkacak, kardeşim okula gidecekti ve İstanbulum gelecekti..-Kardeşim diyebildiğim için isim takmamıştım ama erkek kardeşimin adı Washington olsun. Nedense ona isim düşünürken aklıma hep bu şehir geliyor. Sanırım onu güçlü ve kendinden emin gördüğüm için-  Ne zamandır İstanbul'la baş başa plan yapamadığımız için bugünü iple çekiyordum. Ama dün akşam ofisteyken saat 19.30 civarında patronum aradı. Bugün -cumartesi günü- ofiste toplantı olduğunu, ona katılmam gerektiğini söyledi. Uzun süredir İstanbul'la plan yapamadığımız için toplantının bugüne denk gelmiş olması beni o kadar üzdü ki, sinir uçlarımın yanaklarıma değdiğini hissettim. Anneme ananemle programınızı iptal edin sonraki hafta çıkın ben program yapamıyorum diye sızlandım. Dün gece yogamı yaptım, duşumu aldım ve baya geç yattım. Bu sabah 11'e doğru kalkabildim, toplantı zaten 12.30'daydı. Makyajımı yaparken Rize abi yazdı. -Rize abi çok komik oldu ama Rizeli olduğundan en uygunu bu, tam bir Rizeli :D- Toplantı iptal.

Annemle ananem çıkmayacaktı ve toplantı iptal edildi. Yani şanssızlığın bu kadarı! İstanbul hasta olduğundan dışarıda takılmak da istemedik. İkimiz de bu hafta sonu dinlenip kendimize zaman ayıralım dedik. Washington okuldan sonra arkadaşıyla takılıyormuş, annem de ananeme çıkınca -aynı apartmandayız- evde yalnız kaldım.

Kahvaltıdan sonra bir saat boyunca yoga yaptım! O kadar iyi geldi ki anlatamam. Sonra günü nasıl değerlendireyim diye düşünürken ne zamandır aklımda olan bir şeyi yaptım ve yeni bir deftere günlük tutmaya başladım. Önceki günlüklerimi hep attım ben. Yazanlar hiç içime sinmiyordu, okuduğumda gıcık oluyordum ve cidden yeni bir sayfa açmaya ihtiyacım vardı... Yeni defterime ilk yazımı yazdıktan sonra, bir cesaret yalnızlıktan ve kullanılmamaktan ağlayan piyanomun başına geçtim. Nerdeyse 1 saat çaldım!!! Öğrendiğim ilk iki parçayı hatırladım, parmaklarım resmen kendi buldu tuşları. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. :))

Bugün inanılmaz verimli geçti benim için. Önemli olan yaptıklarım değildi. Bunları yapabileceğimi, kendime zaman ayırdığımda mutlu olabileceğimi bilmemdi. Allah sağlık verdikten sonra her şeyin aşılabileceğini görmekti...

Bundan sonra kendime ayırdığım zamanı artırmalıyım ama alanımın olmamasına çok takılmamalıyım sanırım.

Şimdi hedefim mesleğimi dikkatli bir şekilde icra etmek, zam almak, diş telimin borcunu bitirmek. Sonra KYK borcumu bitirmek. Ondan sonra da para biriktirebilirsem belki kendime ait alan yaratmak için de bir adım atabilirim.:)) Ne kadar umutsuz hissederseniz hissedin, kendinize hedef koyun, listeler yapın. Cidden iyi gelecek.

20 Mart 2017 Pazartesi

Porselen Braketlerle 3. Günüm !

Şu an dişlerimde porselen tel var!!!


Evet cumartesi günü bir cesaret taktırdım teli. Bugün 3. gün. Teli taktırdıktan sonraki birkaç saat hiç ağrım olmamasına rağmen akşam ağrımaya başladı. Pazar günü ağrım arttı, bugün daha iyiyim ama hafif bir ağrı var. Ama kesinlikle ısırarak bir şey yiyemiyorum. O zaman dişlerim çürükmüş gibi inanılmaz bir ağrı oluyor. Yanlışlıkla dişlerim birbirine vurursa beynim zonkluyor. Braketlerim porselen olduğundan sigara, çay, kahve, soya sos, kırmızı şarap, köri sosu ve benzeri şeyleri tüketmemem gerekiyor. Sigara kullanmıyorum ama çay biraz zorluyor beni. Yeşilçay, elma çayı, kayısı çayı, adaçayı, ıhlamur, papatya ve benzeri içeceklerle idare etmeye çalışıyorum.

