21 Mart 2015 Cumartesi

Siyasi Konulara Girmek İstemiyordum Ama...Barış Süreciymiş Ya Hani(!)

      Bu hafta içi yine canımı sıktı patronlarım. Bakırköy adliyesinde bir banka oturup ağladım. İstanbul'u aradım, biraz moralimi düzeltti. Sonra çalışmaya devam ettim. İnsan üstü bir şeyler bekliyorlar benden. Ben de işsiz kalmaktan ya da param olmamasından korktuğumdan oradan çıkıp başka bir yere girmeye cesaret edemiyorum. Ama bu ara canımı daha fazla sıkan başka şeyler var. Patronlarımdan biri bir ay önce benden bir dosyaya bakmamı istemişti. Bir arkadaşının dosyasıymış. Yıllar önce kapanmış olmasına rağmen ifade vermesi için çağrı kağıdı göndermişler. Gittim baktım dosyaya. Üniversitedeyken yurtta sağcı ve solcu öğrenciler arasında kavga çıktığı yazıyordu. Sağcıların Allah Allah diyerek saldırdığı yazıyordu ve solcularda bazı yasak kitapların bulunduğu yazıyordu. Ama yasak dediğimin yazarı da Öcalan şerefsizi. Ne yani dedim, bunun arkadaşı Öcalan'ın kitaplarını mı okuyormuş? Pkklı mıymış? Dosyadan almam gereken şeyleri alıp avukata verdim. Dün benden başka bir dosyaya daha bakmamı istedi. Cezası zamanaşımına uğramış, ama buna rağmen hakkında yakalama kararı çıkmış birinin dosyası. Cezanın kaldırılması kararı verilmesine rağmen neden yakalama kararı çıkarmışlar öğren dedi. Gittim baktım dosyaya, sanık 10 yıldan fazladır kaçtığından dolayı ceza maalesef zamanışımına uğramış ve cezasını kaldırma kararı vermek durumunda kalmışlar. Suç kısmına bir baktım, örgüt üyeliği diyor, açıklama kısmına bir baktım pkk diyor. Yahu diyorum bu kadın benimle dalga mı geçiyor? Arkadaşları pkklı mı? Peki bu onlara yardım ediyorsa bu da pkkya destek veriyor olabilir mi??? Memur emniyete bir yazı yazdı, cezasının kaldırılmış olduğuna dair bu yazıyı emniyete götürün dedi. Ben de içimden bir pkklı için asla bir şey yapamam, kağıdı yırtıp atsam da şerefsiz kaçmaya devam mı etse, yoksa bu kağıdı emniyete götür derse götürmem mi desem? diye düşünüyorum. En sonunda bu işe daha fazla bulaşmamaya karar verdim. Kağıdı avukata götürüp, kimliğiyle gidip şahsen bu kağıdı vermesi gerekiyormuş dedim. Zaten avukat da teşekkür etti ve kağıdı aldı. Bana bununla ilgili daha fazla iş verme yüzsüzlüğünü göstermedi. 

      Günde elli tane dosyaya bakıyorum. Bazen içeriklerini okuyorum, içeriği ne olursa olsun yapmam gerekiyor. Dosyayla şahsen ilgilenmediğim sürece, sadece evraklara bakarak etik olarak kendi inançlarıma ters bir şey yapmış olmam diye düşünüyorum. Ama bu konuda iç huzurum bozuluyor. Bugün ülkemiz, yıllarca insanlarımızın ölümüne sebep olan bir şerefsizin mektubunu canlı yayınla dinleyecek hale gelmişken, ben bana bu tarz dosyalara baktırmayın diyemiyorum. Bebek katili barış elçisi ilan edilmişken ve yüzsüzlük diz boyuyken ben patronuma karşı sesimi çıkaramıyorum. Ama emin olduğum bir şey var ki, eğer yerini bilseydim, hala yakalanamayan arkadaşının yerini bilseydim kesinlikle gidip polise söylerdim. Zamanaşımından dolayı bir şey yapamasalar bile, ben yapmam gerekeni yapmış olurdum. Neyse, öyle işte.



