18 Aralık 2016 Pazar

Acep nedendir?

Şu an müziğe ihtiyacım var. Hani böyle bir anda geleceği umutla dolduran müzikler var ya, öyle işte. Aslında İstanbul'um var geleceğimi umutla dolduran. Ama zaman da hiç bu kadar yavaş geçmemişti sanki. Bir an önce evlensek diyorum, ama önce işleri yoluna koymamız lazım. Parası olana ne kadar kolay hayat...

2017 için yeni bir planım var. Anksiyeteyi ve diğer psikolojik sorunlarımı bir oyuna çeviriyorum. Yokmuş gibi davranma oyunu. Aklıma saçma bir düşünce gelince hiç gelmemiş gibi davranacağım. Sonra akşam sonuçları yazacağım. Sonuçların kötü olduğu günler ya da haftalarda kendime uyguladığım bilişsel terapi yöntemini uygulayacağım. Bunu birkaç ay boyunca yapıp ayda kaç gün eve psikopat gibi dönüyorum, aydan aya azalacak mı, oyun işe yarayacak mı bakacağım. Allah'ım nelerle uğraşıyorum yahu.


Ofiste son bir ay içinde o kadar kötü bir izlenim yarattım ki anlatamam. Hep saçma sapan olayları bana yüklediler. Hep hatalı ben oldum. Tamam hatam vardı ama o kadar da değil yani, cidden onların da hatası var. Şimdi bu saçma sapan havayı dağıtmam lazım. Ama bazen de diyorum ki ben ne kadar başarılı yapsam da işimi, saçma sapan bir şeyi bana yüklerler yine aynı duruma düşerim. Minnoş avukat arkadaşlarım için şimdi hatalarımı anlatacağım, bakalım onlar ne diyecek. Derseniz ki hatalısın işin içine etmişsin tamam.

Birinci hata: Ofise başlayalı bir buçuk ay olmuş, sistemi yeni yerleştirmişim. Ofise bir tensip zaptı gelmiş, ben evrağın geldiğine ilişkin herkese mail atmışım ama mail ekine yanlış evrak sürüklemişim. Herkes tensip zaptının geldiğini biliyor ama kimse duruşma gününü işlememiş, duruşma kaçırmışız. Nedense kimse nerede bu tensip, kızım mailin eki yanlış dememiş. Sadece tebligatı ben aldım diye bana patladı yani.

İkinci hata: Bir dosyada birden fazla davalı vekiliyiz. Müvekkillerden biri bizi azletmiş, ben bu müvekkilin adını da yazmaya devam etmişim beyanlarda. Yetki belgesi koymuşum dosyalara. Bir azilname lafı geçti ama kimse bana bilgi vermedi, benden daha kıdemli avukatlar da devam etti o müvekkil adına duruşmalara girmeye. Ama en son beyan dilekçesini ben yazarken bu durum fark edildiği için bu da bana patladı.

Üçüncü hata: Buna hata bile diyemem. Bir duruşmada hakim çok ters köşe bir soru sordu, ben de yanlış bir şey söylememek için yuvarlak bir cevap vermeye çalıştım. Ama beyanım duruşma zaptına şöyle geçti: "Müvekkilim bu sözleşmeden dolayı borçludur." Puahahaları duyar gibiyim. Hakim bey dedim yapmayın etmeyin o zapta böyle geçmeyin, borcunu ödemiş olabilir bu konuda bir bilgimiz yok. Ama hakim yüzüme bile bakmadı. Sonuç olarak davayı reddetti. Bu da bana patladı. Şu an ilerlettiğim birkaç davayı E Bey devralmış durumda.

Şimdi ben bu duruma düşecek kadar hatalı mıyım?

Ne yapacağım ben?

Psikolojik sorunlarımı nasıl aşacağım? Psikoloğum ne kadar gelsen de fark etmez, sen kafanda büyüttükçe bitmeyecek, gerçekten aklına gelen düşünceleri umursamamalısın dedi. Şimdi ben başka psikolog hatta psikiyatrist bulsam bok gibi para versem, çok param varmış gibi, değer mi? Değmez. Çünkü bu umursamama yöntemiyle daha önce aşmıştım. Sonra umursamaya başlayınca yine sorunlarım başladı. Yani aslında psikoloğum haklı. Of ya of.

Küçükken annemler ne kadar üzgün olduğumu fark etsin diye "psikolojik sorunlarım olur da gününüzü görürsünüz inş." demiştim kendi kendime. Acep ondan mı?

17 Kasım 2016 Perşembe

Yorgunluk



O kadar yorgunum ki gözlerim kapanıyor... Tatlı bir yorgunluk demek isterdim ama maalesef değil. Gayet acı yani. Gözlerim de acıyor. Anksiyetem de tavan seviyelerde zaten. Psikolojim de vücudumla birlikte pes etti sanırım. Her gün 8 gibi işten anca çıkabiliyorum. Eve gelip gece 1'e kadar dilekçe yazdığım bile oldu... Şimdi saat 22.30. Duş alıp yatmam ne kadar sürer acaba???

Siz neler yapıyorsunuz?

Bu arada blogger kumanda panelinde bir sorun mu var yoksa sadece benimkinde mi sorun var? İzleyici sayım görünmüyor nedense...

Diriliş Ertuğrul'un sesi geliyor içeriden. Annemle kardeşim izliyor.

"Allah var, gam yok." diye bir cümle duydum. Allah var, gam yok.. Psikolojik sorun da gama dahil bence. Dua etmeye devam edersem geçecek. Geçecek...❤❤❤❤❤

8 Kasım 2016 Salı

Boğulacağım


İş hayatı ne kadar iğrenç bir şeymiş ya... Benim kimsenin yerinde gözüm yok ama kendini tehdit altında hisseden bir gerizekalı yüzünden baskı altındayım. Bundan önceki yazımda bahsettiğim üç duruşma vardı, ben onlara katılacak mıyız katılmayacak mıyız karar veremediler diye akşam 8 e kadar ofiste boş boş bekledim. Ama sonra bu karar verme aşamasında M Hanım ve E Bey'in yanında olan ofis çalışanımızdan öğrendim ki saat 4'te karar vermişler zaten. Ama ben defalarca aramama rağmen E Bey bana bunu söylememiş ve beni bilerek bekletmiş... İnanın hala bir açıklama arıyor beynim. Yani kasıtlı yapmamıştır diyorum ama duruşmalardan birine kendisinin gireceği haftalar önceden belliymiş.. Zaten o duruşmada aynı zamanda tanık olarak dinleneceği için onun gideceği kesinmiş... Bana bunu ya kasıtlı yaptı ya da saygı duymadığı için haber verme gereği duymadı, unuttu... Bilmiyorum gerçekten. Ve dün de benim üstüme gelmeye devam etti. Pazartesi günü ona bir işini hatırlattım, ben hatırlatmasam bir işin son gününü kaçırıyordu ve teşekkür etmek yerine daha önce neden hatırlatmadın dedi. İyi de ben senin asistanın değilim ki... Salı günü de duruşmam vardı, sabah bir dosyaya bakar mısın dedi. Duruşmam da zaten sabahtı, sonra da dosyaya bakıp adliyeden çıkarım diye düşündüm. Sabahın köründe yazdı baktın mı diye, duruşmadan sonra bakacağım dedim. Hemen bir azarlamalara başladı, yok acilmiş yok neden dikkat etmiyormuşum. Ben de tabi susar mıyım, acilse bunu belirteceksinizden girdim dün de aynı şekilde davrandığından çıktım. Uzun whatsapp mesajlarından sonra benim çeneme dayanamadığından mı yoksa söyleyecek sözü kalmadığından mı bilmiyorum ama peki teşekkürler deyip sustu. Ama şu an gerçekten çok korkuyorum çünkü en küçük hatamı bekliyor... Hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi aksatmamam lazım.. 
                                                               

