30 Ocak 2015 Cuma

Ne Yapmalıyım?

        Ofise girdim, kendime nescafe yaptım, sigara yaktım. Tabi bunları mutfakta yapıyorum. Geçtim her zaman sigara içtiğimiz yangın merdiveni boşluğuna, düşündüm, düşündüm. Bu arada kahveyi döktüm. Kendime yeni bir kahve yapıp yeni bir sigara yaktım. Düşünmeye devam ettim ama hiçbir yere varamadım. Varamayacağım da sanırım.

     Bugün Küçükçekmece Belediyesi, Esenyurt Tapu müdürlüğü, Küçükçekmece Adliyesi, Taksim yaparak yine bir rekora imza attım. Ofise dönerken yürümüyordum, sürünüyordum. Aynı zamanda Roma'yla telefonda konuşuyordum. Ben "Dayanamıyoruuummm, çıkıyorum bugün işten, oofff!" dedikçe Roma "Çık kızım yaa, ben de aynı durumdaydım, çıktıktan sonra daha önce çıkmadığıma pişman oldum." deyip beni gaza getirmeye devam etti.. Ağlamadım ama, bildiğin tuttum kendimi. İstanbul'a yazdım işten çıkıyorum diye, artık ellinci kez aynı şeyi duymuş olaraktan çok tepki vermedi. Hemen aradı tabi ama, çabuk karar veriyorsun yine, ben sınava çalışıyorum aşkım, şimdi kimseye bir şey deme, buluşunca konuşuruz dedi. Ben de tamam dedim. Kimseye bir şey demedim.


     Ofise asık suratla döndüm, kimseye gülmedim. Tatlı patron da iki gündür ağlıyordu zaten. Bugün de ağladı. Sonra Bayan Kibar geldi, en büyük patron. Ne zaman sinir krizi geçirerek ofise dönsem, ya çok tatlı bir laf söylüyor, ya gelip dilekçe veriyor, ya saçımı okşuyor. Off, anlayacağınız yine ettiğim küfürleri yuttum, yine işten ayrılamadım. Ayrılamayacağım galiba. Ama şöyle bir sorun var. Pazartesi işe yeni bir avukat başlıyor. O avukat benim masama oturacak, ben de koltuklarda mutfakta sürüneceğim. Ben iş yerinde öyle şeylere hiç gelemem ki... Kendimi o şekilde huzurlu hissetmem. Sanki oraya ait değilmişim gibi, geçiciyim burada diye bağırıyormuşum gibi. Üstelik yazmam gereken iki dilekçe var, nasıl yazacağım ben o dilekçeleri bilgisayarım olmadan ? 

     Çok kararsızım. Bir yandan para kazanmak zorundayım, kredi kartı borcumu ödüyorum. Ayrıca biliyorsunuz ki babamdan destek almıyorum. Anneme de pis patronu maaşını doğru düzgün ödemiyor, yardım almayı bırak yardım etsem yeridir. Bu yüzden yeni bir yer bulmadan işten ayrılamam. Yeni bulacağım yerde de mutlu olmamaktan korkuyorum. Sürekli şikayet eden devlet memuru gibi etrafımdaki herkesi bıktırdığımdan, yeni bir yere girersem oradan memnun olmama gibi bir şansım olmayacak. Dayan be kızım diyorum, kas kendini, geçecek bu günler... Bilemiyorum ki. 

     Babam aradı, sesi çok üzgündü. Kızım, çok özür dilerim dedi. Ödüm koptu birden. Ne oldu baba? dedim. Ben senin doğum gününü unuttum dedi. Nasıl korkuttu beni. Kız kardeşini kaybetti, kafası dağınıktı, bir de doğum günümle mi uğraşacaktı? Anlayışıma teşekkür etti. Ama geç de olsa hatırladığı için ve unuttuğuna bu kadar üzüldüğü için mutlu oldum. :)

   

29 Ocak 2015 Perşembe

23 Yaşım da Bitti

     Bloggera giriş yaptıktan sonra genelde önce sizlerin yazılarını okurdum. Ama bu sefer önce yazı yazmaya karar verdim, çünkü o kadar güzel yazıyorsunuz ki, okumaktan yazmaya vaktim kalmıyor. :)