      Evet, cumartesi günü, ben evde yalnız başıma oturuyorum. Ve yaptığım her şeyle saatlerimi boşa harcadığımı düşünüyorum. Halbuki bütün hafta çalıştığım için boş oturmayı bile sevmem gerekirdi. Normalde ben evde yalnızsam İstanbul gelirdi ama hasta olduğu için gelemedi.

      Sanki bir şeyler yapmak zorundayım gibi hissediyorum. Yani iyi şeyler. Kitap okumak, piyano çalışmak, yüksek lisans ya da ales sınavları için çalışmak... Bilmiyorum. Çalışırken hiçbir şeyi yetiştiremiyorum. Kitabı sadece adliye servislerinde, yollarda okuyabiliyorum. Odamı iki haftada bir baştan aşağı toplayabiliyorum. Akşamları eve geldiğimde yemek yemek, duş almak, saçımı yapmak, bazen oje sürmek ve biraz dinlenmekle bütün zamanım tükeniyor. Yapabildiğim tek güzel şey İstanbul'la konuşmak. Ama bazen ona bile halim olmuyor. Ne yani hayatımız boyunca böyle mi olacak ? Yazın gitmek istediğimiz tatil için bütün sene çalışıp, bir hafta sonra tatilden geri döndüğümde yine çalışmaya devam etmek, hiçbir şeye vakit ya da para bulamamak... Hayatımız gerçekten bundan ibaret mi olacak? 

     

9 Mart 2015 Pazartesi

Peki ya mutsuzluğu kovmak yerine nasıl mutlu olunacağını öğrenirsek?

     Bugün ilk defa, emeğimle kazandığım para ile gerçek bir şey yaptım. Pasaport aldım!!! Çalıştım, biriktirdim... Hiç acımadan yatırdım 587 TL'yi. Haşırt diye, zerre kadar acımadım. Aksine o kadar gülümsedim, o kadar gurur duydum ki kendimle...
    Şu ana kadar alışverişlerimi, tatillerimi hep paramı kenarda tutarak yapmıştım. Ya öğrenci kredimden gelen paraydı, ya anne babamdan aldıklarımı kenara koyuyordum ya da çocuklara ders veriyordum. Ama bu gerçekten başkaymış. Emek vererek, ter dökerek, bildiğin koşarak kazandım o parayı. Cidden bazılarınıza çok saçma geliyor di mi bir pasaport için bu kadar sevinmem ^^ Ama ne yapayım, çok mutlu oldum ben.:))

     Ziraat bankasına girerken biraz korkuyordum. Pasaport almak istediğimi söyledim, parayı hesabımdan çekmelerini söyledim, sonra bildiğin sırıtmaya başladım. Hatta makbuzu imzalarken iyiden iyiye sırıtıyordum. Bankadan çıktıktan sonra sanırsınız ki para vermemişim de onlar bana para vermiş. Çok gururlandım. Allah'a binlerce kez şükürler olsun.


     Sürekli o mutluluğu, heyecanı yaşayamayız farkındayım. Ama ben kendimde şunu gördüm, bir şeyler değiştiği zaman o değişim hoşuma gittiyse ben mutlu oluyorum. Yeni bir defter ya da kalem almak, yeni bir kıyafet ya da çanta almak, yeni bir müzik grubu keşfetmek, yeni herhangi bir şey keşfetmek... Bir şekilde umut verici herhangi bir şey yapmak. 

     Umuda neden bu kadar ihtiyacımız var acaba? Sürekli bir şeylerin iyi gitmesini istemeye neden bu kadar ihtiyacımız var? Belki de kötü gittiğindeki durumdan kendini korumaktır umut etmek... Hep yaşayacağımızı, hep sağlıklı olacağımızı umut etmek mesela. Ölümün verdiği acıdan kaçmak için beyin hep yaşamı umut ediyor. Ayrılığın vereceği acıdan kaçmak için beyin hep sevgiliyle mutlu olmayı umut ediyor. Ya da sıkıntıyı, takıntıları bildiği için hep heyecanı, yeni şeyler keşfetmeyi umut ediyor... 

