27 Ocak 2016 Çarşamba

Babalar ve Kızları

Neden ben büyüdükçe içimdeki boşluk büyüyor? Kelimelerle ifade edemeyeceğim bir noktaya ulaşıyor...

Hayatımda hiçbir filmi izlerken böyle hıçkıra hıçkıra ağlamamıştım. Film izlemedim aslında, sadece kızını çok seven bir baba nasıl olur onu izledim. Kızı için çabalayan, kızının gözlerinin içine bakan bir baba nasıl olur...

24 yaşımı yarın bitiriyorum. Ben azalmasını, küçülmesini bekledikçe içimdeki boşluk büyüyor. Aslında haberim yoktu bu boşluktan. İnsan büyüdükçe bağımsızlaşır, ailesinden uzaklaşır belki ama en çok da o zaman hissetmek ister desteklerini.

Bir eksiklik var gibi. Ama sadece yanımda olmaması değil. Yanımdayken bile olmayışı belki... Bize yetmeyi bırak kendine bile yetemeyen, aslında yetme isteği de duymayan... Her daim hasta gibi, her daim sıkılmış.

Bir kız babam diyerek babasına sımsıkı sarıldığında hissettiğim tek şey boşluk. Çocuğunun bir şeye ihtiyacı olduğunda, çocuğuna yokluğunu asla belli etmeyen, güçlü olan ya da sadece güçlü görünmeye çalışan bir baba gördüğümde hissettiğim de aynı şey.

Hissettiklerimi yazıya dökmede bu kadar yetersiz olduğumu bilmiyordum. Çok yetersizim. Anlatamıyorum.


Ben küçükken, gece korktuğumda asla annemin yanına gitmezdim, babamın yanına giderdim. Ne kadar uykusu olursa olsun hemen yanına alırdı beni, huzurla uyurdum. Bir de işten geldiği zamanları hatırlıyorum, koşardım boynuna atlardım. En çok da dizine yatmayı severdim ama. O kadar güzel okşardı ki saçımı, televizyona dalıp durduğunda hemen eline bir öpücük kondururdum, babam da devam ederdi saçımı okşamaya. Lunaparktaki oyuncaklara jeton atmak gibiydi babamın elini öpmek. Öyle uyurdum.

Çikolatayı çok severdi. Bana hep alırdı, ben de hep onunla paylaşırdım.

Babam çok şükür hala hayatta. Ama benim hayatımda değil...Kabus nerden başladı tam hatırlayamıyorum ama sanırım en eski olay anneme el kaldırmasıydı. El kaldırmanın ötesine geçmişti hatta, dövmek miydi? Bilmiyorum hala. Hayal meyal hatırlıyorum. Dedem gelmişti hemen. Bir daha olursa annemi ondan alacağını söylemişti. Bir daha olmadı.

Bir sabah hastaneye gitmemiz gerekiyordu. Ama gece uyuşturucu kullanmış olduğundan uyanamadı, ilkokuldaydım. İlk o zaman, hastanede anneme boşanmasını, sorun olmayacağını söyledim.

Aradan yıllar geçti. Lise birdeyken uyuşturucusunu buldum, heyecanla anneme anlatıyordum, daha sonra zaten bildiğini öğrendim. Babamla aşk evliliği yapmış olmaları, bizim boşanmış bir ailede büyümememiz derken ayrılmamıştı işte. Ben anneme anlatırken kardeşim de dinliyordu, kendini sırtüstü yatağa fırlattı. Daha 12 yaşındaydı.

Annem akşamında konuştu babamla, babam sabaha kadar oturduğu yerden kıpırdamadan ağlamıştı. Sabah kalkıp yanına gittim. Gözleri kan çanağıydı. Ne olursa olsun onu çok sevdiğimi söyleyip sarıldığımda, yanağıma bir damla yaş düştü. Ne olursa olsun mu? dedi. Ne olursa olsun dedim.

Bir kere daha yaşadım aynı şeyi sonradan. Babamın gözyaşı yine düştü, bu sefer elime. Bir babanın kızı tarafından korunmaya, sevilmeye muhtaç olması ne demek, nasıl hissettirir bilir misiniz?