     Biraz önce kapattım telefonu, babamla konuşuyordum. Tam 37 dakika sohbet ettik, 37 da-ki-ka! Baya baya kahkaha attık, bir sürü şeyden konuştuk. Nasıl özlemişim. Aslında küçüklüğümdeki gibi tabi ki değil ama sonuçta babamla aynı evde yaşasaydık da aynı olmazdı ki, yıllar geçti sonuçta, ben de büyüdüm. Ne kadar doğum günümü unutmuş olsa da olsun, hiç önemli değil. İşten gerçekten çok yorgun ve mutsuz gelmiştim. İstanbul aradı, konuşmaya başlamamla ağlamam bir oldu, ama sonra telefonu kahkaha atarak kapattık. Şimdi de babamla çok iyi konuştuk, bütün negatif enerjim gitti. Babam bana "Senin bunalımda olduğunu düşünemiyorum kızım." dedi. Ben saçlarımı boyattım kumral renge, espri yaptım bunalımda mıyım diye, babam da böyle dedi işte. "Gerçekten mi?" dedim. "Evet kızım, sen her zaman o kadar güçlüsün ki, ben senin bunalımda olduğunu düşünemiyorum." dedi. O kadar iyi geldi ki bu söylediği anlatamam. O an kendimi gerçekten çok güçlü hissettim, üstesinden gelebilirim zorlukların gibi. Demek baba desteği böyle bir şeymiş. 


     Bugün işte yine çok yoruldum. Sabah Bakırköy adliyesine, oradan da Çağlayan'a geçtim. Öğle arası dışında hiç oturmadan 4'e kadar koşturdum. Ofise döndüğümde o kadar yorgundum ki, beynim durmuş gibiydi. Kibar patronum gelip bana bir dilekçe daha verdi. Diğer iyi olan küçük patron ise yarın Küçükçekmece Belediyesi'ne, oradan Küçükçekmece adliyesine, oradan Çağlayan'a geçmem gerektiği söyledi. Sonra da Taksim'e ofise. Nasıl sinirlendim nasıl sinirlendim... Yani madem ebesinin nikahına kadar gideceğim, Çağlayan'daki işi sonra yapayım ne var? Zaten yorucu bir gün olacak. Çağlayan'daki iş de hiç acele değildi. Şeytan diyor ki siz manyak mısınız diye bağır. Valla bıktım. 2 hafta önce iş ne güzel gidiyordu. Ama şimdi yine patronla yapacağım "Ben işten ayrılıyorum" konuşmasını kafamda prova etmeye başladım. Bu arada sırtımdan aşağı doğru, ama içerden sıcak su akıyor gibi bir ağrı var. Ne ola ki bu?

     Dün doğum günümdü. Saat 00:00 olur olmaz İstanbul aradı. Bana o kadar güzel şeyler söyledi ki, telefonda ağlamaya başladım. Allah onu yanımdan eksik etmesin, bizi birbirimize bağışlasın. Hediye olarak bana istediğim kabanı almış. Giydikçe kendimi daha güzel hissediyorum :)) Paris bana çok değerli bir hediye verdi. Çok güzel bir defter yaptırmış bana. Grafiker ya, kendi tasarlayıp iş arkadaşlarına yaptırmış. Defterin yanında kalem için yeri var. Defter ve kalemin üzerinde ismim ve soyadım yazıyor. İş hayatımda kullanmam için çok güzel, ama ben bu iğrenç stajyerlik döneminde kullanmaya kıyamadım, ruhsatımı alınca kullanacağım artık. Bu doğum günümde çok hediye almadım, geçen sene çok verimli geçmişti aslında. Ama beni en çok duygulandıran hediye annemin hediyesiydi. Ben doğduğum gün, babamın anneme hediye ettiği altın bir yüzük vardı. İçinde benim doğum tarihim ve saatim yazıyor. Çok anlamlıydı benim için. 

     İşte durumlar böyle...Sürekli ruh halim değişiyor. Bir gün çok iyiyim, bir gün çok kötüyüm. Dengelemeyi hala öğrenemedim. Ama bugün icra memurunu beklerken çok sinirlendiğimde sabır diledim Allah'tan, iyi geldi biraz.  Zaten moralim iyiyken sorun yok, kötüyken modu yükseltmeyi öğrenmek gerek. Ehh o da zamanla öğreniliyor sanırım...

26 Ocak 2015 Pazartesi

Bizden Sonra Geriye Kalanlar

     İki gün geçti, daha iyiyim. Babamla günde iki kere konuşuyoruz. Çok şükür onun sesi de düzelmiş, hatta bugün telefonda kahkaha attı, nasıl mutlu oldum anlatamam. Bu haftaiçi bir gün kuzenimi yemeğe davet etmeyi düşünüyoruz, halamın oğlunu yani. Hem onun da havası değişir biraz.