Keşke param olsaydı da daha önce taktırsaydım.. O kadar mutluyum ki dişlerim düzeleceği için. Üstelik braketler porselen olduğundan hiç kötü bir görüntü de oluşmadı. Yalnızca ortadan geçen tel normal tel renginde. Şimdiden alıştım görüntüye. Ama ağrısı çok gıcık. Hani sert bir et yerken bastırınca tatlı bir ağrı olur ya, ona benziyor ama devamlı olunca çok sinir bozuyor.

Şu an yalnızca çorba, kek, ev köftesi, haşlanmış patates gibi küçük parçalarla yenebilen ve ağızda dağılan şeylerle besleniyorum. Çok şükür ki yirmilik dişlerimin tamamını çektirmemişim. Onlara tel takılmadığı için ısırma konusunda biraz yardımcı oluyorlar. Eğer yirmilik dişlerinizi çektirmek zorunluluk değilse bence ortodontik tedaviden sonraya bırakın.

Bu akşam hangi filmi izlesem? Yoksa filmi bırakıp annemle Paramparça mı izlesem :D

14 Mart 2017 Salı

Diş Teli mi Daha Çok Baş Ağrıtır, Yoksa Acımasız Patronlar mı?

Hayat şu sıralar sevgiliyle yaşama özlemi, mobbing, psikolojik problemlerle mücadele, ayrı bir alanımın olmadığı aile evimde yaşama çabam, borçlarım ve kısa süreli mutluluklarımdan oluşan bir çemberde savrulup gidiyor. Ama yine de ölmeyi hiç istemem. Böylesi bile keyifli aslında yaşamanın. Çünkü hep bir mücadele var, hep bir umut var. Psikolojimin düzelmesi umudu, İstanbul ile yaşayabilme umudu, daha çok para kazanabileceğim ve patronumun hakaretlerine maruz kalmadığım bir işin umudu... Her biri için çaba gerekiyor farkındayım. O çabayı gösterecek gücüm var mı ondan emin değilim.

Bazen hukuki bir dilekçe yazar gibi yazmak istiyorum şuraya da. Yazının konusu, olayların açıklamaları, netice-i talep yazıp üstümden yükleri atmak istiyorum. Ama hayat öyle değil, maalesef karar için ipleri ellerine bırakabileceğim bir hakim yok. Yanlış bir karar verirse de başvurabileceğim bir üst mahkeme... Her şeyi kendim yapmak zorundayım, her şeyin üstesinden kendim gelmek zorundayım. Aslında tekrardan günlük yazmaya başlasam daha kolay olacak her şey. Çünkü yazarken bazen kendi duygularımı daha iyi anlamaya başlıyorum. İsteklerimi gerçekleştirebilmek için yollar buluyorum farkında olmadan. Blog yazarken aynı olmuyor günlükle. Hep sınırlayan bir şeyler var insanı. Günlük yazarken ikinci bir benle konuşur gibiyim. Hiç yanlış anlamıyor, hiç yargılamıyor beni. 

 

Benden çok memnun olduğunu söylediği halde her daim hakaret eden bir patronum var. Tahammül sınırlarımı zorluyor, diğer insanların yanında beni rencide ediyor, büyük bir titizlikle bir sürü araştırmayla yazdığım dilekçelerimde hep bir kusur bulmaya çalışıyor. Benim hatam olmayan konularda bile bana yükleniyor hep. Farklı meslek gruplarında sorunları anlamak zor oluyor, ondan ayrıntılı yazamıyorum. Tıp, hukuk, muhasebe, sigorta, tekstil, eğitim... Her sektörün kavramları da sorunları da farklı. Ama şu kadar söyleyeyim, iyi yaptığıma emin olduğum şeyler için bile kusur buluyor. Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. "Neden hala çıkmıyorsun da öyle bir insanla çalışmaya devam ediyorsun o halde?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Buradan önce çok daha kötü insanlarla çalıştım, buradan sonra gireceğim yerler de bundan daha iyi olmayacak. En iyi ihtimalle burası gibi olur. Hem burası evime yakın, insanları tanıyorum.  Bir kadın için evine yakın iş yeri, yavşama ve taciz ihtimali sıfır olan bir iş yeri kolay bulunur bir şey değil. Ama meslek hayatımı da burada geçirecek değilim. Elbette benim de hayallerim var. Ama asıl sorun şu ki o hayallere nasıl ulaşırım, hangi yoldan gitmeliyim, burada geçen zamanı nasıl değerlendirmeliyim bilmiyorum.