Geçtiğimiz cumartesi Berlin evlendi... İlk defa yakın bir arkadaşım evlendi. Prag ve Roma ile birlikte cumartesi sabahtan atlayıp Edirne'ye gittik. Nişanlısı bizi alıp kuaföre götürdü, Berlin o kadar güzel oldu kii :) Ama bizim saçlarımız tabi ki görümce saçı oldu. Ev sahibi ve nedimeler olarak gelenleri karşıladık, gelin odasına girdik çıktık, kolumuza çiçek taktık ve sürekli oynadık. Ama stiletto ile ankara havası oynayınca olanları tahmin edebilirsiniz... Parmak uçlarım iki gün boyunca uyuşuk kaldı. Gerçekten zordu yani ama napalım... Evden çıkarken babası kırmızı kurdela bağladı beline. Ben ne kadar buna karşı olsam da baba kız sarılmalarına çok duygulandım... Babası o kadar kötü oldu ki suratını görmeniz lazımdı, bütün düğün de öyle kaldı adamcağız. Benim babamın umrunda bile değilim.. O yüzden de üzüldüm baya ağlayasım geldi. Ben kırmızı kurdela taktırmayacağım ve bunun bir gelenek olduğunu söyleyip takmam için ısrar eden bir babam da olmayacak zaten. Yaa ne yapayım babam işte deyip zorla taksaydım keşke ben de... Ama şanslıyım(!) ki takmak zorunda değilim. Hani bir reklam vardı ya kız evleniyordu gelinlikle evden çıkmadan önce babasıyla konuşuyorlardı, babası ben her zaman buradayım diyordu, Ahmet Mümtaz Taylan oynamıştı sanırım. Yazarken bile gözlerim doldu. Ne ağlamıştım ya izlerken.
Dün adliyede bir arkadaşımı gördüm. Bu yaz evleniyormuş. Sizin de zamanınız geldi artık dedi. Sinir oldum sinir. Nasıl evlenelim dedim ya nasıl. Biz daha işe yeni başladık zaten hangi parayla evlenip ev geçindirelim? Arkamızda babamız da yok ki bir destek olsun.. Bak her şey babaya geliyor işte ben mi getiriyorum? :(
Bu arada The Walking Dead 7. sezon 1. bölüm deyip susuyorum. Boğazım acıdı kendimi tutmaktan en sonunda koyverdim ama nasıl ağladım nasıl ağladım. Göğsüme öküz oturdu. Allah'ın belası Negan. 3. bölümde de resmen daraldım..
Sizin haftanız nasıl geçiyor bakalım??

20 Ekim 2016 Perşembe

Ne Yaptım, Ne Yaşadım da Mideme Oturdu Bu Kadar?

Ne yaptım da mideme oturdu bu kadar?
Çok mu mutlu oldum, muhteşem bir işim mi var? Sevgilimle bütün dünyayı gezdikten sonra döndüğümüz deniz manzaralı evimizde pazar kahvaltısı mı yaptık? Çok zenginim de istediğim her şeyi aldım mı? Mesleğimde çok başarılı olup kadın ve çocuklara yardım etmek için hayalimdeki işi gerçeğe mi dönüştürdüm?

Off.. Mutluluk gerçekten bunlar mı ki? Sahip olduğum onca şey için şükretmem gereken dönemde ben neden böyleyim Allah'ım özür dilerim... Ama neye sahip olursak olalım bazen gerçekten olmuyor. Bazı dönemlerde insan öyle sinir bozucu şeylerle karşılaşıyor ki sahip olduklarına rağmen mutsuz olabiliyor.

Aslında geçen hafta çok güzel şeyler oldu. İstanbulumun ruhsat töreni vardı, avukatlık ruhsatını aldı. Annesi ve anneannesiyle birlikte gittik. O kadar güzel geçti, o kadar çok heyecanlandım ki anlatamam. Kendi ruhsat törenimde bile böyle olmamıştım. Ne giyeceğime karar vermem bile toplamda bir haftamı aldı. Tören gerçekten çok çok çok güzel geçti. Bir sürü fotoğraf çektik ama en güzeli çok saygı duyduğumuz ve ruhsatlarımızı veren avukatla çekildiğimiz fotoğraftı. Geçen sene benim törenimde de üçümüz çekilmiştik, bu sene İstanbul ruhsat aldığında da üç avukat olarak çekildik. Bu arada anneannesi bana kenarlarını iğne oyasıyla işlediği bir eşarp verdi. Böyle fuşya pembe gibi, ama o kadar güzel bir renk ki..."Torunlarıma işleyeyim dedim kızım güle güle kullan." dedi. Yani beni de torunlardan sayıp yapmış. Nasıl duygulandım, nasıl mutlu oldum anlatamam.Tören sonrasında da İstanbul'la baş başa yemeğe gittik, sonra evlere dağıldık.

Geçen hafta bu kadar güzel geçmişken neden şimdi midem ağrıyor? Çünkü haftasonu İstanbul'la umutsuzluğa kapıldık. Henüz iş bulamadı ve gerçekten çok stresli. O mutsuzken ben nasıl mutlu olayım? Tabi ki benim de moralim bozuktu.Yine de Pazartesi işe mutlu gelmeye çalıştım. Sonuçta dünyanın sonu değil illa kim iş bulacak, İstanbul da haftasonu kadar bozuk değildir, yavaştan düzelir her şey modundaydım...


Pazartesi günü ofiste bütün gün tek başıma oturdum. Kısa bir dilekçe dışında hiç iş yoktu. O dilekçeyi de yazıp gönderdikten sonra, salı gününün duruşmalarına baktım. Biri Yargıtay olmak üzere iki tane Ankara'da bir tane de İstanbul adliyesinde duruşma var. Ne uçak bileti alındı ne bir şey. Sordum ben hemen gıcık avukata "Yarınki duruşmalara gidecek miyiz? Hangimiz Ankara hangimiz İstanbul, ona göre uçak bileti alalım ya da mazeret hazırlayayım." dedim. "Henüz karar vermedik." dedi. Şimdi patron M Hanım'la zaten ben muhattap olamıyorum. O yüzden onun sağ kolu olan gıcık E Bey'e sordum. Saat 16:30 hala karar vermemişler. Ben de işçi avukatım ya, onların ağzından çıkacak lafı duymadan hiçbir adım atamıyorum. Bu arada ofiste başka hiçbir iş olmadığından dizi falan izledim. Aradan zaman geçti, benim çıkış saatim geldi 19:00. Ama hala ses yok. Ben de E Bey'e mesaj attım "Karar vermediniz mi hala?" diye. "Ben seni toplantıdan çıkınca arayacağım." dedi. Yahu ben bir insanım ya. Benim mesai saatim bitmiş ben hala bunların kararını bekliyorum. Bu arada da Ankara duruşması için mazeret dilekçesi, İstanbul duruşması için de kendime yetki belgesi hazırladım. Saat oldu 8, hala ses yok.... Ben mesaj attım "Saat kaç oldu ben hala sizden haber bekliyorum." diye. Bu sefer aradı, "Ankara duruşması zaten başka bir dosyayı bekliyor yeaa mazeret gönder, Yargıtay duruşmasına da başka avukat girecek. İstanbul'dakine de ben gireceğim." 

