31 Mayıs 2015 Pazar

Çalışan İnsanlar Kişisel İşlerini Nasıl Yetiştirir?

     Çalıştığımız zaman kendimize ayırabileceğimiz tek vakit, işten dönme ve yatma arasında kalan vakittir maalesef. Bunun dışında bir de haftasonlarımız var ama bazılarımız cumartesi günleri bile çalışıyor. Ben çok şükür cumartesileri çalışmıyorum. Aslında bakarsanız iş ararken en önemli kriterlerimden biri haftasonu çalışması olmayan bir yer. Çünkü zaten dünyada kurulmuş sistem öyle bir sistem ki, bir yıl boyunca çalışıp bir hafta boyunca tatil yapabiliyoruz. Bu aslında göründüğünden çok daha kötü bir durum. Çünkü farkında olmasak da hayallerimizi yavaş yavaş gömüyoruz. O bir hafta genelde insanlar yüzebilecekleri, güneşlenebilecekleri yerlere giderler. Ben de bayılıyorum yüzmeye ama dünyayı gezmeyi tercih ederim. Çünkü bir yıl boyunca çalıştıktan sonra hayalimi gerçekleştirmek için kazandığım iki kuruş parayı harcamak için sadece bir haftam var.... Bu gerçekten çok ama çok acı bir durum...

     İş hayatımız dışında, kendi hayatımızda ihtiyaçlarımız ikiye ayrılıyor. Bir zorunlu ihtiyaçlar, iki keyfi ihtiyaçlar. Keyfi olanlar da ihtiyaç, çünkü kafanızı biraz olsun boşaltmazsanız, bedenen ne kadar dinlenirseniz dinlenin kendinizi yorgun hissedersiniz. Bu keyfi ihtiyaç ister Medcezir izlemek olsun, ister Game Of Thrones; ister Candy Crush oynamak olsun, ister Call Of Duty. Yeter ki beyninizi başka bir yere yönlendirin. Peki hem zorunlu hem keyfi ihtiyaçlarımızı nasıl kısacık zamana sıkıştıracağız?

     Öncelikli olanlar tabi ki zorunlu ihtiyaçlar. Herkes için zorunlu ihtiyaçlar farklıdır tabi ama ben kendiminkilerden örnekler vererek nasıl yetiştirdiğimden bahsedeyim. Sabah saat 9'da iş başı yapıp akşam 7'ye doğru evde oluyorum. Saat 12-1 gibi de yatıyorum. Sadece 5-6 saatim var. Ama eğer 1'de yatarsam ertesi gün çok yorgun oluyorum, dolayısıyla 5 saat diyelim. Bu beş saat içinde herkes için zorunlu olan ihtiyaç tabi ki yemek yemek. Eğer ev işlerine yardım ediyorsanız, ya da hepsini siz yapıyorsanız yemeği kurmak ve toplamakla birlikte bir saatiniz bu zorunlu ihtiyaç için gidecek demektir. Ayrıca sonrasında mutfak toplamak da 15 dk alır. Eğer o gün duş alacaksanız ortalama olarak 30-45 dk da ona gider. Kişiden kişiye değişir ama banyoya girme, çıkma, giyinme derken ortalama olarak bu kadar zaman kesin gider. Yemek ve duş 2 saati aldı. Ben banyodan sonra biraz oyalanıyorum ki havlu saçımdaki suyu çeksin. Sonrasında saçlarımı kurutmam 10 dk mı alıyor. Oldu 2.30 saat. Sonrasında saçımı düzleştiriyorum, 20 dk falan da o alıyor. Tabi bu işleri robot gibi arka arkaya yapmadığımız için şu ana kadar 3 saat geçmiştir. Saat çoktan 10 oldu. Genelde banyo yaptığımda ojelerim soyulduğundan oje sürsem 15 dk da o alır, bu arada bozulmaması için azcık kuruması lazım. Eğer banyo yapmazsam 1.30 saati kurtarıyorum. Siz saçınızı yapmıyor ya da oje sürmüyor olabilirsiniz. O zaman daha fazla zamanı kurtarabilirsiniz.