     Tek sorun sürekli duyduğum korku. Artık telefon çaldığı zaman zıplıyoruz yerimizden. Sevgilimle telefonu kapatırken elli kere sevdiğimi söyleyip, telefonu kapadıktan sonra elli kere "Allah'ım sana emanet." diyorum. Dayım bugün öğlen Almanya'ya döndü, arkasından elli kere "Allah'a emanet ol." dedim. Bazen bu kadar dertlenerek hata mı yapıyorum acaba diye düşünüyorum. Evet çok üzüldüm ama kaybettiğim sonuçta halamdı. Annem, babam, kardeşim, sevgilim, yakın arkadaşlarım benimle. Allah onlara uzun ömürler versin. Bunun için şükretmeyi unutmamam lazım.


     Eskiden, yani çocukken ananem türkü dinlediğinde hiçbir şey ifade etmiyordu, inanılmaz sıkılıyordum. Ama şimdi bıraksan hönküre hönküre ağlarım. Hemen dertleniyorum, hemen dedem aklıma geliyor. Bugün kardeşimle dedemin kitaplığına baktık. Bir sürü defteri, ajandası var. İçine her şeyi not almış. Herkesin doğum ve ölüm tarihleri, telefon numaraları, cumhurbaşkanları, fıkralar, bulmaca sözlüğü yapmış kendine mesela. Bulmaca çözmeyi çok severdi çünkü. Bir sürü Atatürk'le ilgili kitabı var. Hayatı, öğretileri, ailesi, devrimleri... Çok severdi Atatürk'ü dedem, biz de ondan mı aldık bu sevgiyi acaba? Defterlere baktıkça dedemin el yazısını ne kadar özlediğimi fark ettim, sonra ellerini... Kitapların arasında ince bir tarak bulduk. Belki saçlarını tarıyordu onunla, belki bıyıklarını düzeltiyordu. O tarak orada kalmış, kimse dokunmamış. Çünkü artık o tarağın sahibi yok, o tarak bizim için dedemin hatırası, kimsenin eşyası değil artık. Ne kadar acı değil mi? Çok isteyerek aldığımız bir eşyamız, biz öldükten sonra sahipsiz bir şekilde kalıyor. Bazı eşyalarımızın yeni sahipleri oluyor. Bizimle ilgili akılda kalan tek şey sözlerimiz, kahkahalarımız oluyor. Daha çok fotoğraf çekmeliyiz bence. Kendi fotoğraflarımızı çekip instagramda filtrelemeye uğraşacağımıza, hayattaki sevdiklerimizle vakit geçirip onlarla fotoğraflar çekmeliyiz. Hatta videolar çekmeliyiz. Çünkü sevdiklerimiz öldükten sonra donuk bir fotoğraftan çok sesini, gülüşünü, bakışını, en küçük bir hareketini özlüyoruz. Keşke kokularını da saklayabilseydik.

25 Ocak 2015 Pazar

Halam Da Gitti Bu Dünyadan...


     Çok çok zor günler geçirdim. Aynı hafta içinde iki yakınımız öldü. Biri komşumuzdu, en yakın arkadaşımın babannesiydi, o kadar ağır gelmemişti bana. Ama ondan iki gün sonra, halamı kaybettim. 4 sene içinde dedem, kuzenim ve halam öldü. Artık her an herkesi kaybedebilirim gibi bir his var içimde. Ne kadar korktuğumu anlatamam. Oturup bağıra bağıra ağlamak istiyorum.

     Cenaze evi, cenaze ve mezarlık kısımlarını uzun uzun anlatmak istemiyorum. Hepsi birbirinden zordu ama en kötüsü mezarlık kısmıydı. En zor kısmı babamın yaşadığı acıydı. Hiç elini bırakmadım babamın. Ağladı, ağladı, hiç sesini çıkarmadan ağladı. Halam gömülürken her saniye bir yaş aktı gözlerinden. O ağladıkça ben ağladım. Kendi acım önemli değildi, belki on katı babamın acısını hissettim içimde. Nasıl anlatayım ki, ne hata yapmış olursa olsun ona artık hiç ama hiç kızgın değilim. Onunla daha çok vakit geçireyim yeter. Ellerini daha uzun yıllar tutabileyim yeter. 

     Çok yorgunum, çok...

