27 Aralık 2015 Pazar

Babamın Ruhsat Törenimle İmtihanı Vol-2

Babamı çok kötü biri gibi yansıtmak beni üzüyor. Aslında koca ve baba olmanın getirdiği sorumlulukları yerine getirememesi ve bize travmalar yaşatması dışında gerçekten kaliteli zevkleri vardır. Beni rock müzikle ve özellikle Şebnem Ferah'la babam tanıştırdı. Richard Bach'la, Charles Dickens'la, Voyage FM'le, Kitaro, Yanni ve Enya'yla babam tanıştırdı. Bana Dexter ve Breaking Bad dizilerini tavsiye etti. Hatta annemle de, babamın kitap sevgisi aracılığıyla sohbet etmeye başlamışlar. Ve babam ben doğduğumda anneme, iç kısmında doğum tarihimin ve doğum saatimin yazılı olduğu altın bir yüzük hediye etmiş. Anneme yazdığı aşk mektuplarını ve şiirlerini bir okusanız ağlarsınız, annemin de babama tabii... Ben ağladım baya.  Ama annemle babam boşandıktan sonra bile anneme bir süre daha doğum günlerinde bir adet gül göndermeye devam etti...  Ama kötü alışkanlıkların insanı ne hale getirdiğinin en büyük örneğidir babam...

Tüm bunların yanında, çok büyük öküzlükleri de oldu tabi. Artık aldığı maddelerden beyni süngere mi döndü ne oldu bilmiyorum ama, bu kibar adam son yıllarda kırıcı olmaya başladı. Kardeşimi de, beni de, annemi de zaman zaman kırdı. Bizi kendinden uzaklaştırdı. Bir yerden sonra baba olarak kabul etmek yerine arkadaş olarak kabul ettim. Ondan beklentilerimi minimuma indirdim. O noktadan sonra biraz düzeldik. Ruhsat törenime gelirsek...

Her bir törende 50'ye yakın avukat ruhsat alıyor. Kıdemli ve saygın avukatlar konuşma yapıyorlar, avukatlık yeminimizi ediyoruz, bir avukat teker teker ismimizi okuyor, bir diğer avukat cüppemizi giydiriyor. Sonra cüppemizi giydiren avukatla bir fotoğraf çekiliyoruz, aileyle fotoğraf çekiliyoruz falan... Aslında bu kısmı yazmama bile gerek yok ama hepimiz düz ve şık bir kıyafet, topuklu ayakkabılar giyiyoruz, aileler de kendine özeniyor tabi...

Durum şu; annem, babam ve sevgilim ruhsat törenimde benim yanımda olacaklar. Babam ilk defa İstanbul'la aynı ortamda, sohbet edebileceği, onu tanıyabileceği bir ortamda olacak. Babam ilk defa kızı ve müstakbel damadını yan yana görecek. Ve kızının cüppe giydiği gün yanında olacak. Şimdi kızlar size soruyorum, sizin babanız nasıl olurdu o gün? Ne giyerdi? Sevgilinize nasıl davranırdı? Neler sorardı?

Şimdi ben cevap veriyorum. Babama o gün şık giyineceğimi alttan alttan söylemiştim ki o da kendi giyimine özen göstersin... Yanlış anlaşılmasın, pahalılığa hiç gerek yok. Bir adet gömlek, bir adet pantolon yeterli. Babamın bizi arabayla alacağı yerde annem babam ben buluştuk. Bu arada patronundan ya da arkadaşından araba alması konusunda onu uyardım, yoksa kendisi düşünebilir miydi bilmiyorum. Tören o kadar uzak bir yerde yapılıyor ki, toplu taşımayla çok zor. Hele ki o kıyafetlerle. Annemle durmuş babamı bekliyorduk. Babam geldi yanımıza. Ben şok. Her gün giydiği eski kot pantolonu, artık rengi solmuş kapşonlusunu, üstüne de yine her gün giydiği ceketini giymiş. Gömleği ceketi yok değil akadaşlar, bir gömleği elbette var. Tabi ki düzgün giyinebileek imkanı var. Ama benim babam böyle işte...