     Bugün meditasyon, vücudumuzdaki çakralar ve reikiyle ilgili bir sürü şey okudum. O kadar heyecanlandım ki... Belki de gerçekten ben de ruhsal olarak yüksek bir noktaya erişebileceğim, hislerim daha kuvvetli, zihnim daha berrak olacak. Daha dingin olacağım, daha bilge. Neden hep dahasını istedim? Olduğum kişiden memnun değil miyim? İki gözüm yetmiyor mu da üçüncüsünü açmak istiyorum? Nedenini çok iyi biliyorum. Şu anki mutluluğum daim olsun istiyorum. Biliyorum ki hayat bu. Çıkışları inişleri var dolayısıyla şu an ne kadar mutlu ve heyecanlıysam bunun düşüşü de olabilir. Ve ben o düşüşü bir şekilde engellemek istiyorum. Belki daha da yükseğe çıkarak düşüşü azaltmayı istiyorum, belki de düşmeye başladığım an ruhsal dengemi sağlayacak bir şeylerin varlığını istiyorum. Böylece düşüşten kurtulmak...

     Kişisel gelişim kitaplarını hep çok sevdim. İnsanlar bok attıkça ben sevmeye devam ettim. Ama ne var biliyor musunuz? Bence de saçma. Ama saçma olan birilerinin bizlere kişisel gelişmeyi öğretmeye çalışması. Kişisel gelişim aslında saçma değil. Bence kişisel gelişim kişinin ancak kendi geliştirebileceği bir yöntemle mümkün. Her insan kendisinin hangi alanlarda daha iyi olduğunu bilir, neyle daha mutlu olacağını bilir. Düşünün, müzik yapmayı seviyorsunuz ama geliştirmek için hiçbir çaba harcamıyorsunuz. Müzik yapmak, sizin kişisel gelişiminiz olacak o zaman. Ya da yazı yazmak, resim yapmak, meditasyon yapmak, doğayla baş başa kalmak, yürüyüş yapmak, sevdiğiniz mesleği yapmak, akademik kariyer yapmak, dil öğrenmek... Sizi ne mutlu edecekse onu yapmaktan, o konuda kendini geliştirmekten daha güzel bir kişisel gelişim olabilir mi? Yapabildiğimiz tek şey kötü düşünceler her geldiğinde gülümseyip gitmelerini beklemek, her şey çok güzel olacak diyerek sürekli olumlu mesaj göndermeye çalışmak mı, cidden mi?... Gerçekten hiç işe yaramıyor değil. Ama bana balık yemeği değil, balık tutmayı öğret demişler. Biz önce ne ile mutlu olduğumuzu ve ne sebeplerle mutsuz olduğumuzu bulalım ve bizi mutlu edecek şeyleri yapmaya çalışalım. Ona rağmen yine mutsuz olursak o zaman mal gibi sırıtıp pozitif enerji göndermeye devam edebiliriz. :))

     Çok sevgiler.

Haftanın Tavsiyeleri #3

      İşte yazmayı en sevdiğim yazııı, haftanın tavsiyeleri. Çok güzel tavsiyelerle geldim. Yine müzikle başlayalım...

     Müzik
  
     The Piano Guys


     Bu adamları anlatmaya nereden başlasam?... Gerçekten inanılmaz olmalarından mı başlasam, dinlerken bende ağlama isteği uyandıracak kadar coşkuyla çaldıklarından mı bilemedim. Öncelikle, bu grup  youtube üzerinden faaliyet göstermeye başlamış bir grup. Yetenekli insanlar bir araya gelmiş ve demişler ki, haydi biz en mükemmel müzikleri daha da mükemmel hale getirelim ve yayınlayalım, insanlar da ağlasınlar. Kendilerini, amaçlarını kısaca anlatmak için thepianoguys.blogspot.com sitesini açıp iki post yayınlamışlar, onların ağzından duymak için okuyabilirsiniz.

