22 Kasım 2014 Cumartesi

Gıcık Oldum Birilerine

      Çalışmaya başladıktan sonra hayatımın ne kadar hızlı aktığını fark ettim. Zaman nasıl geçiyor hiç anlamıyorum. Ne zaman cuma günü geliyor hiç anlamıyorum. Bu süreçte en çok keyif aldığım şey sevgilimle zaman geçirmek. O kadar mutluyum, o kadar huzurluyum ki onunla... Saatlerce sohbet edebilirim, ya da omzunda uyuyabilirim. Ama şu an için hayat buna izin vermiyor. Onu da, ilişkimizi de Allah'a emanet ediyorum. Dua ediyorum hep bizi, onu korusun diye. Psikolojik olarak ne kadar iyi olsam da, bilirsiniz beni işte, iç sesim hep korkutuyor beni.

      Gün geçmiyor ki, kendi hayatıma şükretmek için yeni bir sebep öğrenmeyeyim. Birkaç gündür adliyede liseden bir arkadaşımla geçiriyorum öğle vakitlerini. Ne kadar güçlüymüş ki, bugüne kadar hiç anlamadım ne kadar büyük bir derdi olduğunu. Bugün yanına gittiğimde ağlıyordu. Tekerlekli sandalyede bir adam görmüş, arkasında isim yazıyormuş. Babasıyla aynı isimde, ağlamaya başlamış. Babası ALS hastalığına yakalanmış. Tedavisi yok, ölecekmiş. Ne olursa olsun onun umudu varmış. O kadar üzüldüm ki. Böyle durumlarda kilitleniyorum işte. Sarıldım, yanında olmaya çalıştım ama... Ne kadar olabilirim ki işte, onun nasıl hissettiğini anlamam imkansız. Kendi babam da hasta olduğundan korkusunu biraz anlayabilirim. Ama benim babam KOAH hastası, yani çok şükür ilaç kullanarak hayatını idame ettirebiliyor. Ama ALS hastalığı öyle değil ki. Yavaş yavaş ölüyor vücut. Süreç de çok zor...Allah'tan sabır diliyorum ve kendi halime şükrediyorum.