Bindik arabaya, gidiyoruz. Bu sırada İstanbulum çoktan törenin yapılacağı Baro Bahçe'ye gitmiş, ne var ne yok keşif yapmıştı. Biz geldiğimizde bizi kapıda karşıladı canım aşkım. Oturup töreni bekleyeceğimiz yerleri gösterdi, annem zor durumda kalmasın diye oturmadan önce annemin gözlerinin içine baktı. Annem babamın yanını işaret edince oraya oturdu. :)) Bundan sonra bir babanın yapması gereken nedir? Ya da sizin babanız olsa ne yapardı? Benim babam mı ne yaptı?

Hiçbir şey arkadaşlar. Hiçbir şey! İstanbul'a saatlerce sorduğu tek soru "İş nasıl gidiyor?" Yani bu adam senin damadın olacak. Senin kızın 7 yıldır bu adamın elini tutuyor. Birlikte tatillere falan gidiyorlar. Evlenecekler Allah'ın izniyle. Sen hiç mi bir şey merak etmiyorsun be adam? Hiç mi? Ben İstanbulumu tanıyorum, babamın onayına ihtiyacım yok ama... İnsan bekliyor biliyor musunuz... Babam yanımdaki erkeği tanımaya çalışsın, babam babam olduğunu hissettirsin, merak etsin, sorgulasın, babam baba gibi davransın... Ya sadece filmlerdeki dizilerdeki meşhur, babanın kızının sevgilisiyle tanışma sahnesi bizde de olsun istedim işte. Ama olmadı.

Bir saate yakın oturduk, babam ağzını açmadı. Sonra tören zamanı geldi. İstanbul önden yürüdü, bize yolu gösterdi, babam bizim arkamızdan öylece takip etti. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz? Babanın önden yol göstermesi, aktif olması, o gün heyecanlı olması falan... Sonra törenim sırasında annem ve İstanbul'un bir sıra önünde oturdu. Fotoğraf çekilmeye de gelmedi, gelmesin de zaten. Bir amca vardı törende 80 yaşlarında. Bir avukat kızın dedesiymiş. Yorgun, kamburu çıkmış, ama torunu cüppesini giyerken öne kadar zar zor geldi. Cüppeyi giydiren avukat amcayı çağırdı, o da fotoğraf çekilsin torunuyla diye. Amca o yaşında bile bir ceket giymişti biliyor musunuz, özenmişti torunu için.

Ben o günü hiç unutmayacağım. Şu an aklımda tek soru var. İstanbul ailesiyle beni istemeye geldiğinde beni kimden isteyecekler? Tamam çok eski bir adet olabilir ama ben böyle geleneksel şeyleri seviyorum. İstemeye gelecekler. Ama babam olacak mı? Olmalı mı?

25 Aralık 2015 Cuma

Babamın Ruhsat Törenimle İmtihanı Vol-1

Babasıyla annesinin boşanmasından sonra bu durumu dünyanın en kötü şeyiymiş gibi algılayan biri olmadım hiç. Hatta daha 5. sınıftayken anneme boşanmasını söylemiştim. Karnım çok ağrıyordu, sabahın köründe annemle hastaneye gitmemiz gerekiyordu. Annem sabah babamdan para istedi, babam cebime bak dedi. Neden hastaneye gidiyorsunuz? Neyi var? demek bir yana, yastıktan kafasını bile kaldırmadı. İşsizdi, yatıyordu. Büyük olasılıkla da gece ot çekmişti ve kafa gidikti. Annem babamın cebinde yanlış hatırlamıyorsam 15 TL buldu. Rakamdan tam emin değilim ama hastane için kesinlikle yeterli olmayacak bir paraydı. Annem "Bu para yetmez." dedi. Babam da "O kadar var git nereden bulursan bul." dedi. Ben yatak odasının kapısına sinmiş eşikte onları dinlerken, kafasını kaldırıp bana bakmadı bile.

Hastaneye gittik, gastrit çıktı. Sonra da neden küçücük çocukta mide rahatsızlığı var, o rahatsızlık stresten olur dediler. Zaten o zamana kadar gastrit yoksa da o sahneden sonra olmuştur. O olaydan sonra, hastanedeyken anneme boşanmasını söyledim işte. Annem suratıma çok üzgün bir şekilde baktı, cevap vermedi.