     Ben dinlediğim anda aşık olduğum bir eserleriyle sizi baş başa bırakmak istiyorum. One Republic'in Secret parçasını Beethoven'ın 5. senfonisiyle yorumlamışlar...


     Burada da Adele'in Rolling In the Deep şarkısını mükemmel hale getirmişler...


     Vivaldi'nin The Seasons eserinden en sevdiğim bölüm, Winter bölümü...

     
     Film (İstanbul'un arşivinden)

     Into the Wild


     Imdb puanı: 8.2
     Yönetmen: Sean Penn
     Oyuncular: Emile Hirsch, Vince Vaughn, Catherine Keener, Kristen Stewart

     Into the Wild, filmi izlediğiniz süre boyunca sürekli kafanızda soruların dönmesine sebep oluyor. Başrol bildiğimiz modern yaşamı bırakıp, doğada tek başına hayatta kalmaya çalışıyor. Başrol oyuncusuyla sürekli bir çekişme halinde oluyorsunuz. Bazen düşüncelerine hak veriyorsunuz, iyi yaptı bee diyorsunuz, bazen de oha artık abartma diyorsunuz. Sonuç olarak doğru ya da yanlış, bir karar veriyor ve biz de verdiği kararı ve sonuçlarını yaşamasını izliyoruz. Ben filmi izlerken gerçekte yaşanmış bir olay olduğunu bilmiyordum, bilsem daha da etkileyici olurdu diye düşünüyorum. Ama ters köşe olmaya hazırlanın.

     Kitap

     Mavi Saçlı Kız - Burçak Çerezcioğlu


     Bu kitap, 16 yaşında lösemiden ölen bir kızın babasının, biricik kızının günlüğünü kızı öldükten sonra kitap haline getirmesiyle bizlere sunulmuş. Tavsiye bölümünde yer verdim, çünkü hiçbir kitabı okurken bu kadar ağlamamıştım. Burçak yazıyor, bütün samimiyetiyle yazıyor. İlk aşkını, arkadaşlarını, hissettiklerini, tecrübelerini... Genç kızlığa yeni adım atmıştı, ama büyümeye vakti yoktu...


İşte güzeller güzeli Burçak...
     Babası günlüğünü kitap olarak yayınlarken, aralara Burçak'ın fotoğraflarını da koymuş. Burçak da yazarken arkada hangi müziği dinlediğini bile yazmış bazen. Mesela şu şarkıyı duyduğumda hep Burçak aklıma gelir; o an ne dinlediğini merak edip şarkıyı açmıştım ve dinlerken okumaya devam etmiştim. Aynı şarkı çalarken o yazmıştı, ben de okuyordum. Ondan sadece iki yıl daha büyüktüm okudum sırada...


Umarım siz de okursunuz ve çok beğenirsiniz Burçak'ın hikayesini...

     Kozmetik/Bakım

     Organik Hindistan Cevizi Yağı


     İşte tam olarak bu. Artık bunu almayanları, alıp da önermeyenleri dövüyorlarmış diye ben de denedim. Ve siz de alıp kullanmazsanız ben de dövebilirim. Ürün o kadar iyi işte. İnanamadım yani. Herhangi bir ürünün saçları bu kadar yumuşak ve parlak yapabileceğini düşünmezdim gerçekten. Hele ki ikinci kullanımdan itibaren bariz fark oluyor. Tesadüfen saçıma dokunan bir arkadaşım "Oha saçların ne kadar yumuşak" dedi. Kardeşime "Bir saçlarıma dokunsana" dedim, "Oha abla naptın" dedi. Siz düşünün işte. Ben gittigidiyor.com'dan aldım. Siz istediğiniz yerden alın.