Telefonu kapattım ve çığlık attım. Sinirden ağlamaya başladım. Bir dosya eğer başka bir dosyanın sonucunu bekliyorsa o dosya ilerlemez, duruşmasına da genelde mazeret göndeririz. Ben göndereyim dediğimde sen neden hala beni orada bekletiyorsun? İstanbul duruşmasına zaten kendisi girecekmiş, yetki belgesi göndermeme gerek yokmuş, Yargıtay'a zaten başkası girecekmiş! Peki ben neden bekledim? Madem mazeret göndereceğimiz kesindi, ben neden bekledim? Söyleyeyim mi? Çünkü bu insanlar normal değiller. İnsana saygı nedir bilmiyorlar. Neymiş Yargıtay duruşmasına başkası girecekmiş ya, o başkasından haber bekliyormuş. Anasını satayım akşam 8 oldu ben o saate kadar beklemek zorunda değilim. Azcık meslek etiğiniz varsa bir duruşmaya kimin gireceğini önceden belirlersiniz... Ama yoook. Moira ofiste zaten ya boşverin sabaha kadar beklerim ben.

Ya iş olsun, yoğunluk olsun, işleri yetiştiremiyor olalım kalayım çalışayım. Hep birlikte mesai yapıp işleri tamamlayıp öyle çıkarız tabi ki. O kadar iş ahlakı bende de var. He sigortam tam ödenmiyor, yemek ücretim ve mesai ücretim yok ama olsun benim yine de iş ahlakım var. Ama bu durum farklı. Ben bütün gün mal gibi oturdum. Sadece bana saygı duymadıkları için, ben köle olduğum için, onların keyfini beklemek zorundayım. Ben çalışanım ya, özel hayatım yok, birey olarak ayrı bir hayatım yok. Saat 8'e kadar beklemek zorundayım ben. Ama bir yere geç kalırsam, bir işi geç yaparsam o zaman ben kötü çalışanım, kötü avukatım...

Saat 20:45'te ancak işleri tamamlayıp çıkabildim. Ağlayarak tabi ki. Çalışmaktan ve yorgunluktan değil, çalışmaya üşendiğimden de değil, hayvan kadar değer verilmemesinden. Ama bu sadece benimle alakalı değil. Benim yerimde kim olsa aynı muameleyi yapacaklardı. Çünkü onlar işveren. Çünkü para onlarda, maaşımızı onlar veriyor. Çünkü bu ülkede ne hukuk güvenliği ne iş güvenliği var. Ben daha avukat olarak hakkımı arayamıyorum. Neden biliyor musunuz? Buradan çıkarsam iş bulamam. İstanbul'da 50 binden fazla avukat var. Ve bütün işverenler sömürme derdinde. Çalışanlara maaşlarını düzenli vermeme, hayvan muamelesi, mobbing, cinsel taciz... Bunlar sadece bizim sektörden bildiklerim.

Önceki iş verenim gözümün önünde hömkürüp eline çöp kovasını alıp balgam çıkarmıştı biliyor musunuz? Ben o balgamın çöpe düşüşünü izledim. Neden izledim? Çünkü o sırada bir dosyayla ilgili konuşuyorduk ve adam bir anda hooykk yaptı ve aynı anda eline çöpü alıp balgam çıkardı. Kafamı çevirmeye bile zaman kalmadı. Ve bu iki kere oldu. Geğirdi, önümde çoraplarını çekti. He bir kere de bir mahkeme kaleminden bir şey isteyeceğim zaman "Kadınlar genelde daha kolay hallediyor yahu kullanın bu durumu." dedi. Bu ne demek? Daha bunun gibi onlarca iğrençlik sadece bir ay içinde oldu. Bir ay çalışıp sonra kaçar gibi işten ayrıldım. Ondan önce stajyerken de canım çıkıyordu yine ağlıyordum buralarda. O iğrenç yerden sonra çalıştığım yer de burası işte. Masam var, çok rahat, eve yakın, maaşım zamanında ödeniyor. Artıları bunlar. Ve bu artılar normal şartlarda insanın çalıştığı yerden minimum beklentisidir zaten. Ama ben bunlara artılar diyorum neden? Çünkü piyasa berbat.

İşte bu yüzden midem ağrıyor. Bu yüzden, İstanbul'da çalışan bir avukatla karşılaşırsanız ve kendine ait bir ofisi yoksa sakın üstün falan görmeyin. Parası var muamelesi yapmayın. İki dilekçe yazacak zaten fazla para istiyor demeyin. O dilekçeyi hukuki olarak sizi hiçbir hak kaybına uğratmadan yazabilmek ve doğru bilgileri, doğru kanun maddelerini ve Yargıtay kararlarını kullanmak için 4 sene eğitim aldığımızı unutmayın. Sahip olduğumuz tek şey bilgi ve genel olarak çoğumuz köle gibi çalışıyoruz. Ve sadece bilgi kölesi de değiliz. Bedenen de köleyiz. Sabahın köründe kalkıp metrobüse binme çabaları, Büyükçekmece Adliyesi'ne gitme çabası, hacze çıkmamız ve orada tehdit edilmemiz, sadece alacaklı ve işverenimizin talebiyle gittiğimiz hacizde sanki parayı cebimize atıyor gibi bir sürü hakarete maruz kalmamız... Bir gün adliyeye yolunuz düşerse ve koşturan insanlar görürseniz sakın memur ya da vatandaş sanmayın he. Bizizdir. İş yetiştirmeye çalışan, yetiştirmesi imkansız olan işi yetiştiremezse gereksiz yere azar yiyip rencide olacak olan avukatlardır.


İstanbul, sevgilim henüz iş bulamadı. En yakın arkadaşlarımdan biri, Berlin, şu an bir büroda çalışıyor. Maaşını hiç doğru düzgün alamıyor. 4500 TL'si içerde. Mobbing'e maruz kalıyor. İşveren avukatı BMW'den sonra şimdi de Audi aldı...
Neden dava açmıyor neden şikayet etmiyor? Çünkü adamın bütün malları kayıt dışı. Hem vergi dairesine hem İstanbul Barosu'na eşek yüküyle borcu var. Üzerine kayıtlı hiçbir şey yok. İşten çıksa olan parasına olur. Yeni iş de bulamaz. Şu anda evlenme arifesinde. En azından arada para alabiliyor diye çıkamıyor. Diğer yakın arkadaşım Roma, şu an Adana'da ofis açtı. Borç batağında. Stopaj vergisi, bağkur ödemeleri, öğrenci kredisi borcu.

Galiba midem hep ağrıyacak. Allah'a binlerce kez şükürler olsun, hayatta çok daha zor şeyler var farkındayım. İnsanlar savaşın içindeler, hastalıklarla boğuşanlar var... Onları düşününce utanıyorum. Ama işte, uzaktan güzel görünen bir hayatın içine girince, bir insanın boğuştuğu şeyler bazen gerçekten kendisini boğuyor. Hatta boğuştuğu hiçbir şey olmasa da o insan bozuk psikolojisiyle kendisini boğabiliyor. Yani bazen ne kadar şükretsek de nankörce mutsuz oluyoruz...

Herkese iyi haftasonları...

18 Ekim 2016 Salı

Tavsiyelerim #5

Hepinize güzel bir hafta diliyorum. Her zaman müzik tavsiyesiyle başlardım ama artık filmle başlayacağım çünkü ruhumu daha çok dinlendiriyor.


Film

The Secret In Their Eyes ( El Secreto de sus Ojos)

Imdb puanı: 8.2
Yönetmen: Juan José Campanella
Oyuncular: Ricardo Darin, Soledad Villamil. Pablo Rago

Bu filme benim verdiğim puan 10. Şu ana kadar sonundan en çok keyif aldığım film bu. Bu filmin en güzel yeri sonu. Filmin tamamı keyifli ama sonunu izleyince gerçekten kalben ve vicdanen büyük bir rahatlama hissi veriyor. Özellikle ülkemiz gibi kadına şiddetin had safhada olduğu bir yerde insan daha da hırsla izliyor böyle hikayeleri. Ne desem spoiler olur. Kesinlikle izleyin.