      Geçen hafta fakülteden arkadaşlarımla buluştuk. Çok yakın olduklarım hani; Prag, Berlin, Roma ve ben. New York gelemedi maalesef. Neyse, anlatacağım şey beni çok üzdü. Aslında gün çok güzel başladı, güzel de bitti. Ben örümcek gördüm, oradan da bizim ilk tanışma zamanımızın konusu açıldı. Nasıl derseniz, biliyorum çok garip ama ben seneler önce örümcek besliyordum. Yani örümceklerden korkmuyorum ve bana çok ilginç geliyorlardı, neyse. New York da değişik bir böcek bulmuş bana getiriyordu ama ölmüştü böcek yolda. Neyse işte ben tuvalette örümcek gördüm deyince bu anıyı hatırladık, Prag da:
      "Baksana yaa Moira örümcek besliyor, New York da ona böcek getiriyor, biz nasıl arkadaş olduk bunlarla?"
      dedi. Güldük baya sonra da bizim ilk tanışmalarımızdan konu açıldı. Sohbet ederken Prag benim onda bıraktığım ilk izlenimleri anlattı. Ama o kadar gülerek anlattı ki dalga geçer gibi, biraz da anlatacağı şeylerden hoşlanmayacağımı bildiği küçümseyici tavırla. Aslında kötü niyeti olmadığına eminim ama insan bazen karşısındakine bir eleştiride bulunurken kırmamak için gülerek söyler ya, orada çok ince bir çizgi var işte. Biraz fazla gülünce dalga geçiyor izlenimi bırakıyor. Bizde de öyle oldu. Ama Prag'da hep bir prenses sendromu var zaten. Ben her boku yiyorum ama o çok hanımefendi, çok tatlış. Ben üniversite ikinci sınıftayken saçımı kızıla boyamıştım. Ama sonra tekrar aynı renge boyamadım ve önce bakıra sonra da sarıya yumuşak bir geçiş yaptım. Bu saçımın kızıl olduğu zamanlarda da her zaman uzun ve dalgalıydı ve baya dikkat çekiyormuş. Ben gerçekten farkında değildim, konuşurken kızlar söyledi, "Sen anfiye girince saçların direk dikkat çekiyordu." diye. Ama bunu olumlu anlamda mı söylediler pek emin değilim. Beni kıran nokta şu oldu, Prag benimle ilk tanıştığında beni gotik sanmış. Gotik olmak kötü bir şey değil, ondan kırılmadım. Beni, bana öyle bir anlattı ki, anlattığı kızla ben bile arkadaş olmazdım. Neymiş, saçlarım kızılmış, siyah giyinmişim ve sigara içiyormuşum. Hatta bir keresinde 
      "Ben tiryakiyiiimm yaa dayanamıyorum, bahçeye çıkalım da sigara içeyim."
demişim. Ya siz de artık az da olsa tanıyorsunuz beni, böyle bir cümle ben kurar mıyım? Kurmadım arkadaşlar. O günü çok iyi hatırlıyorum. Ders bir buçuk saat sürmüştü ve sıkıcı bir hukuk dersiydi. Ben de
      "Daraldım, biraz bahçeye çıkalım, bir sigara içerim." 
demiştim. "Tiryaki" kelimesi benim cidden nefret ettiğim bir kelimedir. Ve beni öyle bir anlatıyor ki, böyle ben ufuklara dalarak hayata isyan edip sigara dumanı üflüyorum falan, hayalimde öyle canlandı. Dedim ki
      "Sen ayrıntıları birleştirip yanlış bir izlenim edinmişsin. Ben o gün ancak şu lafı etmişimdir, daraldım bahçeye çıkalım, orada da sigara içmişimdir. Yani kızıl saçla ya da siyah giyinmekle gotik olunmuyor. O anlattığın kızla ben de arkadaş olmam da merak ediyorum madem öyleydim sen nasıl oldun?" 
      "İşte zamanla tanıyor insan, sonra değişti fikrim."
Sonra da bizim otobüste birlikte gittiğimiz günlerden birini anlattı. Neymiş ben o kadar çok konuşmuşum ki, ona İstanbul'u annemi ve kardeşimi anlatmışım, o da içinden "Kız herhalde beni çok sevdi." diye düşünmüş. Ama bunu böyle gülerek söylüyor, iyice gıcık oldum. Çok net hatırlıyormuş ben o gün cam kenarında oturuyormuşum. Ben de hatırlıyorum da, köprü trafiğinde sohbet etmiştik baya. O bana babasının mesleği yüzünden sürekli yer değiştirmelerini, ailesini hatta dedesinin piposunu bile anlatmıştı. Neymiş sevgilimi anlatmışım. O ara Roma
      "Senin dedenin piposunu anlatman, onun sevgilisini anlatmasından daha garip bence." 
dedi, oh ne güzel dedi. Ben de dedim ki
      "Prag samimi görmüşüm anlatmışım demek ki, öyle bir anlatıyorsun ki sen de, sanki sadece ben konuşmuşum gibi." 
dedim. Sonra konu bir şekilde kapandı ama ben nasıl uyuz olduysam "Allah'ım nolur Prag sigara içsin" falan diye dua ederken buldum kendimi.

      Bunlarla da bitmiyor ki, resmen prenses yani kız. Arada bir böyle konuşuyor işte. Bir keresinde benim İstanbul'la sürekli tartıştığım ve ilişkim için çok korktuğum bir dönemdi. Prag'a kahvaltıya gitmiştim ve onunla dertleşmiştim, sonra mesajlaşmıştık. Biraz yardımcı olmuştu falan ama biz İstanbul'la her zamanki gibi kendimiz düzelttik aramızı. Bu artık o arada başka arkadaşlarıyla da mı o konulardan konuştu ne oldu bilmiyorum ama bir gün kızlarla hep birlikteyken şöyle bir laf etti: "Yaa ben ilişki danışmanı olmalıymışım bu ara sürekli birilerini barıştırıyorum." Ya o an ben de oradayım, ayıp ama.

      Oh akıttım zehrimi buraya, gidiyorum. Buraya kadar okuyan herkese teşekkürler ballar.

4 yorum:

  1. Gecmis olsun. Cidden cok kotu bir hastalik. Insan her zaman cevresindeki insanlarin ne kadar zor donemlerde gectigini anlamiyor.
    Prag a da bakma sen. Hem o nasil bir fil hafıza ki her boku hatirliyorum diyo. Oturmus yeniden yazmis olanlari fazla mi bos vakti var anlamadim ki

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Canım çok teşkkür ederim yorumun için, aynen öyle insanlar birbirinin neler yaşadığının hiç farkında değil.

      Beni çok güldürdün ya teşekkür ederim :))) evet çok boş vakti var gerçekten bütün gün evde oturuyor :)

      Sil
  2. aman canım ya takma bunları.Zamanla seni kendilerinden üstün gördükçe sen zamanında böyleydin çamurunu atıyorlar.uyma sen onlara.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hmm değişik bir bakış açısı aslında :)))

      Sil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...