19 Ocak 2015 Pazartesi

Babalarımız İyi Olsalardı Hayat Nasıl Olurdu?

     Bugün ananem "Günlerin hızlı geçmesi, haftaların biz hiç anlamadan bitmesi kıyamet alametlerindendir." dedi. Eğer bu söylediği doğruysa, yarın kıyamet kopmalı bence. Pazartesilere artık sinir olmuyorum. Çünkü ben hiç anlamadan cuma günü gelecek diye düşünüyorum. Ciddiyim! Çok üzülüyorum. İstanbul'la geçirmek istediğim zamanlar azalıyor resmen. İş, sınavlar, para derken görüşemediğimiz zamanlardan hayatımız akıp gidiyor işte. Ben her saniyeyi onun yanında geçirmek isterken, hayat bitiyor. Yarın ölmeyeceğimiz ne malum ki hem? Neyse ben yine krize girmeden susayım. Yarın Bayan Gıcık gelecek. Ama ben yeterince özgüven depoladığımı düşünüyorum, bu yüzden yarın işe gidecek olmama rağmen sinirli ve gergin değilim. Hem maaşım da yemekle ilgili patronla konuştuğumdan beri yüz lira arttı. Yani bana günde 5 TL lik yemek yiyebilirsin demiş oldu. Olsun, ne yapalım, katlanacağım şimdilik. 


     Ben babama işe başladığımı hemen söylememiştim. Başladıktan sonra da para aldığımı söylemedim. Çünkü söylersem, bana hiç destek olmayacaktı. Zaten çok az para veriyor, bu sefer iyice kesecekti. Ben de şimdilik söylemeyeyim, babamın verdiği paralar da fazladan olsun hem böylece para biriktirebilirim diye düşündüm. Hem o benim babam, bana destek olması gerekmez mi? Neyse, babam da salak değil sonuçta. Staj yaparken para ödendiğini bildiği için, bana iş bulmuş. "Kızım, sen orayı sevmiyorsun, hem para bile ödemiyorlar. Ben de sevmiyorum, sana bir iş buldum, salı günü saat 11'de görüşmen var." dedi. Ne kadar iyi niyetli de olsa, en sevmediğim şeyi yaptı. Benim adıma iş değiştirme kararı vermesini bırak, bana hiç sormadan iş görüşmesini bile ayarlamıştı. Ses tonumdan bunu istemediğimi anlaması için elimden geleni yaptım. Gidemeyeceğimi söyledim. "Başka bir işte çalışıyorum, o saatte ofiste ya da adliyede olurum, gidemem büyük ihtimalle baba." dedim. Ama babam O kadar ısrarcıydı ki... Bir şeye tutturdu mu tutturur. İş görüşmesinden önceki gün beni arayıp "İş görüşmene 14 saat 13 dakikan kaldı ehehe." dedi. Ben tabi sinirlendim ama hiç belli etmedim. Şu ana kadar hiçbir sorunumda yanımda olmamış bir insan sonuçta. Sonra iş görüşmesi günü beni tekrar arayıp "Gideceksin di mi?" diye sordu. Gerçekten ben şu an çalıştığım yerden bu kadar nefret etsem, zaten bu iş görüşmesine uçarak gitmem gerekmez mi? Ya da en azından  ses tonumun mutlu olması gerekmez mi? Babam bunu ya anlamadı, ya da anlamazlıktan geldi bilmiyorum. Ama ses tonumu tanıyacak kadar beni tanıyordur heralde değil mi? Sonuç olarak, iş görüşmesine gideceğim yeri arayıp gelemeyeceğimi söyledim. Sonra aklıma bir şey geldi. Babam acaba artık para kazanmamı istediği için mi bu kadar ısrar etmişti? Halbuki en başta tek düşündüğüm iyi niyetiydi. Bu kadar kötü bir şey düşünmem benim suçum mu acaba? Bilemiyorum. Ben babama para almıyorum derken tek istediğim babamın destek olmaya devam etmesiydi. Sadece parayı çok sevdiğimden değil. Babamın hala çocukları için sorumluluk hissetmesini istedim. Ayrıca bundan sonra daha rahat davranması sadece benim açımdan kötü değil, kardeşim açısından da kötü. Bana para getirmemesi demek, ona da getirmemesi demek.