Müzik

Spotify

Spotify'ı bilmeyen ve kullanmayan kalmış mıdır bilmiyorum ama ben kullanmaya başladığımda benim çevremde kullanmayan ve benim önerimle kullanmaya başlayanlar olduğundan buraya da yazmak istedim. Ben indirdiğimden beri başka hiçbir yerden müzik dinlemedim. Spotify inanılmaz büyük bir online müzik arşivi. Sanatçılar telif hakkı sorunu çıkarmıyorsa, bu arşivde bulamayacağınız bir parça olduğunu düşünmüyorum. Ben şu ana kadar aradığım bütün şarkıları buldum. Çoğu müzik dinleme uygulaması gibi istediğiniz şarkıları listenize ekleyip sonradan çalabiliyorsunuz. Ama bence en güzel özelliği hazırlanmış bir sürü liste olması. Hem müzik türlerine, hem modlara göre hazırlanmış binlerce müzik listesi var. Arkadaşlarınızı yemeğe çağırdıysanız direk Dinner With Friends listesinizi açabiliyorsunuz. Meditasyon ya da yoga yapıyorsanız ona uygun bir liste açıp dingin bir müzik dinleyebilirsiniz. Uykuya dalmada zorluk çekiyorsanız, modunuzu yükseltmeye ihtiyacınız varsa, romantik şarkılar açmak istiyorsanız... Hepsi için ayrı listeler var. Ama mobil uygulamasında ki eksiği var, o eksikleri de Spotify Premium alalım diye eksik bırakmışlar zaten. Biri internet yokken dinleyememek, diğeri de isteğiniz şarkıya tıklayamamak. Yani Premium kullanmıyorsanız kendi listeniz de dahil tüm listeleri karışık çalıyorsunuz. Tabi uygulamayı telefonunuzdan değil de Ipad ya da bilgisayardan kullanıyorsanız karışık çalmak zorunda değilsiniz, şarkı seçebiliyorsunuz.





Bence en güzel özelliği size özel Haftalık Keşif listesi hazırlaması. Bu liste sizin dinlediğiniz ve listenize aldığınız müzik türlerine uygun olarak size özel bir liste hazırlıyor ve bu liste her Pazartesi yenileniyor. Sürekli yeni şarkılar keşfedebiliyorsunuz.

Spotify Premium aylık 9.99, ama bazen 3 aylık 99 cent gibi kampanyaları olabiliyor. Ben bir kere yapmnıştım.


Kitap

Tom Robbins - Parfümün Dansı

Bu benim okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. Alobar isimli kralın hikayesiyle başlayıp, birkaç farklı hikaye ile devam ediyor. Bu sırada Alobar Kudra ile karşılaşıyor ve kitap aslında onların yolculuğu ve ölümsüzlük arayışları üzerine oluyor. Kitabın başında ayrı ayrı anlatılan bütün hikayeler çok ilginç bir şekilde birleşiyor. Bitirdikten sonra bir süre etkisinden çıkamamıştım. Hatta estetik ameliyatımdan çok memnun kaldığım için doktoruma da bir tane hediye etmiştim. O kadar değerliydi benim için yani. Umarım siz de beğenirsiniz.


Fotoğrafı kim çektiyse çok güzel çekmiş, üzerine kaynak belirttiği için kullandım, umarım sorun değildir.


Tom Robbins


Kozmetik/Bakım

Pantene Keratin Onarıcı E Vitaminli Yağ



Saça sürülen yağlardan daha önce Loreal'in Extraordinary Oil'in sarı kapaklı olanını deneyip memnun kalmıştım. Tekrar ondan alacaktım ama Paris'in ve Gratis çalışanının ısrarları sonucu bunu aldım, iyi ki de almışım. Hem çok güzel kokuyor hem de yumuşacık yapıyor. Aslında benim için en kullanışlı özelliği şu; banyodan çıktıktan sonra ıslak saçıma sürüp tam kurutmadan yatıyorum. Sabah kalktığımda kabarıklık olmadan doğal dalgalar oluyor saçımda. Normalde nemli saçla yatınca sabaha papaz gibi olurum ama bu yağ o durumu engelliyor. Sonra sabah kurumuş saçıma da birazcık sürüyorum baya güzel oluyor. Isıya maruz kalmadan güzel görünüyor, bu benim için çok önemli. Loreal Extraordinary Oil ile karşılaştırırsam, Loreal kuru saçtaki kabarıklığı sanki daha iyi alıyordu, ama Pantene ıslak saça sürüp yatınca sabah verdiği dalga ve kabarmayı önlemesi açısından daha iyi. Yani ıslak saçta Pantene, kuru saçta Loreal.

Aplikasyon

Trafi

Bu aplikasyonu sevgilim bana gösterdiğinde ağzım açık birkaç saniye bakmıştım. Ben İstanbul'da yaşadığım için baya işime yarıyor. Hemen anlatayım. Şimdi mesela Taksim'den Büyükçekmece'ye gideceksiniz, ama nasıl? Kaç ayrı şekilde gidebilirsiniz, hangi toplu taşıma araçlarını kullanmalısınız, o araca hangi duraktan binebilirsiniz, size en yakın durak nerede, başka bir güzergah kullanabilir misiniz, hangi güzergah kaç dakika ve kaç para tutar?...... Arama butonuna basıyorsunuz, çıkış ve varış noktalarınızı seçiyorsunuz ve size ayrıntılı olarak kullanabileceğiniz toplu taşıma yollarını listeliyor. Listede en üstte tavsiye edilen yol oluyor. Bu yol genelde en kısa süreni oluyor. Listeden tercih edeceğiniz güzergahı seçiyorsunuz. Şuraya git, indikten sonra şu kadar yürüme mesafen var, oradan şu araca bin, şu kadar para vereceksin, şu kadar sürecek.... Yani benim için inanılmaz bir uygulama.









Bütün toplu taşıma araçlarına bu uygulamadan ulaşıp, hareket saatlerini ve duraklarını görebiliyorsunuz. Ayrıca trafik sıkışıklıklarını, kapalı yolları ve kazaları da gösteriyor.

Türkiye'de şu an İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Kayseri ve Konya'da kullanabilirsiniz. Onun dışında kullanabileceğiniz yerlerin tamamı:

Bulunduğu şehirler:Türkiye:
• İstanbul - "IETT" otobüsleri ve metrobüsleri, metro, "Marmaray", tramvay, füniküler, deniz ulaşımı (Şehir Hatları vapurları, IDO, Turyol, Dentur, Prenstur) ve hatta dolmuş ve minibüsler
• Ankara - "EGO" otobüsleri, metro, "Aksaray", teleferik
• İzmir - "ESHOT" otobüsleri, metro, "İZBAN", "İZDENİZ" deniz ulaşımı
• Bursa - "BURULAŞ" otobüsleri, "BURSARAY" metro, tramvay
• Adana – otobüsler, metro
• Kayseri – otobüsler, “Kayseray” tramvayları
• Konya – otobüsler, tramvaylar

Bunun dışında
Brezilya, Rusya, Tayvan, Hindistan, Endonezya, Litvanya, Letonya ve Estonya'da bazı şehirlerde var.

Bu tavsiyeler de bu kadar. Umarım faydalı olur. :)) İyi haftalar.