     Zorunlu ihtiyaçlarımız zamanla değişip yenilenebiliyor. Örneğin erkekler için birkaç günde bir traş olmak gibi bir zorunluluk var. Kadınlar için kaş almak, bıyık almak gibi zorunluluklar var. Bazıları için bunlar zorunluluk olmayabilir ama benim için öyle, çünkü ben bakımlı olmayı seviyorum. Herkesin kendine göre değişen zorunlulukları var ama gördüğünüz gibi yemek, duş ve minimum bakımla, 24 saatten kendime ayırabileceğim sadece 1.30 saat falan kaldı. Ve farkındaysanız kıçımız koltuk yüzü görmedi... Asıl komik olan, o bakımı da devamlı olarak iş hayatında, insanlarla ilişki içinde olduğumuz için yapmamız gerekiyor zaten.

     Keyfi ihtiyaçlara gelirsek, benim için aslında zorunlu bir ihtiyaç da sayılabilecek olan en önemli şey İstanbul'la konuşmak. İnanmazsınız su içmek gibi. Onun sesini duymak istiyorum, yaşadıklarımı paylaşmak istiyorum... Her konuştuğumuzda da ortalama bir saat sürüyor. Ama yine de telefonla devamlı olarak konuşmak insanın beynini tamamen dinlendirmiyor. Koltuğa oturup bacakları uzatmak istiyor insan. İstanbul'la konuşmak dışında blog yazmak, blog okumak, piyano çalmak, egzersiz yapmak, kitap okumak, anime izlemek gibi çok sevdiğim keyfi ihtiyaçlarım var. Gördüğünüz gibi İstanbul'la konuştuktan sonra, eğer hiç ama hiç boş oturmadıysam bile saat 11.30 oldu. Normal şartlarda yarım saat sonra yatmam gerekiyor. Genelde bu yarım saat annemin izlediği Türk dizilerine takılmamla geçiyor, bu arada Candy Crush falan oynuyorum. Yani yemek, duş, bakım ve İstanbul artı yarım saat. Eğer o gün duş almamışsam duş ve bakım için harcadığım zamanda piyano çalabilirim.

     Peki bu ihtiyaçları nasıl düzenlemeliyiz? Evde tek başımıza yaşamıyorsak kafamıza göre yemek yiyemeyiz, evin bir yemek saati var. Siz banyo yapmak isterken banyoda başka biri olabilir. Ya da saçınızı düzleştirecek prizli ve aynalı uygun bir yer arıyor olabilisiniz. Ya da mesela ojenin kurumasını beklerken mal gibi mi duracağız? Ben nasıl yaptığımı anlatayım, belki fikir olur.

    * Annem genelde benden 20-30 dk sonra geliyor, o geldikten sonra direk sofrayı kurmamız gerektiği için o gelene kadar banyoya giriyorum, hem bir kendime gelmiş oluyorum.

    * Yemek sırasında havlu saçımdaki fazla suyu çekmiş olduğundan yemekten hemen sonra saçımı kurutabiliyorum.

    * Eğer annemle tv dizisi seyredeceksem, düzleştiricinin fişini ya koltuğun arkasındaki prize takıyorum, ya da masanın yanındaki prize takıp sandalyeye oturuyorum. Hem tv izleyip hem saçımı yapıyorum. Bu kadar zamandan sonra aynaya bakmadan düzleştirebiliyor olmanız gerek. Tek yapmanız gereken tokayla tutturup en alttan başlamak. Dipten uca doğru yavaşça üç kere inmek. Eğer laptoptan ya da pc den yabancı dizi izleyeceksem de dizimi açıp saçımı öyle kurutuyorum ya da düzleştiriyorum. Hem işimi hallediyorum, hem kafamı boşaltıyorum.

    * Dizi izlemeye devam ederken oje sürüp o sırada kurutabiliyorum, sevgilimle konuşacaksam da 10 dkda hemen oje sürüp kulaklıkla konuşuyorum, bu sırada ojem kuruyor.Tabi ki bu süreci kitap okuyarak da değerlendirebilirsiniz. Bu şekilde saç kurutma, düzleştirme, oje kurutma gibi zamanları kazanıyorum. Bazıları için bunlar zorunlu olmayabilir tabi, ama çoğu çalışan kadın eminim bunlara baya zaman harcıyordur. Özellikle şirketlerde çalışanlar, avukatlar zaten çoğu zaman iyi görünmek zorundalar. Bazı iş verenler ilanlarına bile presentabl diye yazıyorlar biliyorsunuz.

    * Eğer her gün, en azından birkaç günde bir egzersiz yapmak istiyorsanız, bunu da tv karşısında yapabilirsiniz. Mesela ben sadece bacak egzersizi yaptığım için tv izlerken koltuğa uzanıp bu sırada yapıyorum.