     Bazıları yurtdışında yüksek lisans yapıyor, yurt dışına tatile falan gidiyor. Çevremdeki herkes desem daha doğru olur. Ben sevgilimle bir haftalığına yurt dışına gidebilmek için maaşımın yarısını kenara koymalıyım. Babamdan bana pasaport almasını bile isteyemem. Bir dakika, pasaport mu? Babam benim ehliyetimi bile almadı ki! Bana tek bir kere bile direksiyon çalıştırmadı. Ne pasaportundan bahsediyorum acaba...

     Hayatımdaki her şey için şükretmemin yanında, arada böyle sorular da sorabiliyorum. Çünkü insanım. Hani bir reklam var ya, sanırım vodafone reklamı. Babaları anlatıyor, dişinden tırnağından artırıp istediğimiz mezuniyet elbisesini alırmış falan... Benim babam kep törenime çağırınca "Sen annenden para al ben veririm." dedi. Büyük bir şokla onu para için çağırmadığımı, yanımda olması için çağırdığımı zar zor söyleyebilmiştim. Aslında böyle reklamlar yapmaları çok kötü. Benim gibi insanlar var sonuçta, yazık bize. Hem bırak beni, ya babası ölen çocuklar? Bir de buna benzer bir reklam var, "Her çocuğun gülümsemesinin ardında, sevgi dolu bir anne vardır." diyor. Yazık annesi olmayanlara. Bir de bir reklam vardı, Ahmet Mümtaz Taylan oynuyordu. Kızı evleniyor, gelinlikle odasında oturmuş, son hazırlıklarını yapıyor. Babası geliyor yanına, gözleri dolu dolu, ne olursa olsun her zaman yanında olduğunu söylüyor, yanında olmasa bile bir telefon uzakta olduğunu söylüyor. Ağlamıştım ben o reklamı izlerken. Bence bu reklamları yasaklasınlar! Şaka şaka. Öyle babalara sahip olan insanları duygulandırıp satış yapabilmek varken bizi kim düşünsün? :)

13 Ocak 2015 Salı

Ne Kadar Mutluluk Yeter Bize?

      Gün geçmiyor ki, yeni bir karar almayayım. Hayatla ilgili sürekli yeni kararlar vermek umut veriyor sanırım. Her şey belki yeni bir yöntemle daha iyi hale gelir ümidi var herkeste. Hayatlarımızdan o derece mi memnuniyetsiziz acaba? Sürekli bir çaba içindeyiz her şey daha iyi gitsin, bir şeyler değişsin, belki bu sefer daimi mutluluğu bulurum... 
      Daimi mutluluk mümkün mü ki? Annem bir keresinde mutluluk öğrenilir demişti. Belki de gerçekten öyle. Bulunduğumuz şartları en iyi şekilde değerlendirmeyi öğrenmemiz lazım, elimizdekilerle memnun olmayı öğrenmemiz lazım. Gerçekten yetmediği zamanlar da neden yetmediğini bulmak lazım. İşte ben mutsuz ya da yetersiz hissettiğim zamanlarda yeni karar alıyorum galiba. Gerçi şu an öyle hissetmiyorum, iyi gidiyor çok şükür ama demek ki eksik bir şeyler var.



      Yeni kararım belki elli bininci kez verdiğim ama bir türlü tam olarak uygulayamadığım bir karar. Her şeyi oluruna bırakmak, hayatın akmasına izin vermek. Aklıma kötü şeyler geldiğinde, iç sesim susmadığında kendimi kendime açıklamaya çalışmamak. O düşünceler gerçekte benim değil, iç sesimin. Kendime asla öyle düşünmeyeceğimi açıklamam gerekmiyor. İkna etmem gerekmiyor. Ama dua edeken napacağım? En sevdiğiniz kişiler için mutlu olsunlar diye dua ederken iç ses sürekli ölsün diyorsa ne yapmak lazım? Hayır çok uzun ve sağlıklı yaşasın, çok mutlu olsun, allah'ım onu ben demedim, iç sesim dedi, nolur onu dinleme diyorum sürekli. Acaba ne yaparsam iç sesim susar?

      Tüm bunların yanında hayat tabi ki devam ediyor. İlk zamanlar mutlu, sonra ise lanet ederek gittiğim işime şu sıralar da mutlu gidiyorum. Bayan Gıcık iki haftalığına tatile çıktı, ondan beri de ofis daha huzurlu, işlerimi daha kafam rahat yapıyorum. Bunun yanında süperstar hanım için bir dava dilekçesi yazdım ve asıl patron Bayan Kibar "çok başarılı, çok akıcı." dedi. Bunun üzerine acaba yanlış meslek mi seçtim soruları kafamdan uçtu gitti. Takip elemanı gibi çalışmak değildi ki benim mesleğim, buydu işte. Hukuki destek sağlamak, dilekçede haklı olduğumuz konuları uzun uzun anlatmak. Belki biraz sabretsem daha çok yazabilirim. Her şey daha iyiye gidebilir. Bu arada Bayan Gıcık tatilden dönünce de kazandığım güveni saklarsam o da beni üzemez.