30 Eylül 2016 Cuma

Eylül Sonu, 2017 Hedefleri

Bir Eylül ayının daha sonuna geldik…Yani benim için bir senenin daha sonuna geldik. Benim yeni yılım Eylül’de başlar. Önceki Eylül ayında koyduğum hedefleri, yaptığım planları, kurduğum hayalleri gözden geçiririm ne kadarını gerçekleştirebilmişim diye. Sonra da yeni yılın planlarını yaparım. Hatta geçen yıl herkes kendi planlarını hayallerini yazsın diye mim başlatmıştım, mim yeni yıl planları diye başlayınca herkes “iyi de henüz yeni yıl değil ki” moduna girmişti :D Ama olsundu :D



Bakalım 2016 hedeflerim neymiş:

Ruhsatımı alıp, tatmin edici boyutta mesleki tecrübe kazanmak +
Ruhsatımı aldım ve ilk senemde yeterince tecrübe kazandığımı düşünüyorum. Davacısı gelmediği için düşecek davayı neredeyse devam ettirecek olmam, 65 yaşındaki müvekkile “Türkiye’de ortalama yaş 70 zaten” demem, karşı tarafın sözlü yargılama aşamasında keşif kararı aldırmasına itiraz edememem, kalem memurunu akşam 4'te tapu müdürlüğüne gitmeye ikna etmem, bir sürü şehir dışı duruşmasına gitmem, bir sürü dosyadan saçlarım yardımıyla gizlice fotoğraflar çekmem… Yani 10 aylık avukat olarak az da olsa tecrübe kazandım. Checked!

İngilizcemi yeterli düzeye getirmek, mümkünse sınav yeterliliği -
He canım he. Bir filmi tamamen İngilizce izlesem çoğunu anlayacak olmama, hatta Clinton-Trump karşılaşmasını İngilizce izleyebilmeme rağmen, Viyana tatilinde garson kıza self servis mi yoksa masaya siz mi bakacaksınız cümlesini kuramadım. Yaşadığım rezilliği şöyle aktarayım:
-Is it self service?
-What?
-Self service?
-Wha, what?
-You give the meal? (“You take the meal?” da demiş olabilirim şu an hatırlayamadım)
-…
Yani geliştirdim de diyemem geliştirmedim de diyemem. Okumada ve dinlemede okey, konuşmada ilkokul 1.

Sevgilimle yeni bir ülke görmek. +
Yessss!!! Viyana, Avusturya. Çok güzeldiiiii.

Yıl sonuna kadar 30 kitap bitirmek -
Kim beautiful? Mehtap beautiful?
No father no.

Piyanoda hiç olmazsa bir parçayı mükemmel çalmak. +
Evet bir parçayı çalıyorum. Ama garip olan piyanoda sadece bir parça çalabilmem. Geri kalan hepsini unuttum. :D:D

Terapi kitabımı bitirmek -
Anksiyetemin atı alıp Üsküdar’ı geçtiği günlerde elime alıp, yeniden iyi hissetmeye başladığımda bıraktığım için yarım kalmış iki terapi kitabım var. Ama onlar bitecek.

Pilatese başlamak +
Yes. Başladım, bir beden inceldim. Thank you Fitness Blender. Pilates salonlarına ölümüne para harcamadan, haftada 3 gün, günde yarım saatlik egzersizle, 1 ayda 1 beden inceldim. Pantolonlarımı kemerle giyiyorum. Yazısını yazarım.

Para biriktirmek -
Anneme verdiğim cevap: Tabiiiikisi biriktirdim, biriktirmesem nasıl tatile gidecektim? :D

Hayal panosu yapmak -
Hala yapamadım, çünkü onu yapınca odana asmak falan gerekiyor, gözünün önünde olması gerekiyor. Ama bende onu asacak özel bir alan yok. O yüzden yapmaya hevesim de yok.


Offff geçen sene de 4 tane (+) 5 tane (-) vardı bu sene de aynı.. Ama olsun bu hayatımda 4 hedefi daha gerçekleştirdim demek. Önemli olan bunların olumlu etkilerinin devam etmesi. Geçen sene yazdığım yazıda da aynısını söylemişim ama cidden hiç büyük hedefler koymamışım. Biraz büyüteyim de daha çok çabalayayım bare. Şimdi 2017 hedeflerini yazalıııımmm;

  • Sevgilimle bir yeni ülke, 2 yeni şehir görmek
  • Mesleğime dair bir kariyer hedefi seçmek
  • Yarım bıraktığım 2 terapi kitabını da bitirmek
  • En az 30 kitap bitirmek
  • Pilates yapmaya devam etmek ve sağlıklı seçimleri yaşam şekli haline getirmek. 24’ü devirdik sonuçta.
  • Para biriktirmek.
  • Piyanoda en az iki şarkıyı mükemmel çalmak ahahahsgfg
  • Hayalimdeki web siteyi açmak
  • Yeşil masa lambası almak
  • Tarih öğrenmek.

Şimdilik hedefler bunlar. Hadi bakalım.

24 Eylül 2016 Cumartesi

Biraz Saygı, Biraz Sevgi...

Bir sene çalışıp 1 haftasında tatil yapmaktan ibaret olan hayatımızda çok şükür ki dini bayramlarımız var da benim gibi sert patronu olan insanlar da tatile gidebiliyor. Adli tatil döneminde pek fazla iş olmadığını bilen 40 yıllık avukat olan patronum bana işler yoğun diyerek izin vermedi. Ve ben bütün adli tatil dönemi boyunca ofiste dizi izledim, oyun oynadım... Tabi ki arada iş oldu ama her gün oyun oynama fırsatım da oluyordu. Sonuç olarak aslında tatile gidebilirdim. Çok şükür ki Kurban Bayramı tatili vardı. Sevgilimle belki patronum izin verir umuduyla uçak biletlerini bayram dönemine almamıştık. Çünkü her yer inanılmaz pahalıydı. Tam tatile gitmekten vazgeçmiştik ki, Viyana yardımımıza yetişti. Hem uçak biletleri ucuzdu, hem de otelleri. Avusturya ile şu havaalanında yayınladıkları yazı yüzünden aramız kötü olsa da, ülkede darbe olsa ve yurtdışına çıkışlarda sorun yaşansa da, biz vizemizi almayı başarıp doooğru Viyana'ya gittik. 5 gün kalıp şehrin altını üstüne getirip döndük. Gidenler hep turla üç beş yer dolaşıyor ama biz hiç öyle yapmıyoruz. Birilerine bağlı olarak kalabalık bir grupla gezmeyi ya da bir şehrin yemeklerini, kültürünü yeterince tanıyamadan 2 gün içinde ayrılmayı sevmiyoruz. Geçen sene Paris'te yaptığımız gibi Viyana'nın da en ünlü yerlerini gezip, sarayının içine girip, en ünlü kafelerine gidip, hayvanat bahçesinden çıktık. İstanbul'la baş başa 6 gün geçirmek çok iyi geldi. Baya da eğlendik. İnanılmaz fazla Türk vardı. Hatta Avusturyalıdan çok Türk gördük. Geçen senenin de bu senenin de tatil yazılarını gideceklere yardımcı olması için yazmak istiyorum aslında. İnşallah zaman bulurum.


Cuma günü tatilden döndükten sonra işe başlamadan önce dinlenmek için 2 gün vaktim olacaktı. Ama Berlin 22 Ekim'de evleneceğinden ona gelinlik bakmak için söz vermiştim. Bütün cumartesi Fatih'teki gelinlikçileri dolaştık. Çok güzel gelinlikler de vardı ama genel olarak biraz kalitesizdi. Zaten boşu boşuna dolaşmışız çünkü Berlin pazar günü damat beyle çıkıp kendi istediği model yerine onun istediği modeli almış. Ve aldığı modelden cumartesi günü bir tane bile denememişti. Neyse, olan benim cumartesi günüme oldu sonuç olarak.