     Bence tüm bunları yaparken en önemlisi kıçımızı kaldırabilmek. Eğer on dk sonra banyoya girerim, banyoya girsem mi, neyse birazdan yaparım diye ertelerseniz, emin olun hiçbir şey yetişmez. Yetişse de eksik kalır. İşten dönünce yorgun oluyoruz farkındayım, ama eğer keyfi ya da zorunlu olarak yapmak istediklerinizi sürekli ertelerseniz bu sefer beyin yorgunluğu başlar. Çünkü insanda hiçbir ihtiyacını yetiştiremediği, sadece iş hayatının bütün vaktini aldığı gibi düşünceler yoğunlaşıyor ve kendine yetememe, zamanı yetirememe düşünceleri insanı bunalıma sürüklüyor. Bir zaman sonra hiçbir şey yapmak istememe ve tembellik baş gösteriyor.

     Mesela gün içinde yapmanız gereken bir şey aklınıza geldi. Dolabınızı düzeltmek olabilir, bütçeyi düzenleme olabilir, odanızı temizleme, ayakkabınızı temizleme, bilgisayarınıza format atma... Yapmamız gereken küçük küçük şeyler "off şunu şunu yapmam lazım" diye gün içinde aklımıza gelir ama o an yapamayız. İşte o şeyler birikince dağ olur. Bir bakarsınız dolabınız dağılmış, işe giderken ne giyeceğinizi bile bulamıyorsunuz, odanız dağılmış, her şey her yerde... Fotoğraflarınızı çıkartıp albüm yapmak istiyorsunuz, ama önce düzenleyip bazılarını seçmeniz lazım, yıllarca sırf bu düzenlemeyi yapmadığım için doğru düzgün bir albümüm bile yok. Çalmak istediğim parçaların notalarını bulup çıkarmadığım için piyano başına oturunca mal gibi bakıyorum. İşte böyle kişiden kişiye değişen küçük şeyler birikir ve hayat kalitenizi düşürür. Bunun önüne geçmek için yapabileceğiniz en iyi şey, yapmanız gerekenler aklınıza geldiği anda yazmak. Çünkü yazdığınız zaman boş zaman yakaladığınız an yapabilirsiniz.


     Kitap okumayı çok ama çok seviyorum, ama gördüğünüz gibi vakit kalmıyor. Bunun için de yolda geçen zamanı kullanıyorum. Bazen adliyeye giderken serviste okuyorum, bazen eve dönerken metroda... Nerede fırsat bulursam okuyabilmek için yanımda her zaman bir kitap taşıyorum. Eğer kendinize bu yıl şu kadar kitap okuyacağım diye bir hedef koyduysanız da günde okunacak sayfa sınırı koyun. Mesela ne kadar yorgun da olsanız günde on

     Hafta içlerinde aklıma gelen şeyler oluyor, ama yazmazsam sonradan unutuyorum. Evde olduğum bir haftasonu da bütün gün tv karşısında oturuyorum ve bütün günümü boş geçirdiğim için üzülüyorum. Sonra haftaiçi yine dolabım düzensiz, odam dağınık oluyor. Ama yazarsanız, boş zaman bulduğunuz an listenize bakıp en azından birini yapabilirsiniz. İzlemek istediğiniz bir film mi var, yazın hemen. Ya dışarı çıktığınızda dvd alırsınız, ya da benim gibi hemen torrent listesine eklersiniz, siz işlerinizi hallederken iner. Boş zamanınızda açıp izlersiniz. Okumak istediğiniz bir kitap varsa hemen yazın, eve gelince idefixten sipariş verebilirsiniz. Sevgilinizle tatile gitmek için süper bir yer mi aklınıza geldi, hemen yazın eve gelince araştırırsınız. En azından bir yapılacaklar listeniz olsun, zamanla oraya bakmak alışkanlık haline gelir zaten.

     Geçen gün bir yazı okudum. Dünyada asla giremeyeceğiniz 10 yer. Bu listede bir sürü merak ettiğim ve bilmediğim yer vardı. Mesela Japonya'da bir tanrıçanın evi olan tapınak, Amerika'daki Area 51 denen ve ufoların düştüğü düşünülen, araştırmalar yapılan bölge. Yazıyı okurken iş yerindeydim. O an hepsini araştırmak istedim ama zamanım yoktu. Ben de kendime mail attım, evde baktım ve inanılmaz keyif aldım. Bir sürü şey öğrendim, zamanımı değerlendirdim. Bu gerçekten çok güzel bir his.