     Braun Satin Hair 5 Saç Düzleştirici


     Bu öneri sakın almayın önerisi. Satin Hair 7 çıktı diye 5'in fiyatını düşürdüler. Mağazalar da sanırım ellerinden çıkarmak için satış danışmanlarına övün ürünü demişler. Aldım ama keşke hiç almasaydım. Bir kere kullanırken eli çok yoruyor. Ben saçlarımı kurutunca saçlarım zaten düzgün kuruyor. Düzleştireceksem de pırasa gibi olmasını istiyorum ama hep çift dikiş geçmem gerekiyor. Ayrıca içindeki seramik hiç kaygan değil ve saçlarımın çıtır çıtır kırılma seslerini duyuyorum. Ve gerçekten saçları sıkıştırıp koparıyor. Yani kısacası almayın. Rowenta alın, hem ucuz hem süper.


     Bu haftanın tavsiyeleri de böyleydi... Umarım beğenmişsinizdir. Mutlu haftalar. :)
     






    

8 Mart 2015 Pazar

Lise Buluşmaları

      "Raadolunmuş!" yazıp çıktım 12 TM-B grubundan. Umarım bir daha almazlar beni salak lise gruplarına. Hayret bir şey!

     N. Boğaziçi Üniversitesi işletme bölümü mezunu. Ve salak gibi, çalışmaya Adana'ya gitti. Aslında İstanbul'daki bir şirketti ama kızı 2 seneliğine oraya gönderdiler. Bu da sanki Boğaziçi mezunu olan babannemmiş gibi gitti. Tabi orada bunalıma girdi, ağlıyormuş sürekli. Neyse. Ne zaman İstanbul'a gelecek olsa bir whatsapp grubu kuruyor ve 15 kişiyi de gruba alıp buluşma ayarlamaya çalışıyor. Ben de ne zamandır bu lise buluşmalarına gitmiyorum, çünkü sanki hiç büyümemişler gibi geliyor. 15 kişi birden bir yere gidip "hahahahuhuhu" diye bağıra bağıra oturuyoruz. Gruplaşmalar oluyor, kimsenin birbirinden haberi yok. Ayrıca o grubun içinde görmek istemediğim insanlar da var ve ben zaten görmek istediklerimle kendim görüşüyorum. Bu arada bu buluşmalara devamlı olarak katılmayan bir ben varım.


     Yine N.'nin İstanbul'a geleceği zaman aralığı yaklaştı ve N. bir ay önceden whatsapp grubunu açtı. Anasını satayım yine beni o gruba aldı ve aynen şöyle yazdı: "28 Şubat'ta buluşuyoruz." Vay anasını arkadaş ya! Kız kendi yalnız kalmak istemediği için emrivaki yapıyor bir de gelmeyenlere atarlanıyor. Gün oldu 26 Şubat, ben çoktan İstanbul'la buluşma planı yapmışım. Yazmaya başladılar "Ben de varım tabikisii", "Ben de geliyorum tatlışlar", "Big Chefs'e mi gitseeek?" bilmem ne. Bu arada benimle birlikte iki kişi gelemeyeceğini açıkladı. Bu iki kişi de devamlı olarak buluşmalara katılan kişiler. Bir ben varım devamlı olarak katılmayan. Ben de gerçekten ne zamandır onları görmediğimden bir eski günleri anma anları falan yaşadım ve bir an görmek istedim onları. Ama zaten bu 28 şubat buluşmasından 4 gün sonra birkaç kişiyle buluşacaktım, N.'yi de davet etmek istedim. "Ben sizleri çok özledim ama o kadar önceden tarih belirlediniz ki aklımdan çıkmış, gelemiyorum maalesef, sen ne zaman Adana'ya döneceksin?" dedim. "Önceden tarih belirlememizin sebebi unutup başka program yapmanız değil." dedi ve 2 martta döneceğini söyledi. Bu arada bir arkadaşımız da "Buluşmayı pazara mı alsak?" dedi. N. ne cevap verse beğenirsiniz?
     "Yok cumartesi, gelmeyen pazar da gelmiyoo, raadolun!" 
     Yemin ederim size, okuyunca böyle bir yüzüm ekşidi, tüylerim diken diken oldu, başkası adına utandım. Bu yüzden buluşmalara gitmek istemiyorum işte, bunlar valla büyümemiş hiç. Peki ben cevap vermeden durur muyum? Bu lafın bana geldiği çok açık çünkü pazar da olsa gelmeyecek bir ben varım. Ben de yazdım ki "O ne demek?" Kimse cevap vermedi. Sonra da yazdım ki "Benim Adana'ya ne zaman döneceğini sorma sebebim alternatif bir plan yapmaktı. Madem buradaki insanlar çok raad o zaman buluşmalara gelmeyenleri karıştırmayın, almayın hiç gruba ya, raadolunmuş!" Sonra da çıktım gruptan. Mal mısın kızım ya, zaten bana zerre faydan yok bir de laf sokmaya çalışıyor güdük. Hayır madem gelmeyen gelmeyecek, gelmeyenleri neden gruba alıyorsun, alıyorsan neden gelmeyeceğini söylediğinde laf sokuyorsun?

