20 Eylül 2013 Cuma

Boş Gezenin Boş Kalfası

     Zaman çok boş geçiyor bu ara. İstanbul beni mutlu eden tek şey. Beren'in durumu kötüye gidiyor. Kendi kendine nefes alamadığı için makineye bağladılar bir hafta önce. Makinenin ayarını ne zaman düşürseler bebek kendi kendine nefes alamadığı için kanındaki karbondioksit oranı artıyor. Ama bu şekilde makineye bağlı olarak nereye kadar gider bilmiyoruz. 2 haftadır hastanede. İnsan her şeye alışıyor. Normal bir şekilde hayatımıza devam ediyoruz. En garip gelen de bu. Bazen Beren hiç hayatımıza girmemiş gibi, birkaç günlük bir hayalmiş gibi geliyor. Sonra resimlerine bakınca çok özlüyorum ve normal bir şekilde hayatıma devam edebildiğim için çok suçlu hissediyorum. Doktor birinci derece yakınları gelip görebilir demiş. Ben bunu kötüye yordum. Son kez görsünler mi demek istedi acaba ? Çünkü şimdiye kadar anne ve baba dışında kimse gidemiyordu. Anne ve baba da öğlen ya da akşam bir saatlik ziyaret saati içinde sadece 5 dakika görebiliyordu. Bebeklerin sağlığı için böyle gerekiyormuş. Pazar ya da pazartesi hastaneye gideceğim görmeye. Allah yardımcısı olsun bebeğimizin.


     Evde oturuyorum kaç gündür. Yine bunalım zamanımdayım. Asık suratlı Moira geldi yine. Sadece İstanbul'un yanında iyiyim. Onla da arada tartışıyoruz tabi ama olacak o kadar. İki gün önce suç ve ceza film festivalinden bir filme gittik. İstanbul almış biletleri. Güzel bir filmdi. Gerçek bir davadan alınmış bir hikaye. Eğer hukukçuysanız ya da sadece böyle filmlere ilginiz varsa tercih edebilirsiniz. Yoksa sıkılabilirsiniz. Bilirsiniz festival filmlerini. Ama ben seviyorum festival filmlerini, sadece hukukla alakalı olanları değil. Bir filmde yaşlı bir teyze 5 dakika boyunca manzarayı seyretti, ben de teyzeyi. Çoğu insana sıkıcı geliyor ama filmin yavaşlığı insana hayal gücünü kullandırıyor. O an teyze ne düşünüyor, neler yaşamış, bakışlarıyla ne anlatıyor hepsi sizin hayal gücünüze kalmış. Bazen o kadar yavaş ki gerçek yaşam zamanı gibi. Kendinizden de bir şeyler bulabilirsiniz. Kendinizi karakterin yerine koyabilirsiniz... Öyle işte.

     Hala iş bulamadım. Boş gezenin boş kalfası gibi oturuyorum evde. Annemle kardeşim sabah erkenden kalkıp gidince kendimi kötü hissediyorum. Yarın bir derneğe gideceğim. Avukatlık Akademisi diye bir şey varmış. Bir ay boyunca eğitimlere katılıyorsunuz ve avukatlık mesleğini öğreniyorsunuz. Zor anlarda ne yapmalısınız, kriz anlarında nasıl çözüm getirmelisiniz... Mesleği öğreten bir program. Ücretsizmiş, ben de katılıyorum okuldaki kızlarla. Gerçi onlar mezun oldu artık okuldaki kızlar değiller. Bir ben olamadım. Neyse. Bir ay sonunda sertifika alacağım. En azından kafamı meşgul edecek bir şey işte. İngilizce kursu da başlasa bu boş gezenin boş kalfası halimden en azından psikolojik olarak kurtulurum. O kadar cv gönderdim, hiçbirine cevap gelmedi. İyi bir üniversitedeyim, para talep etmiyorum, cv'im de fena sayılmaz. Neden cevap gelmiyor anlamış değilim. İlla ki bulurum değil mi ? Zormuş bu işler.

     Psikologa gidecektim hatırlıyorsanız, sonra Beren'i hastaneye yatırınca ondan bahsedememiştim. Her zamanki gibi psikologum çok iyi geldi. Gerçi şu anda ruh halim kötü ama psikologa gitme sebebim olan problemden dolayı değil. Benim inişli çıkışlı zamanlarımdan sadece. Belki de pms dönemim olduğu içindir, umarım öyledir. Önceki yazımın altına bir okuyucum çok ilginç bir yorum bırakmış, ondan bir konuyu açıklığa kavuşturmak isterim. Ben hasta değilim arkadaşlar. Yani psikolojik bir hastalığım yok. Sadece küçükken yaşadığım bir travma şimdi etkilerini gösteriyormuş. Psikoloğum sağ olsun etkilerini yavaş yavaş azalttık. Ciddi bir durum da değil, sadece çocuk olduğum için fazla etkilendiğim bir durum. Neyse. İlaç kullanmıyorum, kendim aşmak istiyorum. İlaçla aşarsam kendimi gerçekten aşmış gibi hissetmem, başarılı ve güçlü hissedemem. 