İş bu sıralar iyi gidiyor çünkü yoğun. Ben çalışmayı boş oturmaktan daha çok seviyorum çünkü en azından zaman geçiyor. Bir de psikolojik yönü var tabi ki. Beni tanıyanlar artık biliyor yaşadığım psikolojik problemleri. Boş oturmak insana daha çok düşünecek zaman veriyor ve bu pek iyi olmuyor benim gibi anksiyetesi olan insanlar için. Anksiyete demişken... En son yazdığım yazının altına bir izleyicim öyle bir yorum bırakmış ki... O yorumdan sonra bir hafta anksiyete krizleri geçirdim biliyor musunuz... Sürekli olarak çok kötü rüyalar görüp ağlayarak uyandım. Çok şükür bol bol dua ettim ve kendimi daha iyi hissettim. Şu anda da iyiyim. Ama psikolojik rahatsızlığı olan insanlara yorum yazarken bu kadar düşüncesiz olmayı ben gerçekten anlayamıyorum. Ancak kötü niyetle açıklayabiliyorum. Kendisine gereken cevabı verdim ama tekrar o şekilde bir yorum gelirse direk engelleyeceğim. Rica ediyorum biraz daha hassas olalım birbirimize karşı.

Cidden Allah insanlara taşıyamayacağı şeyi vermiyor.  Ben mesela tanınmış biri olsaydım, ne bileyim ünlü olsaydım ya da youtube kanalım olsaydı kaldıramazdım. Herkesin dediği her şeyi o kadar umursardım o kadar takardım ki hayatı kendime de etrafımdaki herkese de zehir ederdim. Tanınmış insanlar nasıl kaldırabiliyor o kadar kötü eleştiriyi? Mesela bloggerlara bakarsak, Görkem Karman. Kendisini çok severim. Bazen çok fazla konuşuyor evet ama olsun onun tavsiyeleri her zaman iyi sonuç verir. Bir ürün alacağım zaman ilk onun yorumuna bakarım. Kendisine gelen kötü eleştirileri tahmin edemezsiniz. Dış görünüşüne bazen o kadar kötü yorumlar yapıyorlar ki... Kızcağız neredeyse dudak dolgusu yaptıracakmış kötü eleştiriler yüzünden. Duygu Özaslan da çok kötü eleştirilere maruz kalıyor mesela. Hem kendisinin yeterince samimi olmadığını düşünenler var hem de sevgilisine inanılmaz kötü şeyler söyleyenler, yakıştırmayanlar var. Yani olabilir, bunları düşünebilirsiniz ama söylememelisiniz. Söylemeye hakkımız yok. "Nasıl yok, yorum kısmı açık" demeyeceğiz. O zaman günlük hayatımızda da herkesin ağzı açık kimseninkini torba gibi büzemiyoruz ama biri size hakaret edince hemen kızıyorsunuz değil mi?

Demem o ki, insanlara yorum yaparken biraz dikkatli olalım. Ben şu ana kadar her zaman karşımdaki kırılır mı diye düşündüm. Zor durumda olduğunu düşündüğüm biri varsa elimden geldiğince bildiğim bir konuysa tavsiyede bulunmaya çalıştım. Herkes böyle yapsın. Birine kötü yorum yazınca siz iyi olmuyorsunuz. İnsanlar kendilerini değiştiremezler. Ben de isterdim çok daha iyi olmayı, bu kadar psikolojik probleme sahip olamamayı...Ne bileyim Görkem daha kalın dudak isterdi belki, Duygu kendisine ve sevgilisine saygı duyulmasını isterdi. Ama durum bu. Kendimizle, seçimlerimizle, diğer insanlarla ve onların seçimleriyle yaşamaya alışmak zorundayız. Eğer alışmazsak, kırılmaya da hazırlıklı olalım.

Saygı ve sevgi dolu günler dilerim hepinize...






29 Ağustos 2016 Pazartesi

Hayattaki Sorunları Nasıl Aşabiliriz? Anksiyete ve Düşünce Bozukluğu Hakkında #2

Yaşadığım psikolojik durumu ayrıntılı olarak anlattığım ve kendimce bulduğum çözüm yolunu yazdığım yazı için buraya tıklayabilirsiniz.

Tam önceki yazının devamını getirmeye hazırlanıyordum ki, anksiyeteden çok daha kötü bir psikolojik problem yaşamaya başladım... Küçükken yaşadığım, aslında çoğu çocuğun yaşadığı bir durumun bana hissettirdikleri, bende travmatik bir etki bırakmış. Daha önce de psikologa gidip bu sorun için tedavi görmüştüm ve uzun süredir tekrarlamamıştı. Ama bir arkadaşım yüzünden şimdi tekrar yaşıyorum. Bu yüzden bir türlü anksiyeteyle ilgili yazının devamını getirememiştim. Ama tam da böyle bir psikolojik çıkmazın ortasındayken yazmak belki bana da iyi gelir diye düşündüm. Anksiyete, düşünce bozukluğu ve hatta herhangi bir psikolojik sorun yaşayanlara yardımcı olabilecek birkaç önerim olacak.

          

İlk önerim, İyi Hissetmek isimli kitap. Bu kitap kişisel gelişim kitabı değil. Kitabın yazarı psikiyatrist Dr. David Burns, kendi kendinizi tedavi etmenize yardımcı olan, kötü düşüncelerinizle mücadele etmenizi sağlayan, insanlarla ilişkilerinizi düzeltmeyi amaçlayan çok yararlı bir kitap yazmış. Pennsylvania Üniversitesi psikiyatri kürsüsü profesörü Dr. Aaron T. Beck tarafından geliştirilen bilişsel terapi yöntemini açıklıyor, kendisi bu kitabın önsözünü yazmış. İçinde bizi depresyona sürükleyen olumsuz düşüncelerden kurtulmaktan, insanlarla ilişkilerimizde kontrolü sağlamaya kadar bir sürü konuda yardımcı olacak psikolojik yöntemler var. Bu yöntemler hem tek başınıza hem de yakın bir arkadaşınızla uygulayabileceğiniz yöntemler. Ben çok faydasını gördüm, hala da okumaya ve yöntemleri uygulamaya devam ediyorum. Sizinle içindekiler bölümünü paylaşayım:    

                                  


                                   

Gördüğünüz kitap benim kullandığım kitap. Kendimce işime yarayacak şeyleri içindekiler bölümüne ekledim. Yazım aslında o kadar kötü değildir. :)


Önereceğim ikinci kitabı, öfke kontrolümü sağlayabilmem için bana psikologum önermişti. Bu kitap da Dr. Dennis Greenberger tarafından, yine Dr. Aaron T. Beck'in yöntemi esas alınarak yazılmış ve kitabın önsözünü yine kendisi yazmış. İçindeki yöntemleri bir süre uyguladım. Kitabı bitirmememe rağmen sadece okuduğum kısmı bile kontrolü sağlamama çok yardımcı oldu. Kitabı kesinlikle tamamlayacağım. Eğer verdiğiniz tepkileri kontrol etmek, insanlarla ilişkilerinizde haklıyken haksız durumuna düşmemek, çevrenizde sinir hastası olarak tanınmaktan kurtulmak istiyorsanız, size çok yardımcı olacağına emin olabilirsiniz. Yalnız bu kitap iki ayrı versiyon olarak yazılmış. Biri bizler için diğeri psikologlar ve psikiyatristler için. Doktorlar için olanın üzerinde "Klinisyenin El Kitabı" yazıyor zaten onu almayacaksınız. Bu kitabın da içindekiler bölümünü paylaşayım:

                                  


Bu kitapları okuyun, içindeki yöntemleri kesinlikle uygulayın. Tamamen geçecek demiyorum ama en azından umut verecek ve belki de biraz olsun iyi gelecek. Belki de psikologa gidene kadar size biraz zaman kazandırır.