Annemle babam ben 14, kadeşim 12 yaşındayken boşandıktan sonra çok travmatik şeyler yaşadım. Öncesinde yaşadıklarım bir yana, o yaşta babamı teselli etmeye çalıştım. Defalarca omzumda ağladı. Lise arkadaşlarımın maddi durumları genel olarak iyiydi. Hiçbir zaman kimsenin parasına, giyimine özenmedim. Ama babalarını anlatışlarına özendim, babalarının onlar için endişelenmesine özendim, babalarının onlara harçlık vermesine özendim. Paradan değil, benim babam hiç vermediğinden de değil. Her verdiğinde cebinde başka parası kalmış mıdır diye düşünmekten, sonra da kaldıysa da nereye gideceği belli boşver diye kendi kendimi teselli etmekten çok yorulmuştum.


Babam zamanla değişti. Kötü alışkanlıklarının dozunu sigara ve alkole indirdi. İlaç da kullanmak zorunda. Ama insan ne kadar değişirse değişsin, gerçekten nato kafa nato mermer olunca yerinde sayıyor bazı konularda. Benim hayatımda ne zaman önemli bir şey olsa iki arada bir derede kaldım. Lise mezuniyetimde babamın gelip gelmediğini hatırlamıyorum, sanırım gelmişti. Üniversite mezuniyetimde gelmesini istedim, aradım, para istemek için aradığımı sandı. "Sadece yanımda olmanı istediğim için gel dedim baba." dedim. "Çok geç haber verdin" dedi. Ben de pes ettim. O zaman çok kızmıştım ama şimdi düşününce babama da hak veriyorum. Demek ki sadece para istemek için arıyormuşum ki o da öyle sanmış. Sevgilim, kardeşim, annem ve annemin nişanlısı (Bundan sonra adı Moskova olsun. Dışarıdan büyük, soğuk ve sert görünüyor ama aslında sevdiklerine karşı hep gülen biridir.) mezuniyetime geldiler. Moskova tam bir baba figürü olmaya uğraşıyordu sağolsun. Şık bir takım giymiş, parfüm sıkmış, yanımda baba gibi durmak için çabalıyordu. Aslında ona minnettar olmam gerekiyor. Ama bir yandan da içimde bir huzursuzluk, bir vicdan azabı, bir benim babam var tribi... Mezuniyet devam ederken babam aradı, gelme demek zorunda kaldım. O gün geçti, gelelim bugüne...

Ruhsat törenim yaklaşıyorken, Ben babamı çağıracak mıyım? Orada olmayı hak ediyor mu?  diye düşünüyordum. Çok şükür İstanbulum beni çok daha farklı bir noktayı düşünmem konusunda uyandırdı. Moira, sen şuna karar ver, baban mı yanında olacak, Moskova mı? İki seçenek arasında karar vermem gerekeceğini düşünmemiştim. Ben ebeveyn olarak sadece annemi istiyordum. Ama haklıydı, babam gelmediği sürece o gelecekti. O gelsin, hiç sorun değil ama ya ilerde babamı çağırmadığım, daha da önemlisi babam yerine başka biri yanımda baba figürü olarak durduğu için vicdan azabı çekersem? Uzun bir düşünme süreci sonucunda babama karşı adil davranmam gerektiğine ve çağırmam gerektiğine karar verdim. Çünkü son zamanlarda aramız çok iyiydi ve artık yaşlanmıştı. Hatalarını affetmek, en azından geçmişte bırakmak zorundaydım. Çağırdım babamı törene...

23 Aralık 2015 Çarşamba

Geçen 3 ayda neler oldu?

Bu ara sürekli kötü haberler geliyor. Çok sevdiğim blogger Sergül Kato'nun minik kızı Efsun vefat etmiş. Gerçekten çok üzüldüm, başı sağolsun, meleğinin mekanı cennet olsun. Bugün de kanser hastası küçük Ece'nin vefat ettiğini öğrendim, zaten melekti, mekanı cennet olsun. Gerçekten çok üzgünüm.

En son Eylül ayında yazdığımda işsizdim, hala işsizim. Tek fark artık vasıflı işsizim.
Ekim ayı ruhsat başvurusu için koşturmayla geçti. Aslında her şey güzeldi. Sevgilim de işsizdi, sürekli birlikte vakit geçirebiliyorduk.
Kasım ayı ruhsat beklemeyle geçti. Ama Kasım ayının en güzel yanı, sevgilimin doğum gününün Kasımda olması. Ona hediye seçtim, iki kere yemeğe çıktık, baya güzeldi.