Çok şey yaşadık sonraları. Babama açık açık hatalı olduğunu söylediğimde, hatasını kabul etmek yerine hayatı suçlamayı seçti. Yıllar önce ailen mi uyuşturucu mu diye sorduklarında uyuşturucuyu seçen hayat mıydı, kendisi miydi? Belki de iradesi güçlü değildir. Bilmiyorum.

Gözlerine baktığımda gördüğüm tek şey pişmanlık. Sevgiden önce, pişmanlık. Asla telafi etmeye çalışmadığı, telafi etmek için kendinde güç bulamadığı, artık telafi etmesini de istemediğim pişmanlık.

Ama ben küçükken çok güçlüydü biliyor musun, beni salıncakta sallarken hele, ooo. En güçlü babaydı.

26 Ocak 2016 Salı

Gülümsemekten Sinir Krizi Geçirilir Mi Ki?

Ne za fe rinden bah sediyor sun, sen savaşla aşkıı karıştırmışş sın.

Laptop "Bırak beni Moira, vazgeç artık. Bak ne kadar yavaşım, ekranda minecraft oynanmış gibi kareler var, bozuldum artık." diye bağırırken, ben bir yandan yazmaya bir yandan da youtube'dan müzik dinlemeye çalışıyorum. Hem de ne dinliyorum biliyor musunuz? Selena Gomez. Evet. Lisedeki Moira, çok üzgünüm beybisi. Bu noktaya geleceğimi, hele ki Taylor Swift albümü indirecek boyuta geleceğimi ben de bilmiyordum. Her zaman Korn Metallica falan dinleyecek halim yoktu ne yapayım :(( Alternatif rock, indie rock falan bayılırım ama tüm bunların yanında yabancı pop da neden olmasın... Ama hala Justin Bieber, Demi Lovato, One Direction falan dinlemem yani. Liseye giden atarlı ergen kuzenim bile dinlemiyor. Ama şimdi "dinlemem" dedim ya, dinlemeden ölmem öyle de bir çenem var.

Sevgili Gri Lady bana söz verdirdi, bir sonraki yazın negatif enerjiyle dolu olmayacak dedi. Geçtiğimiz iki hafta içerisinde başıma öyle saçma birşey geldi ki pozitif yazmam mümkün değildi, ben de bekledim.
Bugün ayın 26'sı. Aslında ben yazarken 25'in gecesi. İstanbul'la 7. yıldönümümüz. Allah'ımmmmm!!! Bugün birlikteydik. Başımı göğsüne yasladım, dünyanın en güzel ritmini dinledim. Sonra boool bol şükrettim. Bunun üzerine daha bir şey yazmayacağım. İnsanlar sevgililerini anlattıkları bloglar yazıyor, ben seviyorum demeye korkuyorum yahu. Sanki nazar değecek gibi. Hayatımda hiçbir şeyi kaybetmekten bu kadar korkmadım. Neyse Allah diyorum başka bir şey demiyorum.


Blogger kumanda panelini açmamla, Gri Lady'nin "yarına umutla bakalım, her gün şükretmeye devam edelim, hayat güzeldir" postuyla karşılaşmam bir oldu, pozitife pozitif kattım. Bazen zihnim bana diyor ki, sen mutlu olamazsın. Bugün güzel geçti, ama sen bir günü tamamıyla güzel geçiremezsin, kötü olması gerekiyor. Sonra kafam karışmaya başlıyor, iç sesim susmuyor... Hatta ben bir şeyi takarsam ya zihnim ya vücudum kesinlikle tepki veriyor. Başımın ağrıdığına ya da midemin bulandığına inanırsam, ya da ne bileyim, düşündüğüm ya da hissettiğim herhangi minik bir şey için suçluluk duyarsam, bittim ben. Asla çıkmaz aklımdan. (Büyük konuştum hadi bakalım belki artık olmaz:D)

Size de oluyor mu, yoksa bu alemdeki tek manyak ben miyim? Ne olur bana da oluyor deyin.

***

Liseden bir arkadaşım bir senedir çıktığı sevgilisiyle evlenmeye karar vermiş. Ben istediğim halde şartlardan dolayı o adımı atamadığımdan dolayı mıdır nedir, bir bozuldum bir gıcık oldum anlatamam. Ne yapsam ne yapsam derken, büyük konuştuğum ve kınadığım her şeyin başıma gelmesi olayını kendi lehime çevireyim dedim. Aldım annemi karşıma dedim ki "Ayy kıza bak yaa daha bu yaşta evleniyor salak ıyyy. Ben hayatta evlenmem bu yaşta. İstanbul dese ki gel aşkım evlenelim, yoo aslaa." dedim.