     Neyse biz kızlarla 2 Mart'ta buluştuk. Bu arada konuyu açacaklarını tahmin ettim ama açmadılar. Ben çatlıyorum ama çıktıktan sonra arkamdan ne demişler diye. Sonra tesadüfen N.'nin facebookundan konu açıldı. Meğer N. facebookta liseden beri hiçbir albümü silmemiş. Ama anlatamam yani, öyle bir rezillik var ki ortada, fotoğraflara baktıkça utandım. Benim facebookumun olmamasının bir sebebi var sonuçta, ben özel hayatımı paylaşmayı sevmiyorum. Eski hallerimi görmek istemiyorum. Saçma sapan, hayatımda hiçbir yer işgal etmeyen insanlara sadece arkadaş listemde oldukları için yorum hakkı vermek de istemiyorum. Peki ben bu yüzden face'i kapamışken ne işi var benim ağzı yüzü kaymış fotolarımın senin albümlerinde???? Fotoğrafları gördüm ve o kadar şaşırdım ki... H.'nin doğum günü bile var. Ki o gün gerçekten rezil bir gündü ve bir arkadaşımızın ilişkisi N.'nin o albümü oradan silmemesi yüzünden bitme noktasına gelmişti. Sırf oradaki fotoğrafları yıllar sonra bulan sevgilisinin sinirinden dolayı Munich'in ilişkisi bitme noktasına geldi ve şu an bitti... Benim saçma sapan kesilmiş saçlarım, nevizadede kafayı bulmuş halde kapadığım gözlerim, mal sırıtışlarım... Allah'ım ne salak fotoğraflar, ne işleri var onların internette?! Ben kendi bilgisayarımdan bile sildim onları...

     Bunu duyunca dedim ki,"Lütfen N.'ye sözler misiniz silsin fotoğrafları?" Çünkü ben o atarımdan sonra söyleyemezdim. O arada konu açıldı işte, Lyon o konuşmada ne olduğunu sordu, ben de anlattım. Bu arada Munich N.'nin ne kadar kötü bir durumda olduğunu, ondan buluşmak istediğini anlattı. Ben konuşmadan çıktıktan sonra özellikle beni hedeflemediğini söylemiş ama buna inanmak için çocuk olmak lazım bence. Sonra da kızlar ona daha doğru bir üslup kullanabileceğini söylemişler işte. Munich N.'nin tarafında gibi konuşmaya başlayınca benim de sinirim bozuldu. Sonuçta Munich benim lisede en yakın arkadaşımdı... Ben de "O açtığı grubun bana zerre kadar faydası yok, ben buluşmak istediğim insanlarla gördüğünüz gibi zaten buluşuyorum, hem ben istemeden beni gruba alıyor, hem de kimseyi kırmadan gelemeyeceğimi söyleyince laf sokuyor, ben buna maruz kalmak zorunda değilim ki, ben mi git dedim Adana'ya?" dedim. Kızlar da sonra kendi fikirlerini söylediler falan, ama konu çok uzamadı. Facebooktaki fotoğraflar için de ben N.'ye söyledim, kaldırır mısın lütfen diye, o da tabi ki dedi. Ama kaldırdı mı diye henüz kontrol etmedim, bilmiyorum şu an.