Biraz daha ayrıntıya inersem, bu süreçte tek yaptığım malak gibi yatmak değildi. Devamlı olarak iş bakmaya devam ettim. Ruhsat beklerken iş bulamadım çünkü stajyer de değilsin avukat da değilsin, kimse almak istemiyor. En sonunda bir gece bir rüya gördüm, anlamına bir baktım evlilik ve iş demekmiş. Ertesi sabah cv gönderdiğim bir avukat aradı, rüyadan sonra hemen haber gelmesine çok şaşırdım. Aynı gün görüşmeye gittim. Ofisten pek pozitif enerji alamadım ama görüşme iyi geçtiği için ben de olumlu baktım. Bir süre sonra tekrar aradı, 16 Kasım'da avukat olarak işe başladım. 20 Kasım'da ruhsat törenim vardı, ruhsatımı aldım. Artık resmi olarak avukatım.

İşte ilk hafta inanılmaz kötü geçti. İlk gün aynı odada çalıştığım Bayan P bana selam bile vermedi, yokmuşum gibi davrandı. Gün içinde konuşmak zorunda olduğumuz anlarda da bok gibi davrandı. İkinci gün beni patronun yanında azarladı, yine bok gibi davrandı. Ben zaten alışamamıştım, ofisten dışarı adımımı atmamla hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamam bir oldu. Eve kadar hıçkırıklarım dinmedi. Metroda ağlayan ergenlere döndüm. Kendime kızdıkça ağlamam arttı. 4. gün Bayan P bana hala kötü davranıyordu. Sabah ofise gelip ufak çaplı bir laf soktu, sonra ben de ona soğuk davrandığım için "Bana neden böyle davranıyorsun?" diye sordu. Ben de "Bana nasıl davranılıyorsa öyle davranıyorum." dedim. Vee tartışma başladı. Ne gelirse söyledim. Henüz yeni olduğumu, bana öyle davranmaya hakkı olmadığını, empati yoksunu olduğu, iyi niyetli olmadığını... Neler neler. O da sağolsun iyi bir insanmış ki, baya alttan aldı. O andan sonra aramız inanılmaz iyiydi. Eğer patronum kötü bir insan olmasaydı, hala orada çalışıyor olurdum. Ama bırakın beni, 5 senedir orada çalışan Bayan P dahil toplamda 4 kişi istifa ettik. Patronumun ne kadar kötü olduğunu buradan anlayabilirsiniz.

Ama şöyle söyleyeyim, iyi avukat yok. Avukatlar o kadar kibirli, o kadar acımasız ve o kadar para odaklı düşünen insanlar ki... Takip elemanlarını ve stajyerleri insan yerine koymamaları, köle gibi çalıştırmaları bir yana, kendi meslektaşlarına bile saygıları yok. İnanılmaz kötü davranıyorlar, sürekli eleştiriyorlar, aşağılıyorlar. Bazen "BEN İNSANIM !!!" diye bağırmak istiyorsunuz. Ve bunu sadece kendi tecrübelerimden yola çıkarak söylemiyorum. Sevgilim ve arkadaşlarım dahil etrafımda çok avukat var ve hepsi aynı şeyleri yaşıyorlar. Ben ne zaman moralim bozuk diye ağzımı açsam, arkadaşlarım da sevgilim de benden beter nefret ediyor oluyorlar. Sevgilim patronunu boğazlamak istiyor, cidden ölmesini istiyor. Arkadaşlarımdan biri her hafta en az bir gün eve ağlayarak dönüyorum diyor. Bir diğeri tek motivasyonum para diyor. Biri zaten avukatlık yapmıyor... Yani meslektaşlarımızı bizler kendi ellerimizle tüketiyoruz. Allah'ın belası patronlar. İyi olan bir tanesine bile denk gelmedim. Baba ve patron avukat kavramı benim hayatımda yarışır. İyi olanı parmakla sayılacak kadar az.