Şakaydı tabi, güldük baya. Evren yemez, yese de yedirmez. Yer mi yoksa?

***

Aaa bu hafta çok komik bir şey daha oldu. Şimdi ben birkaç senedir küçük harçlıklar dışında ailemden hiç maddi destek almıyorum. Tabi annem her zaman dağ gibi arkamdadır Allah razı olsun ondan. Ama kıyafettir, ayakkabıdır, monttur, tatildir....Üniversitedeyken kredimden biriktiriyordum, sonrasında da çalıştığımdan. Bu arada babamı da bilirsiniz dünyanın en iyi babası oscarını alacağım o derece yani. (!)
Ben kasım ayında işe girip, patronumun iğrençliklerine dayanamayıp bir ay sonra çıkmıştım ya, aldığım maaşın çoğuyla kredi kartı borcumu kapatıp, kalanla da bu tarihe kadar idare ettim. Param tükendi, İstanbul'la gitmek istediğimiz bir sergi var ama ona ödetmek istemiyorum. Aradım babamı 50 TL istedim. Demesin mi "Maaşın bitti mi?"
"Bitti." dedim.
Gülerek "Oo iyi harcıyoruz bakıyorum." demesin miiiiiiii :D:D ahahahhskawugdukehfsfef

Yani ne diyeyim baba sana ben, valla sen beni güldürdün, Allah da seni güldürsün. Dedim ki, "Yok baba ondan değil, çalışırken bir ay boyunca yol yemek ve diğer tüm masraflar için hiçbir gelirim yoktu, her şeyi karttan ödemek durumunda kaldım. Maaşımın çoğuyla kredi kartı borcumu kapattım." Bunun üzerine sustu. Ama bence çok ironikti, komik geldi bana yani. Komik değil mi yahu?

Ciddi bir soru sorsam...Şimdi ben psikolojim iyi osun diye hep gülümsüyorum. Yani gülümsemek mutluluk hormonlarını artırıp gerçekten mutlu olmaya ve gülümsemeye sebep oluyormuş ya. Ben modum düştüğü zamanlarda hep gülümsemeye devam etsem, sonra sinir krizine falan sebep olmaz değil mi?

10 Ocak 2016 Pazar

Hayatım Romantik Komedi Filmi Olsaydı?

En son çalıştığım yerden ayrılmamın üzerinden henüz bir ay bile geçmemiş olmasına rağmen bana aylardır evde oturuyorum gibi geliyor. Tabi bunda aylardır evde oturduktan sonra sadece bir ay çalışmış olmamın da etkisi olabilir... Zaten işsizlik ve diğer sorunlar canımı sıkıyorken, evde yaşadığım sorunlar da üstüne binince iyice daraldım. Geleceğim şu an o kadar belirsiz ki, bir kadın dergisinde yazarak mı geçimimi sağlasam diye düşündüm. Ciddi ciddi hemde.

Hukuk mezunuyum diye avukatlık yapmak zorunda değilim değil mi?

Zorundayım tabi ki. Bu bir romantik komedi filmi değil. Olsaydı zaten şu an güzel bir büroda çalışmaya başlamış olurdum. Ya da büyük bir tesadüf sonucunda Cosmopolitan'ın editörüyle falan tanışırdım. İstanbul'la birlikte yaşadığımızı belirtmeme gerek yok heralde..:D İstanbul'un evine gidip arka bahçede ailesiyle barbekü partisi yapardık. Ailesi de bana "İstanbul'un bizimle tanıştırdığı tek kız sensin tatlımm, onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim, sakın onu üzme (göz kırpma ile birlikte)." derdi. Bu arada İstanbul da ünlü bir avukatlık firmasına girmiş, haftasonları iş arkadaşları ve onların sevgilileriyle dağ evine kaymaya ve şömine partisi yapmaya falan gidiyormuşuz. Annemle babam da şehrin kalabalığından bunalmış ve Ağva ya da Şile taraflarında bir ev almışlar. Babam gazetesini okurken annem de kadınsal el işleri tatlılar falan yapıyor. Bu arada kardeşim de üniversiteye gidiyor. Babamın ona üniversite hediyesi olarak araba alması yetmiyormuş gibi bir de çok tatlı kız arkadaşıyla aynı evde yaşamak için babamı ikna etmeye çalışıyor. Deli çocuk ahhaha.