      Bugün adliyeden çıkmadan önce üniversiteden bir arkadaşımla karşılaştım. Bir haftadır bir büroda çalışıyormuş ve avukat kadın bir ceza avukatıymış. "Hiç sorma moira, hiç fakültede öğrendiğimiz gibi değil gerçek hayat, hayal ettiğimiz gibi değil. Uyuşturucu satıcılarını, katilleri savunmak için dilekçe yazdım. Dayanamıyorum, içim kaldırmıyor, herkesin savunma hakkı var biliyorum ama yapamıyorum." dedi. Ne desem bilemedim, meslek işte. Hep ceza istedim ama mağdur kadınları çocukları savunmak için istedim sonuçta. Tecavüzcü, katili değil.

      Şu an ofisteyim. Yazının önceki kısmını dün adliye servisinde, gerisini de ofiste yazdım. Laptopm bok gibi oluğundan açıp yazmak bile işkence. Kardeşim de bilgisayarda sürekli. Kalıyor işte yazılar, telefondan yazmak da işkence ama olsun. 

2 Ocak 2015 Cuma

Hepimiz Çok Saçmayız

     Her pms döneminde aynı şey. Ağlama isteği ve nasıl mutlu olunur acaba diye kendine sorma halleri. Aslında şu anda mutluluktan ağlamak istiyor olabilirim. Hayatım o kadar mükemmel işte. Zaten normalde de manik depresif bir insanım, bir de pms dönemi olunca tadımdan yenmiyor yani. Ama ağlamak da istemiyorum. Ay ne gıcık insanım ben ya.

     Neyse, dün bizim evde sevdicek, kardeşim, sevgilisi ve diğer yakın arkadaşlarımızla küçük bir parti yaptık. Çok eğlendik. Arkadaşımız sevgilisine evlenme teklif etti falan. Sevdicekle hindi yaptık, süper bir sofra hazırladık, masaörtüsü ve tabakların deseniyle uyumlu peçetelerimiz bile vardı. Tabu XL da vardı. Küçük yılbaşı ağacımız, içkilerimiz, sigaralarımız ve en önemlisi dostluğumuz, sevgimiz... Yani süper bir geceyle yeni yıla girdik, böyle süper bir yıl istiyorum işte. Bu senenin istekleri için her sene gibi Eylül'de bir liste yapmıştım. Hatta bir mim başlatmıştım ama herkes biraz erken değil mi demişti. Halbuki ben hep sonbaharda yaparım listemi. 


     İş bok gibi gidiyor, bunu sağır sultan bile duydu. İki günde bir ağlıyorum. Bana işinden şikayet edip ağlayan arkadaşlarıma benim söylediğim gibi, arkadaşlarım da bana işten ayrıl diyorlar. Ama öyle kolay olmuyor işte. Öyle bir bürodayım ki Ajda Pekkan'la tanıştım. İnsan onlara ben gidiyorum demeye de korkar. Ama asıl korkum tekrar iş bulamamam, paraya ihtiyacım var. O yüzden şu an işten ayrılmaya cesaret edemiyorum.

     Akşam sevdicekle konuşurken onca sohbetten sonra nasıl bir öküzlük yaptım biliyor musunuz? "Aşkım biz şimdi bir sürü hayal kuruyoruz ya, ölünce hepsi silinip gidecek, ne kötü di mi?" Sevdicek de "Aşkım hadi kapatalım biz telefonu geç oldu." dedi. Adam biliyor beni, bir girdim mi konuya, hayatın amaçsızlığından da çıkabilirim, salya sümük ağlayarak da çıkabilirim hiç belli olmaz. Malım işte. Ama ne yapayım? Siz söyleyin, çok saçma değil mi? Ölmek çok saçma. Çok acımasız be.

     Şimdi bana deseniz ki,"Moira sen böyle konuşurken nasıl mükemmel bir yıl bekliyorsun?" Bekliyorum banane, süper bir yıl olacak. Ben iç sesimi sustururum. Artık beni dinliyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...