16 Aralık'ta maaşımı alıp çıktım. Kredi kartı borcumu tamamen kapattıktan sonra zaten elimde çok bir şey kalmadı. Şimdi tekrar iş arıyorum. Ama maalesef iş arama aşaması bile benim için zorlu geçiyor. Avukatlık öyle bir meslek ki, hem eğitimini almadığınız sürece yapamayacağınız kadar zor, hem de herkesin çok şey bildiğini sanacağı kadar temel. Yani herkesin bir fikri var. Ben gecemi gündüzüme katıp çalıştım bu ünvanı almak için, o yüzden iş ararken ince eleyip sık dokuyorum ama sanırım ailemin gözünde hiçbir şey beğenmeyen bir insanım. Bir grup var bizim meslekte, şanslı olan grup. Ya staj yaptığı ofisi sever ve orada devam eder, ya da gerçekten çok az olan iyi avukatlardan, iyi ofislerden birine denk gelir ve yıllarca orada çalışmaya devam eder. Ama bir çoğunluk var ki, ruhsat aldıktan sonra ne bok yiyeceğini hiç bilemez. Ben ne bok yiyeceğimi çok iyi biliyorum ama şu an yapamam. Aileden gelen bir para yok, çok zengin bir çevre de yok. O yüzden sevgilimle büro açmak için çalışıp para biriktirmek zorundayız.

Dayımlar bir yerler ayarlıyor, gidiyorum görüşmeye ya çok şey istiyorlar ya çok az para veriyorlar. İlk gittiğim görüşmede avukat bana dedi ki; "Biz yabancı müvekkillerle ve yabancı avukatlarla internet üzerinden konferans görüşmeleri yapıyoruz. İngilizcenizin çok ileri düzeyde olmasının yanı sıra hukuk ingilizcenizin de gayet iyi olması gerekiyor." Oldu anasını satayım ya, doğduğumuz gibi mi öğreniyoruz? Kusura bakmayın çok özür dilerim, babam hukuk ingilizcesi kursu için önüme paraları yığdı, hatta git kızım yurtdışında öğren dedi, git İngiltere'de yüksek lisans yap falan dedi, ama ben istemedim. Töbee töbe. Kaç para o kurslar yahu. İstanbul'la ne hayaller kuruyoruz, biraz biriktirelim yurt dışına çıkalım, daha da iyi olalım diyoruz. Ama para para para...

İki gün önce de diğer dayım Vakıfbank'ın avukatını çok iyi tanıdığı için onunla görüşme ayarladı. Gittim, zaten hiç o temiz banka ortamı gibi değil. Girişi bile Şişli'de bir han girişi. Ucuza kıyafetler falan satılıyor, asansörle çıkıyorsunuz, ofislerde yerde dosyalar falan. Saolsunlar beni çok çok iyi karşıladılar, hatta müdürle dahi konuştum ama müdür bana "Hadi allem ettik kallem ettik seni işe soktuk, bir sürü badire atlattıktan sonra eline geçecek para 1500 TL olur." dedi. Ya kardeşim öyleyse ben neden hukuk okudum ya...

Yani anlayacağınız staj yaptığım yerde devam edemedim, girdiğim bürodan 1 ayda çıktım, dayımların ayarladığı iki işi de beğenmedim. Amaaan bir bok da beğenmiyorum, çok biliyorum, amma prensesim... Ben ayrıntılı olarak sebepleri size açıkladım, aslında neden kendimi açıklamak zorunda hissediyorum onu da bilmiyorum. Ama ailemin gözünde böyle işte. Yani en azından ben öyle düşündüklerini hissediyorum. Ve hala her gün bak kızım şuraya görüşmeye git, bak şunun şusu avukatmış ona cv'ni gönder bak o seni alır...

İşin gerçeği şu... Kimse kimsenin kızına yeğenine iş bulmak için yanıp tutuşmuyor. Ama benim dayım yengem annem gidip bir avukata ya bizin yeğen ruhsat aldı abisi deyince, o abisi de nezaketen "Göndersin Cv'sini yauu ayarlarız tabi, tabi hiç merak etmeyin." diyor. Ama aslında sadece nezaketen. Sonra da görüşünce, ama biz ingilizce konferans yapıyoruz, ama biz en fazla 1500 TL veriyoruz... Yani anlayacağınız zaten kimse ciddi anlamda yardım etmeye çabalamadığı için, benim önüme ingilizceyi ya da düşük maaşı koyuyorlar ve memnun olmayan, hiçbir şeyi beğenmeyen ben oluyorum. Aslında kimse bana yardımcı olmaya çalışmasa, ben iş görüşmelerine gitsem falan, kimseye de söylemesem, kendi çapımda içime sinen bir yerde başlasam... Ne güzel olurdu.
 



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...