Dediğim gibi, bu bir romantik komedi filmi değil. Gerçekte ben tabi ki çok sevdiğim bir kadın dergisinin editörüyle tanışamam. Aslında yakın zamanda iş bulacağım gibi de görünmüyor. İstanbul patronundan nefret ediyor. Annemle babam birbirlerini hiç sevmiyorlar. Annem hala evin masrafları için çalışmak zorunda ve hayal ettiği evi kim bilir ne zaman alacak... Babam desen kendi çapında takılıyor, ayda bir anca görüşüyoruz. Neyse babamdan bahsetmek istemiyorum. Kardeşim bazı öfke sorunları yaşadığı için annemle araları bozuk. Bazen biz de tartışıyoruz ama sonra düzeliyoruz. Zaten lol diye saçma sapan bir oyun oynuyor her gün. Ben istediğim saatte yatamıyorum, doğru düzgün kitap okuyamıyorum. Bir odadaki ses bütün odalarda. Kendi odam yok, evde resmen bana ait bir alan yok. Telefonla konuşmaya annemin odasına gidiyorum. Günlüğümü yazmak için yalnız kalmayı beklemek zorundayım. Sevgilimle doğru düzgün baş başa kalamıyoruz. Ayrı eve çıkmak istiyorum ama hangi parayla? Bütün gün yemek yiyorum. Zayıf olmama rağmen evde oturup yemek yiyerek kıç büyütmeyi başardım. Selülitlerim için plates yapmam lazım. Evde devamlı yapmak zor tabi, ama spora gitmek için de para lazım.

24 yaşında hayatımın böyle olacağını kim bilebilirdi? Böyle mi hayal etmiştim? Asla. Asla. Asla.

Hayatımda şükredecek çok şeyim var farkındayım. Ama hayal ettiğimden çok daha güzel olan bir şey var. Bütün eksiklikleri gideriyor çok şükür. İstanbul. 7 sene oldu. Gözlerine baktığımda güneşten daha çok içimi açıyorsa hala, şükretmekten başka ne yapayım?

Yakınırken şükretmeyi de unutmuyorum tabi ki. Ama gerçekten ben artık çok daralıyorum.
Kendimi böcek gibi hissetmek istemiyorum.

7 Ocak 2016 Perşembe

Tavsiyelerim #4

Bu yazı serisine Haftanın Tavsiyeleri diye başlamıştım ama her hafta yazamadığım için bu şekilde devam ediyorum. Diğer yazılar için;

Haftanın Tavsiyeleri 1,
Haftanın Tavsiyeleri 2,
Haftanın Tavsiyeleri 3

Müzik

   Beirut


Bu gruba bayılacağınıza eminim. İnanılmaz güzel ve dinlendirici şarkılar yapıyorlar. Bu şarkılar çoğunlukla eğlenceli değil de duygusal ve coşkulu kategorisine girerler. Ben bir şarkıyla bile bunalıma girebilen bir insan olmama rağmen sık sık dinlerim. ^^
Grup 2006'da kurulmuş ABD'li bir grup. En sevdiğim tarz olan indie-rock müziğini diğer tarzlarla harmanlıyorlar. İlk çıkardıkları benim de en sevdiğim albümleri Gulag Orkestar.
En sevdiğim parçalarını hemen ekleyeyim.

   Gulag Orkestar


Bu parça bana her zaman bir şeyleri sorgulatıyor nedense. Dünyayı, savaşları, açlığı, insanları, çocukları... Belki siz de hissedersiniz o acıyla karışık çaresizliği.

   Elephant Gun


Elephant Gun şarkısını dinlerken sevgilinizle el ele Amsterdam sokaklarında hafif bir rüzgar eşliğinde yürüyor gibi hissedebilirsiniz.

    La Llorona


Bu da inanılmaz dolu, yoğun bir parça. Dinlerken en güzel anılarınız da aklınıza gelebilir, en kötüleri de; hayalleriniz de, hayal kırıklıklarınız da.