                                 

Bu kitapları okumakla bitmeyecek tabi ki. Hayat tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor. Nefes almayı, su içmeyi, gün içinde yaptığımız şeyleri ve nasıl davranmamız gerektiğini tekrar öğrenmemiz gerekiyor. 

Mutlu ya da en azından huzurlu olmak sadece bugün için istediğiniz bir şey olmamalı. Gülümseyen bir insan olmak, yakınlarınızın sizinle vakit geçirmekten keyif alması, derdi olduklarında size danışabilmeleri, siz odaya girdiğinizde odanın aydınlanması... Bunlar kolay şeyler değil. Ben de tam olarak o noktada değilim ama çabalıyorum. Bir nebze de olsa iç huzurumu sağlayabiliyorum. 

Kitaplardaki yöntemleri uygularken ben hem günlük hayattaki alışkanlarımı değiştirmeye, hem spor yapmaya hem de yoga ve meditasyon yapmaya çalışıyorum. Tabi ki hepsini aynı anda yapamıyorum bazen ama olsun. Deniyorum. :)) Yaptığım her şeyi yazmaya devam edeceğim.

Zorlanırsanız yazın, dertleşelim. 

Sessiz bir beyin, musmutlu günler diliyorum. :)



22 Ağustos 2016 Pazartesi

16 Haziran 2016 Perşembe

Yapamıyorum

Gerçekten çok zorlanıyorum. Psikolojik sorunlarım geçti diyebileceğim bir gün gelecek mi bilmiyorum. Ama şu an tek sorun o değil. İşte çok yoruluyorum. Hata yapmadığım zaman bile sorumluluk benim üzerime kalabiliyor. Bazen idare etmekte zorlanıyorum.

Eve geldikten sonra ne ara yemek yiyorum ne ara duş alıyorum bilmiyorum. Yorgunluktan ölüyorum. Normal şartlarda gece İstanbul'la konuşmadan kesinlikle uyumuyorum. Ama bu ara onunla da çok sık konuşamıyoruz. Aslında biraz limoniyiz. İnşallah en yakın zamanda eski minnoş hallerimize döneriz.

Biraz önce evi süpürdüm. Biraz önce derken, şu an saat 22:17. Saat 20.10 gibi eve gelebildim, yemek yedim ve evi süpürdüm. Kaç haftasonu evi annem temizledi, sitem etti bana. Diyorum bırak ben cumartesi akşamı ya da pazar günü yaparım ama yok. Cumartesimo ev temizlenmiş olacak. Ama ben de haftada bir gün sevgilimle buluşuyorum... Pazar günü de insan zaten pazartesi sendromuna giriyor, ne yapayım cumartesiyi temizlik için evde mi geçireyim mantıklı olan bu mu? Neyse ben de gıcık oldum evi süpürdüm. Yarın akşam da toz alırım.

Of çok kötüyüm arkadaşlar. Valla çok yorgunum. Bitiğim. Allah'a binlerce kez şükürler olsun her şey için. Nankörlük yapmak istemiyorum ama ben gerçekten artık yapamıyorum.

26 Mayıs 2016 Perşembe

Mutlu Son?

Hayat devam ediyor. Elbette anksiyete ve düşünce bozukluklarıyla... Aslında çoğu anksiyete ataklarını aşabiliyorum. Sevdiklerimin ölümüne ilişkin kafamda beliren senaryolar, hata yapma korkum, herhangi bir şey için kendime ettiğim işkenceler... Bunlar azaldı. Aslında bunlar kolay oldu. Bana asıl zor gelen başka bir düşünce bozukluğunu yenmek. Küçüklüğümde yaşadığım bir travma yüzünden, olayı yaşarken hissettiğim gerginlik ve suçluluk, bu yaşımda ne zaman gerilsem, korksam ya da suçlu hissetsem önümde beliriyor. Küçükken yaşadığım o basit travma sırasında ne hissettiysem, vücudum ne tepki verdiyse aynı şeyleri hissediyorum ve küçükken nasıl suçluluk duyduysam şimdi de duyuyorum. Bunu psikologumla aşmaya çalıştık, bir yöntem uyguladı ama gerisi senin elinde dedi. Eğer en küçük şeyde kendini suçlarsan bunu hissedebilirsin, önemli olan hissettiğin anı önemsememek. Boşver, o an ne hissettiysen hissettin, kendini sorgulama, suçlama. Suçlarsan takıntı haline gelir. Bu yaşadıkların küçükken yaşadığın şeyin arta kalanları, başka bir sebebi ya da anlamı yok...

İşte ben de şu an umursamamayı öğrenmeye çalışıyorum. Daha önce bu düşünce bozukluğum vardı ve yendim. Şimdi başka bir olay sebebiyle, işe başlamam ve iş ortamında gergin olmam sebebiyle tekrarladı. Ben hayatı buna rağmen çok seviyorum, başka çarem de yok zaten. Biliyorum ki ben kendimi böyle kabul ettiğimde ve oluruna bıraktığımda geçecek. Ah bir yapabilsem. 

 


Dün gece yine ağlayıp Allah'a isyan ettim. Bana bu psikolojik sorunları verip neden yalnız bırakıyorsun dedim. Ama sonra nasıl pişman oldum, nasıl korktum ve üzüldüm anlatamam. Şu an da gerçi biraz isyan modundayım ama daha sakinim. Artık mutluluk diye bir gerçeklik olmadığını, mutluluğun heyecan gibi anlık bir duygu yoğunluğu hissi olduğunu anladım. 25 yıldır kandırmışlar, kandırmışım. 

İş ne iyi ne kötü gidiyor. Bazen geriliyorum. Ama staj yaparken ne kadar yorulduğumu ve ne kadar yoğun çalıştığımı düşünürsek rahat bile sayılabilirim. Şu an adli tatil döneminde izin alabilir miyim diye düşünüyorum sürekli. Temmuz ayında sadece 4.5 aylık kıdemim olacak bir yılını doldurmadın diyebilir. Ama avukatların bir yıl doldurmadan bir haftalık ücretsiz izne çıkma hakları var, onu söylesem ayıp mı olur? Olmadı 9 güne uzatacaklarını düşündüğüm ramazan bayramında mı gitsem? Nasıl soracağım ya bu işlerde hiç iyi değilim.

Geçtiğimiz hafta bir müvekkil adayıyla görüştüm. Kendisine boşanma davası için dilekçe ve protokol hazırlayacağım ama adamdan ücretimi isteyemedin bir türlü. Tekrar arayıp söyledim zar zor ama ellerim nasıl titriyor görmeniz lazım. Ben neden böyleyim ya insan hakkını isterken bu kadar zorlanmamalı. Neyse bir önemi yok ki zaten bütün bunların.

Bazen ancak ölünce geçecekmiş gibi hissediyorum. Ama İstanbul benim mutlu olmamı çok istiyor, ben de onun. Onu çok seviyorum, onunla yaşamak ve keşfetmek istediğim çok şey var. Ben de hayatımı İstanbul'u mutlu etmeye, onunla mutlu olmaya adadım, hem anlam kazanmış olur. Belki onu mutlu ederken yanlışlıkla ben de mutlu olurum. Mutluluğun gerçek bir şey olduğunu anlarım falan mutlu son.