     Bıktım şu lise buluşmalarından...

7 Mart 2015 Cumartesi

Duvarlarım

     Büyük kriz durumlarından sonra bir süre yazamam. Yine büyük bir kriz yaşadım. Psikolojim bozuldu. Düşünce bozukluğum var, anksiyete. Bunu aşamadım, başka bir psikolojik sorunum daha olduğundan psikoloğa gittiğim dönem o sorunu çözmekle geçmişti. Şu an o durum hemen hemen son buldu ama anksiyete devam etti. İstanbul olmasaydı asla kendime gelemezdim. O beni dünyadaki herkesten daha iyi anlıyor. İçimde yaşadığım fırtınaları, mutlulukları, mutsuzlukları... Bir insanın ruh eşiniz olduğundan yüzde bir milyon emin olabilir misiniz? Ben eminim. Yine o beni kendime getirdi. Kendisi de aynı sorunları yaşadığından olsa gerek benim içimi, ruhumu benden iyi gördü. Çok şükür şu anda çok iyiyim. Meditasyon falan yaptım. İstanbul'la buluştuk, güzel planlar yaptık yaz için. Yani kendime geldim işte.


     İş her zamanki gibi gidiyor. Köle gibi kullanmaya devam ediyorlar ama ben kendimce bir duvar ördüğümden artık eskisi kadar etkilenmiyorum, incinmiyorum. Adliye stajımın bitmesine bir ay kaldı, sonra da 6 aylık avukatlık stajım başlayacak. Sabretmeye çalışıyorum şu anda. Gelecekte her şeyin daha iyi olacağına inanmak istiyorum. İstanbul'un varlığı bunu kolaylaştırıyor.

     Bu sırada neler mi oldu? Aslında çok bir şey olmadı. dövme yaptırmaya karar verdim. Küçük, minik iki dövme. Elime ve bileğime. Öncelikle ani bir şekilde İstanbul'un isminin baş harfini yaptırmaya karar verdim. Ama bu sadece çok aşık modundan değil, çok daha derin bir nedenle verdiğim bir karar. Evet aşığım ama, o benim ruhum. Mutluluğum, mutsuzluğum, heyecanım, hüznüm, hayallerim, gerçeklerim, kafamda dönen her şey... İçime dönmemi sağlayan anahtar, içimden huzurla çıkmamı ve gerçek dünyaya dönmemi sağlayan anahtar... Genelde "Ya ayrılırsanız?" sorusu gelir arkasından. Ne kadar sormak istemesem de benim de aklımdan geçmedi değil, herkesin geçer. Ben bilinçli olarak sormasam da iç sesim sorar. Ama cevabım hazır. Hiç önemi yok. Sonrasında ne olacağının zerre kadar önemi yok. İkinci dövmem ise daha basit olacak. Aklıma ilk gelen sol anahtarı ve fa anahtarının birleşimi olan bir şekil. Piyano çaldığımdan ve şekiller birleşince kalp şeklinde olduğundan çok sevdim. İkinci fikrim ise bileğimde minik bir dünya haritası. Ama onu bu ara sanırım çok kişi yaptırıyor. O yüzden her an vazgeçebilirim. Son fikrim ise videolarda ileri sarma tuşu olur ya, yan yana iki ok ucu, ondan yüzük parmağıma yaptırmak, eklem yüzüğü yerine. Anlamı ne derseniz bir anlamı yok :)

     Geçen zamanda tabi ki başka bir sürü şey oldu. Ama onlar da sonraki yazıların konusu olsun. :) Çok sevgiler.

     
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...