Bu parçaları kesinlikle dinleyin, ve lütfen dinlediğinizde ne hissettiğinizi yazın çünkü aynı şeyleri hissedip hissetmediğinizi çok merak ediyorum. ^^

Film

   12 Years a Slave

Imdb puanı: 8.1
Yönetmen: Steve McQueen
Oyuncular: Chiwetel Ejiofor, Lupita Nyong'o, Benedict Cumberbatch, Brad Pitt, Michael Fassbender

İzlerken en çok duygulandığım ve oyuncuların duygusunu en çok aldığım filmlerden biridir. Siyahilerin hala köle olarak çalıştırıldığı bir dönemde özgür bir adam olarak dünyaya gelmiş, evlenmiş, çocuk sahibi olmuş ama sonrasında köle tüccarları tarafından kandırılarak köle olarak satılmış Solomon'un gerçek hikayesi anlatılıyor. Solomon hikayesini otobiyografi olarak 12 Years a Slave kitabında anlatmış ve hikayesi filme çevrilmiş. Açıkçası filmi izlemeden önce çok araştırma yapmamıştım. Bir Sherlock ve Benedict Cumberbatch hayranı olarak filmde kendisini görmek, sonra da Brad Pitt'i görmek çok güzeldi.


Ama başrol oyuncusu Chiwetel Ajiofor inanılmazdı. Bakışlarından bile çektiği acıyı hissedip gözyaşlarına boğulabiliyorsunuz. En kısa zamanda izlemenizi tavsiye ederim. Birçok ödül aldığını da ekleyeyim.
Birkaç kare paylaşayım.







Şimdiden iyi seyirler. ^^

Kitap

   Frank McCourt - Angela'nın Külleri

Bu kitap, İrlanda asıllı ve ABD'li öğretmen Frank McCourt'un kendi yaşam öyküsünü anlattığı, okurken en çok ağladığım kitap. Yaşadığı acıları, açlığı, sefaleti, hayal kırıklıklarını o kadar içten ve samimi bir şekilde anlatmış ki... Paraları olmadıkları için yiyemediği yemekleri, sadece bir kızarmış ekmek ve yumurtanın onu dünyanın en mutlu insanı yaptığını, annesinin parası olmadığı için ona yeni ayakkabı alamadığını, yırtılan ayakkabısının altından ayağı görünmesin diye çorabını ayakkabı boyasıyla boyadığını... Ve daha birçoğunu oldukça samimi bir dille anlatmış. Kesinlikle okuduğum en güzel kitaplardan biriydi ve ikinci kez okumak için sabırsızlanıyorum.

Film Pulitzer Ödüllü ve yayımlandıktan sonra uzun süre Best Seller olarak kaldı.



Bu da dünyalar tatlısı Frank McCourt...

Kozmetik/Bakım

   Çinko Oksit Krem

Ben de bu kremi Prag'ın tavsiyesiyle kullanmaya başladım. Aslında bebeklerin cildinde tahriş ve pişik olduğunda kullanılan kremlerden biri. Yaraları ve kızarıklıkları çabucak geçirme özelliğinden dolayı, yüzdeki kızarıklıkları da güzelce geçiriyor. Hatta göz altlarındaki morlukları bile azaltabiliyor. Ancak haftada bir gece yatarken kullanmak yeterli.




Ben Oro Çinko krem aldım, fiyatı 8 TL idi. Ama size kullanmadığım Oksizinc almanızı tavsiye ederim çünkü içinde paraben tarzı maddeler yok ve herkes onu tavsiye ediyor. Oro Çinko'da bir sürü paraben var. Resmen bütün çeşitlerini koymuşlar. Ama kısaca çinko oksit küçük çaplı bir bebeksilik, bir porselenlik sağlıyor.

Aplikasyon

   Cam Scanner

Ben İphone kullanıcısıyım, Google Play Store'da olup olmadığını bilmiyorum ama AppStore'da yukarıdaki CS logosuyla bulabilirsiniz.

Bu aplikasyon şu işe yarıyor, bir yazının fotokopisini çekme imkanınız yoksa, telefonunuzla fotoğrafını çekiyorsunuz ve bu aplikasyonda açıyorsunuz. Aplikasyon fotoğrafı öyle güzel tarıyor ki, kendinize mail atıp çıktı aldığınızda fotokopi çekmişsiniz gibi beyaz kağıt alabiliyorsunuz. Normalde fotoğrafı yazıcıdan çıkarınca gri kağıda verir. Ya da bloğunuzdaki yazınıza resim atacaksınız, telefonunuzla çekip, yine bu aplikasyonla taratıp kendinize mail atabiliyorsunuz ve fotoğraf normalde göründüğünden çok daha iyi ve aydınlatılmış görünebiliyor.