2 Mayıs 2016 Pazartesi

Güzel Cumartesi

3 sene sonra cumartesi günü ilk defa psikoloğumla görüşmeye gittim. Problemim sandığım kadar büyük değilmiş çok şükür. :)) Bana hissettiklerimin sebeplerini ve nasıl karşılamam gerektiğini anlattı. Bundan sonra devamlı olarak gelmene gerek yok, aşabilirsin dedi. Kısaca, umursamayacağım. Hissettiğim ancak hissetmek istemediğim şeylerin sebepleri yine benden kaynaklanıyor, gerçek değiller. Ve ben umursamazsam gidecekler. Hadi bakalım...

Psikologa gittikten sonra İstanbul'la buluştuk. Öyle güzel bir gün geçirdik ki, ne zamandır bu kadar huzurlu hissetmemiştim. Eve geldikten bir saat sonra migrenim başladı. Önce midem bulanıyordu, sonra da baya başım ağrıdı. Başka bir rahatsızlığımdan dolayı bir hafta kullanmam gereken bir ilaç var. Baş dönmesi ve uyku yapıyor. Hepsi birleşti ama ben yine de yılmadım, cumartesi gecesini kahvem, çubuk krakerim, Spotify ve Youtube'la geçirdim, gece 3'te yattım. Aslında ne kadar küçük mutluluklar yetiyor insana. Bu mutlulukların tadını çıkarmak yerine kendi düşüncelerimizin esiri oluyoruz. Şöyle bir düşününce, asıl önemli olan mutluluk değil huzur bence. Huzurlu olunca ruh halimiz çok mutlu da olsa melankolik de olsa çok sorun olmuyor. O gün bir şekilde geçiyor. Ama huzursuz olunca, ya gerçekten ya da psikolojik olarak bir problemimiz var demektir. Ve mutluluk dediğimiz şeyin hiçççbir önemi kalmıyor.

Psikologumun ofisi Fulya'da olduğundan ve İstanbul'la Beşiktaş'ta buluşacağımızdan seanstan çıktıktan sonra Beşiktaş'a yürüyerek gittim. Ama uzun zamandır bu kadar keyif almamıştım. Yavaş yavaş, Fulya'nın yeşil ve sakin sokaklarından yürüdüm. Gratis'e girip bir şeyler aldım. Kızlar bilir ki Gratis'ten alınacak şeyler asla bitmez. Sonra çok süper bir aktara girdim. İstanbul uykuya dalmakta baya güçlük çektiği için ona özel bir bitki karışımı aldım, adı da uyku çayı. Bir de sarı kantaron çayı aldım. Antidepresan etkili bir çay kendisi. Bildiğiniz Prozac Xanax gibi antidepresanların hepsinde etken madde olarak bulunan bitki sarı kantaron işte. Kendinizi kötü hissettiğinizde bu çayı yapıp için, pamuk gibi olun.
Aktarda baya vakit geçirip garip garip otları kokladıktan sonra Beşiktaş'a geldim. Önce bir dükkana girip işte giyebileceğim iki üst aldım, sonra da Koton'a girdim. Ah girmeseymişim keşke. O kadar güzel küpeler olur mu...Ben çalışan insanım, cebimde kredi kartı var. Nasıl durayım a dostlar... Hem Paris'e, hem Prag'a hem de kendime küpe aldım. Sonra Kabalcı'ya girdim. Çok şükür İstanbul geldi de beni durdurdu. Ama gerçekten çok güzel bir yürüyüştü. Psikologtan çıkmış olmamın ve havanın muhteşem olmasının etkisi de büyüktü tabi ki.

 

İstanbul'la Beşiktaş'ta Şairler Kahvesi diye bir yere gittik. İnanılmaz güzel bir yer, kesin gitmelisiniz. Kahvenizi yuvarlak küçük bir tepside getiriyorlar. Yanında bir tane oreo bisküvi, minyatür bir vazoya konmuş küçücük bir papatya buketi ve eski ipe sarılmış papirüs kağıt geliyor. İpi çözüp kağıdı açtığınızda içinde ünlü şairlerin ünlü dizeleri yazıyor. Bana İsmet Özel, İstanbul'a da Cemal Süreya geldi. :)) Beşiktaş bugün baya baya taraftar dolu olmasına rağmen rahatsız edici değildi, baya güzel bir gündü.

Ama Beşiktaşlı taraftarlar, size bir sözüm var. Aslında bütün taraftarlar için bu söyleyeceğim. Gerçekten çok umursamaz ve pissiniz. Tabi ki herkes aynı değil, illa ki istisnalar vardır ama böyle bir pislik görmedim ben. Yahu Beşiktaş'ın taraftarlardan önceki ve sonraki halini resmetseler sanırsınız ki birkaç gün süren bir müzik festivali falan yapılmış. Bira şişeleri, vodka şişeleri, viski şişeleri.... Yerler rezil durumda...İnsan yediğinin içtiğinin çöpünü nasıl umarsızca yere atabilir? Ben hayatım boyunca bir sakız çöpünü bile yere attığımı hatırlamıyorum. Utanırım ben ya, o yolu benden başkaları da kullanıyor. Ayrıca kendi evinizde yere çöp atıyor musunuz? Ya da biraz temiz hava almak için çıktığınızda yerlerdeki çöplerden rahatsız olmuyor musunuz mesela?

İş durumlarına gelirsem, Bursalı dediğim bir avukat var ya ofiste. Çok dengesiz bir avukat. Bütün işleri kendi yapmaya çalışıyor, bize dosya vermiyor, patron yalakası. Patrondan çok patroncu denen tiplerden. Bir şey soruyoruz cevap vermiyor. Dalgınlık mı desem, umursamazlık mı... Bilmiyorum garip. Bayaaa baya boş oturuyorum. Biricik çok sevdiğim, cidden çok seviyorum aile dostumuz, patronum üç haftadır hastanede yatıyor. Tpp diye bir hastalığı varmış, kandaki trombosit oranı çoook düşükmüş. Haftalardır vücudundaki kanı değiştiriyorlar. İnşallah bir an önce dönecek ofise..
Bu arada bir buçuk ayımı doldurmama rağmen sigortam hala yapılmadı. Bu hafta yapılacak inşallah. Onu da asgariden yaparlar zaten. Güya hukuk bürosu olacaklar... Bir işçi davaları geliyor görmeniz lazım. İşçi yıllarca yıllık izin kullanmadan çalışmış, işveren yıllık izinlerin bedelini ödemeden nasıl işten çıkarırız, zorla izinleri kullandırabilir miyiz derdinde... O kadar büyük şirketler ki bunlar söylesem onların adına siz utanırsınız. Adamın yıllık izin ücretiyle mi zengin olacaksınız be, işçi emekçi insanlar işte. Ama avukat olunca böyle diyemiyorsunuz işte. İşverenin ödememe hakkı varsa, ne kadar işçiye ödeme yapılsın isteseniz de, ödememesi için hukuki zemini hazırlamanız lazım. Ama "hakkı varsa" dedim bakın, sonra yazık değil mi katakulleye (o kelime gerçek mi?!) getiriyorsunuz işçiyi demeyin, avukatlar yalancı demeyin ::D Biz sadece olan hakkını hatırlatıyoruz, yalan bir hukuki zemin yaratmıyoruz yani. Zaten yaratsak hakimler usulsüz der. Gönül ister ki o hakkı kullanmasın, işçiye versin bol bol, ama bu insanlar da böyle zengin oluyor galiba. Bizim maaşları elden verip sigortayı asgariden yaparak mesela... Ahh ah. Ne diyelim. İnsanlar iyi değil.

Ben böyleyim işte, siz nasılsınız??
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...