Psikolojik sorunlarımla ilgili, 2017 yılının ilk saniyelerinden itibaren kendime bir yasak getirmiştim. Aklıma gelen düşünceler üzerinde hiçbir şekilde durmuyorum, yasak. Böylece gereksiz ve anlamsız bir şekilde aklıma gelen bir düşünce ya da hissettiğim manasız bir duyguya takılmıyorum. O kötü düşünce ya da duygu üstünde durmadığım için kaybolup gidiyor. Şu ana kadar işe yaradı mı derseniz, bazı konularda yaradı, bazı konularda hala üzerinde çalışıyorum. Bakalım sonu nereye varacak. 2017'nin sonunda biraz olsun sonuç almış olursam 2018'de de devam edeceğim. Ama hala bir sonuca varamamış olursam en son 10 ay önce gittiğim psikologumun hata yaptığını anlayıp, psikiyatrist araştırmaya başlayacağım. İnşallah buna gerek kalmaz.

Hayatımda çok radikal bir karar verdim. Bazıları için basit olabilir ama benim için hiç kolay olmadı. 18 Mart Cumartesi günü dişlerime tel taktırıyorum.. Çocukluğumdan beri dişlerimde gereksiz bir çarpıklık var. Ailemde bir kuzenim dışında herkesin dişleri inci gibi ama benimkiler çarpıktı. Küçükken maddi gücümüz olmadığından annem ortodontik tedaviye başlatamadı beni. Lisede maddi olarak daha iyiydik ama bu saaten sonra taktırmam diye düşünmüştüm salak gibi. Lise sonda İstanbul'la birbirimize iyiden iyiye aşık olduktan sonra hiç gerek duymamıştım. Hatta İstanbul dişlerimin bana yakıştığını ve çok tatlı olduklarını söylemişti daha ilk buluşmamızda, o zamana kadar aldığım en güzel iltifattı. Yaşım ilerledikçe tatlı olan dişlerim çocuksu durmaya, insanların bakışlarını direk dişlerime yönlendirmeye başlamasına sebep oldu. Mesleğe de başlayınca iyice rahatsız olmaya başladım. Sürekli duruşmalara girdiğim için metal tel taktıramazdım ama şu çok belli olmayan porselen tellerden taktırmaya karar verdim. İstanbul da destekleyince iyice cesaretlendim. Birkaç görüşme sonrasında dünyanın en tatlı ortodontistini buldum. Maaşım çok olmasa da ödeme kolaylığı sağladığı için halledeceğim inşallah. İlk zamanlar çok zorlanacağım biliyorum ama çene kayması olmadığı için tedavim yalnızca bir senede tamamlanabilirmiş, görüştüğüm iki doktor da aynısını söyledi. Gerçi porselen olduğu için 15 aya uzayabilirmiş ama olsun. Bakalım süreç nasıl işleyecek.



Sizler neler yapıyorsunuz? Her şey yolunda mı? İyi misiniz? :) 

5 Mart 2017 Pazar

Dayanamıyorum

Hayatın en hızlı aktığı döneme geldim. 25 yaşım bitti, 1 ay aldım.
İstanbul'la işler dolayısıyla yalnızca haftada bir görüşebiliyoruz. Çıkış saatlerimiz de uymuyor...

                                        

Diye başlamıştım yazıya ama devam edemedim. Birkaç gün sonra, yani şimdi ağlayarak yazıyorum. Cidden mutluluğun ne parayla, ne aşkla, ne de başka bir şeyle ilgisi var. Cidden hepsine sahip olunca da insan kendini mutsuz edecek bir şey buluyor, bulamazsak da sağolsun hayat hemen veriyor bir mutsuzluk sebebi. Gerçekten yeter artık boğuluyorum. İnsanın bir günü de kaygısız ve normal geçemez mi? O kadar yorgun ve bitkin hissediyorum ki...

Kendimi hiç anlatamıyorum insanlara, kendi aileme bile. Kardeşim bile biraz önce kavga ederken öyle cümleler sarf etti ki inanamadım. İnsanın en yakını bile olsa öfkelendiği zaman sırf karşısındakini kırmaya paramparça etmeye odaklanıyor işte. Bu sabah da bunu düşünüyordum. İnsanlar neden tartışırlar acaba? Fikirlerin farklı olduğunu bildikleri halde neden zorluyorlar?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...