Ben bu programı icra dairelerinde ya da mahkemelerde dosyadan fotokopi çekmeye izin vermediklerinde kullanıyordum, belki sizin de çalışırken işinize yarar.

Tavsiyelerim şimdilik bu kadar, umarım keyif deneyip keyif alırsınız. ^^
























5 Ocak 2016 Salı

İşsizlik Rutinim

Gece 3'te yatıp 11'e saat kurmak ve saat kurduğum halde uyanamamak.
En sonunda 11.30'da kendini zorlayarak kalkmakla günüm başlıyor. Şanslıysam sevgilim ya da whatsapp kız grubum yazdığı için telefonum titriyor ve öyle uyanıyorum. Sonrasında instagrama bakıp uykumu açmak, kalkıp elimi yüzümü yıkamak derken saat 12 oluyor. Kendime kahve yapıyorum, çok düşük bir ihtimal kahvaltı yapıyorum. İş ilanlarına bakıp, günü nasıl geçiyor diye sevgilimi arıyorum. Sonra bir bakmışım saat 1 olmuş ve Kısmetse Olur başlamış. O gerizekalı beyin yiyici programı seyredip, seyreden diğer whatsapp kızlarıyla saçma sapan yazışıyorum. O bittikten sonra, hayatımın bir gününü daha tamamiyle boşa geçirdiğimin bilinciyle büyük bir boşluğa düşüyorum. Normalde boş geçen bir güne göre çok daha büyük bir boşluk yaşıyorum Kısmetse Olur izlediğim zaman. Acilen kült bir film izlemek, felsefe ya da psikoloji kitabı okumak, Darwin ya da Carl Sagan'la evrenin sırlarını çözmek falan istiyorum. Ama onun için de kıçını kaldıran bir insan evladı gerekiyor. Peki o insan evladı ben miyim a dostlar?

Bu sabah bu gidişatta ufak bir değişiklik meydana geldi. Sabah Berlin pasaport başvurusuyla ilgili birkaç soru sordu. O sırada "Benim pasaportum nerde lan?" diyerekten yataktan fırladım ve dualar eşliğinde yarım saat boyunca aradım. Kaybedersem ne olur bilmiyorum ama o an önemli olan paradan çok kendime kızgınlığımdı. 24 yaşıma geldim hala pasaportumu kaybediyorum diye ağlamaya başlayacakken annemin "Önemliler" çantasında buldum bordoyu. Hülya Koçyiğit'in Sezercik'i bulup bütün suratını yalayarak öpme sahnesini düşünün işte. Öyle sarıldım. Sonra kendime kahve yapıp bilgisayarın başına geçtim. İş bakarken ilanların saçmalığından mütevellit ufak çaplı bir sinir krizi geçirip ağlamaya başladım. Müzik de açık olunca kalkıp dans etmeye başladım. Yılbaşından önce Prag ve New York'la evde yemek yemiştik, sonra da müzik açıp dans etmiştik baya iyi gelmişti psikolojik olarak. Belki yine işe yarar dedim ama emin değilim şu an.Peki bu sinir patlamasının nedeni ne? Dün New York'la yaşadığım tartışma mı yoksa tartışma sonucunda daha da umutsuz hale gelmem mi?

Dün akşam New York'la whatsapp grubundan tartıştık. Ben bu tartışmalarda hep öfke problemim yüzünden kendimi suçlardım ama dün fark ettim ki kendime biraz fazla yükleniyormuşum. Hangi arkadaş IELTS sınavının giriş parasının 500 TL olduğuna ve iş bulamadığına üzülen arkadaşına "O sınavlar odaklanarak çalışılması gereken zor sınavlar sen hiiiç heveslenme" der? Ne demek o? Ve daha neler söyledi... Neyse ayrıntısına girmeye hiç gerek yok. Terbiyemi ve sakinliğimi koruyaraktan cevaplarımı verdim ve sustum. Bir süre kendisini görmek istemiyorum. Gerçi ailesinin zoruyla Adana'ya dönmüş olan Roma 2 hafta sonra bizi ziyarete gelecek ve hep birlikte buluşmak zorunda kalacağız ama olsun. İki hafta kim bilir nelere kadir?