     İşte ben işleri böyle yetiştirmeye çalışıyorum. Eğer sizin de böyle taktikleriniz varsa lütfen paylaşın. :))

Kısa Kısa

   

Hem sağ hem sol baş parmağımda yara bandı var. Çünkü 23 yaşında bir insan olarak hala parmağımdaki etleri koparmayı bırakamadım. Sadece kenarlar olsa neyse, parmak izimi almalarını zorlaştıracak kadar abartıyorum bazen. Çocukların tırnaklarına acı oje sürerler ya, ben de yara bandı takıyorum işte. O kadar şuursuzum ki kendimi engelleyemiyorum. Yapmaya başlıyorum, kanadıktan sonra fark ediyorum. Etleri koparabilmek için o kadar çabalıyorum ki artık tırnaklarım güçsüzleşti. Sürekli kırılıyorlar, resmen ortadan ikiye bölünüyorlar. Bu duruma el koymam gerekiyordu, yara bandı koydum.

                                                                                          ***

Yine kendimi geliştirme ve hayatımı mükemmelleştirme çabalarımın baş gösterdiği bir dönemdeyim. İki haftadır hiç ara vermeden spor yapıyorum. Fransa'ya gidip İstanbul'da giyemediğim mini şortların acısını çıkarabilmek için sütun gibi bacaklar lazım tabi. Ayrıca da her gün piyano çalıyorum. Günde yarım saat. Lisede bir hocam, bir konuda iyi olmak istiyorsanız, her gün aksatmadan sadece yarım saatinizi ayırırsanız, bir senede o konuda uzmanlaşabilirsiniz demişti. Defalarca günde yarım saat yöntemine başlamama rağmen hiç sonunu getiremedim tabi ki. Şu an iki haftadır ara vermeden devam ediyorum. Bakalım ne kadar götüreceğim...

                                                                                          ***

Psikoloğuma gitmem gerek gibi hissediyorum ama param yok. Daha doğrusu olan tüm paramı tatil için biriktiriyorum. Sağ tarafta yıllık yapılacaklar listem var. Şu ana kadar tamamını bitirebildiğim görülmedi. O listede terapi kitabını bitirmek de var. Ama ben tabi ki o kitabı da yarıda bıraktım. Neden her şeyi yarım bırakıyorum acaba?

                                                                                           ***

Bir huyum var. Mesela bir oyun oynuyorum, zor bir oyun. Bazıları da oyunu vip oynuyor. Bir anda inanılmaz heyecanlanıyorum ve vipleri geçip oyun birincisi olma hayalleri kuruyorum ve büyük bir azimle oynuyorum. Ama sonra sıkılıp bırakıyorum. Uzun uzun listeler yapıp gerçekleştireceğime dair heyecanlanıyorum, ama sonra kendimi koltuğa oturmuş sigara içerken buluyorum. Amaan diyorum, yaparım sonra. İstanbul'la yurtdışı tatili planı yapıyoruz, hemen diğer senelerde nerelere gidebiliriz diye düşünmeye başlıyorum. Sonra diğer seneler de Allah bizi birbirimize bağışlar di mi diye ağlamaya başlıyorum. Küçükken de dünyadaki bütün kitapları okumaya karar verip heyecanlanmıştım. Bir de blog açmıştık İstanbul'la, hukuk blogu. Hiç yazı yazmadık.

                                                                                           ***

Staj eğitim merkezinde tanıştığım bir arkadaşım var. Bana ikizler burcu olup olmadığımı sordu, evet yükselenim ikizler nerden bildin ki dedim. Çok belli oluyormuş. Modum bazen çok yüksek bazen çok düşük oluyormuş. Yahu daha kısacık bir süre önce tanıştığım bir kıza ben bunu nasıl yansıtabilirim?!!! Neden ben tepkilerimi bu kadar aşırı veren bir insanım? Şaka bile kaldıramıyorum, hemen bir açıklama yapmaya çalışıyorum, yok ya şakaydı demek zorunda kalıyor karşımdaki. Yok yok, ben en iyisi terapi kitabıma devam edeyim.


25 Mayıs 2015 Pazartesi

Ofis Durumları

     Şu an ofisteyim. Gün geçtikçe daha fazla nefret ediyorum buradan. Staj derslerim başladığı için iki haftadır sadece ders çıkışlarında uğrayabiliyorum ama burada geçirdiğim iki saatçik zamana bile tahammülüm yok. Burası benim için iş yeri değil, çalışanlar iş arkadaşlarım değil. Burası sadece mesleğimi yapmam için atmam gereken bir adım... İş hayatını hep kötü olarak anlatırlardı ya, gerçekten kötüymüş. Yanlarında çalıştığım avukatlara bayan kibar bayan gıcık gibi isimler vermiştim ya, o isimlerin hepsi değişti. Artık kibar falan kalmadı çünkü hepsine gıcık oluyorum.