     Osho'nun "Meditasyon" kitabını aldım. İçinde bir sürü meditasyon tekniği, nasıl yapılacakları, etkileri falan var. Baya kalın bir kitap. Meditasyonun internetten okuyarak öğrenileceğini düşünmüyorum, en azından ben beceremedim. Şu an öyle bir programa katılmak için para ödeyemem, o yüzden kitaba başvuracağım. Ruh sağlığı çok önemli.

9 Eylül 2013 Pazartesi

Duanıza İhtiyacım Var

     Duanıza ihtiyacım var. Geçtiğimiz cuma akşamı yengeme indim. Bizim bir alt katımızda oturuyorlar. Biliyorsunuz Beren diye minik bir bebeğimiz oldu ama küçük sorunları vardı. Perşembe gecesi kötü bir rüya görmüştüm. Atina ile ben bebekle ilgileniyorduk. Ama Beren bembeyazdı ve soğuktu. Çok korktum ve Beren'i biraz sarstım uyanması için, sonra kendine geldi, sonra da uyandım. Cuma günü de Beren bütün mamalarını kustu. Akşam rengi çok beyazdı ve elleri soğuktu, rüyamı da hatırlayınca o kadar korktum ki anlatamam size. O gece dua ederek uyudum. Ertesi sabah erkenden bebeği yengemle kendi çocuk doktoruna götürdük. Nefes alışında bir sorun olduğunu söyledi, ufak ufak da öksürüyordu. Daha kırkı o gün çıkmıştı. "Ben size ilaç verip eve yollamak istemiyorum, bu bebek çok özenilen bir bebek, oksijen takviyesi yaptırın." dedi. Biz hemen Çapa'ya gittik. Kaç saat boyunca o minicik suratına oksijen maskesi tuttum. 3 kere falan kan aldılar. O minicik ellerine koca iğneleri soktular. Zaten kanı azdı. Yine iğneyi görünce gözüm kararmaya başladı. "Allah'ım yengemin yanında güçlü olmam lazım bana güç ver." dedim içimden. Yengem çok korkuyordu, ağlıyordu. Sonra geri zekalı bir teknisyen bebeğin karaciğeri sağda olması gerekirken solda dedi. Hemen ultrasona götürdük. Bebeğin organlarında hiçbir sorun yokmuş. Teknisyen bir kaç aileye daha böyle yanlış bilgi vermiş. Bir süre sonra bebeğe serum bağladılar. O küçücük ellerine ayaklarına iğne batırdılar. Gözlerimin içine bakıyordu, sanki yardım et der gibi. O kadar kötüydük ki anlatamam size. Sonra bebeğin solunumunun düzelmediğini ve yoğun bakıma alınması gerektiğini söylediler. Ama yeni doğan yoğun bakımında yer yokmuş ve yer bulmak çok zor olurmuş. Bir kaç gün bekleyenler ve şehir dışına gitmek zorunda kalanlar bile oluyormuş. 112'yi devreye soktuk. Allah'a çok şükür bir saat sonra bize İstanbul içinde özel bir hastane buldular. Hemen ambulansla oraya götürdüler bizi. Bebeği küveze koydular. Yengem bebeği bıraktıktan sonra yanıma geldi, bana sarıldı, o kadar ağladı ki. Bütün gün kendimi tuttum yanında güçlü olmalıyım diye. Ama ne kadar zor bir gün olduğunu bir ben bilirim bir Allah. Kimsenin refakatçi olarak kalmasına izin vermediler. Bebeğin sağlığı için böyle gerekiyormuş. Sadece anne ya da baba günde bir kere 5 dakikalığına görebilirmiş. Bu arada biz tüm bunları yaşarken dayım gelmedi bile. İnsan kendi çocuğu o haldeyken gelmez mi hiç ? Bebek enfeksiyon kapmış. Nereden kaptığını tam olarak bilemiyoruz ama çok hassas olduğundan bebekler için çok tehlikeliymiş. Yengem biraz anne sütü verdikten sonra eve geri döndük. Berenimizi eve getiremedik. Şimdi yoğun bakımda. Ama Allah'a şükür çok iyi. Oksijen veriliyor. Kanında ya da organlarında bir sorun çıkmadı, her şey yolundaymış. Dün yengem gitti hastaneye, bugün de gidecek.