2 Ocak 2016 Cumartesi

Büyüdükçe Hayallerim Küçüldü

Çok umutsuzum, mutsuz değilim ama gerçekten çaresiz hissediyorum. Büyüdükçe hayallerim küçüldü... Geleceğe dair tek hayalim İstanbul'la mutlu olmak. Ocak'ın sonunda 7 senemizi dolduruyoruz. Ama küçük yaştan beri birlikte olduğumuz için hala 24 yaşımızdayız :D Mesleğe daha yeni başlıyoruz, hiç paramız yok, nasıl evlenelim... Babalarımız bize hiçbir şey vermiyor. Kendi çalıştığımızla hem düğün hem ev hem iş nasıl kuracağız biz Allah'ım? Annelerimiz belki yardım eder ama nereye kadar?

Küçükken doktor olmak istiyordum ve hayallerim hastalıklara tedavi bulmak, yeni ilaçlar keşfetmekten falan ibaretti. Hatta bana hediye olarak mikroskop almışlardı. Hala duruyor. İçinde minik karides yumurtaları ve deniz tuzu var. Deniz tuzunu suya koyup üç gün bekletip içine yumurtaları koyunca yumurtalar bir süre sonra çatlıyor. Suda minik karidesler yüzüyor. Ama büyümeden ölüyorlar. Benim oyuncağım olmak üzere annelerinden alınmışlar ve yaşama amaçları benim merakla suya bakmam. Sonra ölüyorlar...


Lisede doktor olamayacağıma, çünkü fen derslerini yapamayacağıma kanaat getirdim. Aslında yakın olduğum arkadaşlarımın hepsi eşit ağırlık seçecekti ve belki de bu da etkili olmuştu. Bu arada İstanbul fen seçmişti ama sonra bölüm değiştirip ikinci sınıfta eşit ağırlığa geçti. Kader ağlarını ördü, dersanede tanıştık :) Sadece bu yüzden, iyi ki eşit ağırlık seçmişim diyebiliyorum. Bir daha olsa bir daha seçerdim. Ama psikiyatri de içimde kaldı. Tercihlerimde İstanbul Psikoloji bölümünü de yazmıştım. İlk hukuk kazandığımda iyi ki çıkmamış demiştim ama şimdi işsiz ve umutsuz bir avukat olarak keşke çıksaymış diyorum.

Üniversite en umutlu olduğum zamanlardı. Arkadaşlarıma göre bölümü en çok seven bendim. Düzenli giden bir ilişkim vardı ve sevgilim de hukuk okuyordu. İleride evlenip büro açacaktık ve çok para kazanıp dünyayı dolaşacaktık. Mezun olduk, çok şükür her şey iyi gidiyor. Ama tek şey hariç, para. İkimiz de işimizi sevmiyoruz ve ben işsizim. İlk mezun olduğumuzda kendi büromuzu açacağımızı ve bir sürü müvekkil bulacağımızı hayal ediyorduk ve gerçekten bu konuda inanılmaz umutluydum. Ama işsiz kaldıktan sonra dank etti. Büro açma hayalini, evlenme ve home office şeklinde değiştirdik. Ama şu an bırakın dünyayı gezmeyi, evlenmek için adım bile atamıyoruz. Neyse daha çok erken. (Evlenme teklifi istiyordum ama daha var sanırım çaktırmayın)

Bu arada ailem nedense önüme bir işle daha geldi. Değerlendirmeme bile gerek yok, bahane buldum. Mutsuz olmaktansa bir süre daha işsiz kalırım daha iyi. Benim de bir yerde bir nasibim vardır, aramaya devam edeceğim. Ailemin bulduğu işleri neden istemediğimi şu yazıda açıklamıştım. Üstelik şimdi benim işe girmem için araya başka akp bağlantıları sokmayı düşünüyordu dayım. Yine maaşı düşük olursa, yine bir falsosu olursa hiç çıkamam valla. Direk bahane buldum. Allah'ım ne olur bana özel bir büroda istediğim gibi bir iş ver... Psikolojik sorunlarımızdan kurtulalım, İstanbul'la da hep aşık ve mutlu olalım... Lütfen Allah'ım. Her şey için, bütün mutluluğumuz için şükürler olsun.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...