    İnsan özel hayatındaki problemleri iş yerinde diğer insanlara yansıtmamalı bence. Yansıtacaksa da açık açık anlatsın dinleyelim. Ama bir giriyor odaya offf pofff! Resmen negatif enerjiyle doluyorum. Ben bu ofiste çalışırken neler yaşadım... Öyle ki bloga bile yazamadım... Ama haberleri bile olmadı. Hastayım dedim, bir gün izin aldım, geçiştirdim. Ama bunlar öyle değiller, bu sanırım iş ahlakıyla alakalı bir şey. Ben ofise her geldiğimde onların asık suratlarını çekip negatif enerjilerini emmek zorunda değilim. Aslında zorundayım çünkü stajyerim. Stajyer fransızcada köle demekmiş.


     Patronum aslında iyi bir kadın. Kocasıyla birlikte çalışıyorlar. Kocası da çok iyi bir avukat, baya ünlü müvekiller var. Ama birkaç sene önce kanser olmuş, sürekli tedaviye gitmek zorundalar. Vücudu o kadar güçsüz düşmüş ki grip bile olsa çok riskli oluyor onun için çünkü bağışıklık sistemi tamamen çökmüş durumda. Kemikleri ve eklemleri de kötü durumda ve kolay yürüyemiyor. Elektrik vererek yapılan bir tedavi varmış, ona gidiyormuş bazen. Gerçekten çok üzülüyorum. Patronum da kibar bir kadın olmasına rağmen gün içinde çok stresli ve üzgün olabiliyor. Kocası da bazen çok neşeli bazen de çoook sinirli. Patronum bir davayla ilgili kocasını da bilgilendirmemi istediğinde kocası "ee bana neden söylüyorsun" diye bana kızabiliyor. Ne zaman ne tepki verecekleri hiç belli olmadığından ve çok kararsız olduklarından yanlarında çalışan üç avukat da sürekli stresli oluyor. Son dakika işleri öldürüyor beni. Çünkü hep stajyer olarak ben koşturmak zorunda kalıyorum. Baya stresli bir ortamda çalışıyorum yani. Buradan gitmek için can atıyorum, ama şu an gidemem çünkü paraya ihtiyacım var. Adli tatil dönemi de yaklaştığından kimse şu an işe almaz.

     Her ofiste bir ofis boy olur ya, burada da var. Şoförleri ve ofisboy hep mutfakta oturuyorlar. Ofisboy dediğime de bakmayın evli çocuklu adam aslında ama iş tanımını nasıl yapacağımı bilemedim. Her zaman mutfakta oturmaktan canları sıkılıyor olsa gerek sürekli espri yapmaya çalışıyorlar. Aslında samimi insanlar, iyi niyetliler ama sırf nezaketen gülmek zorunda olmak hiç sevmediğim bir şey ve her gün yapmak zorunda kalıyorum. Tabi bir de mutfakta çalışan ablamız var. Çok iyi bir kadın ama bazen çok patavatsız davranabiliyor. Mesela bir keresinde İstanbul'un ailesinin evi olup olmadığını sordu. Biz evlendiğimizde nerede oturacakmışız, bize verecek evleri var mıymış? Yahu sanane? En uyuz olduğum şey maddi konularda soru sorulması. Özellikle İstanbul hakkında. Nerede oturuyor sorusu fix zaten. Arnavutköy deyice hemen "aa zengindir o zaman" yorumu geliyor. Ben tepki vermeyince de zengin olup olmadığını açıkça soruyorlar. Hayır zengin falan değil gayet bizim gibi orta halli bir ailesi var. Dedesi saolsun zamanında oradan ev almış. Neyse işte ben yine cevap vermedim bu ablaya. "Bilmiyorum" dedim hala üsteliyor. "Ya ne kadar gereksiz bir soru, kusura bakmayın maddi konularda konuşmayı sevmiyorum." Dedim. Ama o kadar üsteledi ki anlatamam size.

     İşten çıkmama 15 dk kaldı. Şu an derslere girip akşam ofise geldiğim için burda hiç işe yaramıyorum. Genelde adliyelerde tapu müdürlüklerinde canım çıkana kadar koşturuyordum. İki hafta sonra yine işkence başlayacak çünkü derslerim bitiyor. Şimdiden korkmaya başladım. Ne zamandır dosyaları kontrol edemediğim için baya yüklenecekler gibi hissediyorum... Neyse Allah büyük...

23 Mayıs 2015 Cumartesi

Tavuk Döner

     Döner yiyoruz babamla. Taksim'de buluştuk, bir dönerciye girdik. Adam et mi tavuk mu diye sordu, tavuk dedim. Belki babamın çok parası yoktur şimdi et almayayım. Babam et döner aldı ama. Oturduk yedik. Baba-kız gibi değil de, iki arkadaş gibi sohbet ettik. Ben zaten çoktan ondan baba olarak bir şeyler beklemeyi kestim, kestiğimden beri de aramız düzeldi. Ben ondan bir şey istemiyorum, o benden bir şey istemiyor. Ama arada telefonlaşıyoruz, bir kaç ayda bir de görüşüyoruz. Yılların alışkanlığı, özlüyoruz tabi.

     Yine Muş'tan konu açılıyor. 
     "Doktor bir arkadaşım var, dubleks villada 800 TL kira ödeyerek kalıyor Muş'ta. Bana yetecek kadar bir daire tutsam ayda 150-200 TL ye kalırım. Emekli maaşım yeter zaten." dedi. 
     "Emekli olduktan sonra Muş'a yerleşmeyi hala düşünüyor musun?" dedim.

      Farkında olmadan suratım asılmış söylediklerine. 

     "Pkk yok mu oralarda?" 
     "Pkk yüzünden boşalan köyler var, çok sessiz, ne oldu gidersem özler misin?"
     "E özlerim tabii, istediğimiz zaman görüşemeyiz sonuçta."
     "Buradayken çok mu görüşüyoruz?"
     "Aynı şey mi baba, istediğim zaman arayabileceğimi biliyorum en azından."

     Anlamadı. İnsan en azından ihtiyacı olduğunda babasını arayabileceğini bilmek istiyor. Özellikle kız çocuklar için böyle sanırım ama ben zaten ihtiyacım olsa asla ilk onu aramam ki. Önce sevgilimi ararım, sonra kardeşimi. Eğer büyüklerin halletmesi gereken bir durumsa annemin nişanlısını ararım, sonra da dayımları. Ama olsun, yine de arada görüşüyorduk, demek onun için hiçbir şey fark etmezmiş. Gitsin, belki sağlığı düzelir.


     Tek oda kiralayıp emekli maaşıyla geçinirmiş. "Benim kızım işe başladı, yakında evlenir, ben kenara az para koyayım belki ev kurmak için ihtiyacı olur. Oğlum da hala üniversitede, sınavları yüzünden işe gidemeyebilir, paraya ihtiyacı olabilir. Hem okulu bittikten sonra o da evlenir. Erkek tarafıyız sonuçta, kenarda az paramız olsun." Böyle düşünmesini o kadar isterdim ki... Ahh ah, baba.

     Üzülüyor muyum? Evet. Ama kısa sürüyor, az. Sadece... Şaşkınım gerçekten. Arkadaşlarımın babaları onlar için baya çabalıyor, çok şaşırıyorum. Bazen onlar anlatınca kendimi bir kanadı eksik kuş gibi hissediyorum. Oha diyorum, vay anasını. Roma Adana'ya dönsün diye babası o kadar uğraştı ki, ona orada iş kuracakmış, yeter ki kızı dönsünmüş, çok özlüyormuş. Prag'ın babası da ona öyle bir iş imkanı sundu ki, avukatlık yapmak istemezse o işi yapsın diye. Benim çocukluk hayallerimi süsleyen iş, dürüst olayım, hala istiyorum. Ama ben giremem, torpil olmadan imkansız, çoook gizli, söyleyemem. 

     Gözlerim acıyor, sol gözüm kızardı. Ağlamaktan falan değil. Dün gece çok geç yattım, bu sabah da iyi uyuyamadım. Bütün gün de Age Of Empires oynadım. Savaş ve strateji oyunu, bilmeyenler için. Özlemişim oynamayı. Offf bütün cumartesi bomboş geçti diye düşünüp, "Amaan, oyun oynamasam atom mu parçalayacaktım?" dedim kendi kendime. Sonra aklıma geldi, gerçekten atom parçalayan insanlar var. "Atom mu parçalayacaktın?" diye sorsam evet der düşünsene. Hahahha.

     

     
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...