     Cumartesi akşamı eve döndükten sonra dayım hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Ben bütün gün yengemin yanında kaldım. Çocuklara yemek hazırladım. Yengem baya ağladı, sonra da salonda uyuyakaldı. Bütün gün hiçbir şey yememişti, ağzına lokma koymadı. Dayım da geliyor salonun ışığını açıyor, kendine yemek hazırlıyor, ses çıkarıyor. O kadar nefret ettim ki. Yemeğini bitirdi içeri gitti, ben de ışığı kıstım, geldi tekrar açıyor. Sonra neyse ki çıktı gitti evden. Ben yengeme yemek hazırladım, zorla yedirdim. Ertesi sabah alt kattan tartışmalar geliyordu. Küçük kuzenim mesaj attı "Moira abla hemen gel tartışıyorlar." diye. Hemen indim ama hiçbir şey bilmiyormuşum gibi davrandım. Kuzenimi öptüm, dayıma selam verdim, cevap bile vermedi, sonra da yengeme selam verdim, hatırını sordum. Sonra dayım dışarı çıktı. Anneannemi aramış. Neymiş ben aşağı inmişim, dayıma hiç selam vermeden yengemin yanına geçmişim, "Yengecim iyi misin, bir şeyin var mı ?" demişim. Yani dayımın düşüncesine göre ben yengemin bağırtısına inmişim ve dayım yengeme zarar verdi mi diye kontrol etmeye gelmişim, çok ayıp etmişim. Anneannem de bana "Neden öyle yaptın, belli etmeseydin, dayına öyle yapmasaydın." diyor. Ben de olayın dayımın anlattığı gibi olmadığını söyledim, bir daha da dayıma inanmamasını söyledim. 

     Bütün bu olanlar arasında sürekli birbirlerinin arkasından konuşmaya devam ediyorlar ve ihale bana kalıyor. Ben sadece Beren'in ve yengemin yanında olmaya çalışıyorum. Bundan sonra da olanlar hakkında tek bir yorum yapmayacağım. İnsanlar benimle dertleştiklerinde bile sadece dinleyeceğim. Çünkü benim ailemde kimseye güven olmuyor ben bunu anladım. O kadar yıprandım ve üzgünüm ki... Beren şimdi orada tek başına. Aklımdan hiç çıkmıyor. 10 gün boyunca antibiyotik tedavisi devam edecekmiş ve tedaviyi yarıda kesemeyecekleri için de 10 gün yoğun bakımda kalacakmış. Yani bir süre daha onu göremeyeceğim. Sağlığına kavuşması için sürekli dua ediyorum. Ne olur siz de bir kere olsun dua edin onun için. Şu sıra duaya her şeyden çok ihtiyacı var. Bu kadar hasta olmak için daha çok küçük...

3 Eylül 2013 Salı

Hayatı Kendime Nasıl Zehir Ediyorum ? #2

 
       Bir insanın hayatı mükemmelken nasıl her şey mahvolur ? Merak eden varsa buyursun gelsin, ben önde bayrak sallıyorum. Somut hiçbir şey olmadı. Allah'a binlerce kez şükürler olsun. Olan şeyler var tabi ki ama psikolojik işte. Yarın iki ay sonra tekrar psikologa gidiyorum. Bir daha acil olarak ihtiyacım olmaz sanıyordum. Ama beyin hiçbir zaman anlayamayacağımız bir sistem işte. İstediği zaman berbat ediyor her şeyi. 

    Yine iç sesimle konuşmaya başladım. Ben iç sesime cevap vermeye başlamışsam psikolog yolları görünüyor demektir. Eğer benim iç sesim konuşursa, çok pis konuşur, çok ayıp eder, çok acı çektirir. Herkesinki konuşur ama bazısı dikkate almayabilir. Ama benim ki beynimi öyle bir ikna ediyor ki beynim benim yerime onun söylediklerini gerçek sanıyor. Ve her şey tepetaklak oluyor. İstanbul olmasaydı ne yapardım bilmiyorum, bana olan sabrı inanılmaz. Onu çok seviyorum. Ve bir daha o bana surat asarsa asla ama asla ona sert çıkmayacağım, bir sebebi vardır deyip aynı sabrı ben de ona göstereceğim. Hep inanırsak her şey olur falan diyoruz ya, doğru. Ama asıl olan doğru şeye inanıp inanmadığımız. Neye inanıyorsak beynimiz onu gerçekleştiriyor, evrene gönderdiği enerji de somut olarak her şeyi gerçeğe çevirebilir. Ben buna gerçekten inanıyorum. Peki ben doğru şeye inanmayı ne zaman öğreneceğim ? Daha doğrusu kendime işkence yapmayı ne zaman bırakacağım ?

     Psikologum enerjimin çok yüksek olduğunu söylemişti. "Bana böyle enerji verebilen bir insan kendi nasıl bu enerjiden mahrum kalabilir?" demişti. Bu sözü çok düşündüm. Ama ben sadece negatif enerjiyi kullanıyorum sanırım. Pozitif kısmı nerede peki ? Bilmiyorum. Kara delik gibi çekip negatifin içinde yok ediyorum galiba. Işığı da yok ediyorum.

     Bazen evden o kadar negatif çıkıyorum ki, o gün her şey tersine dönüyor. Hep boş olan postanede önümde 80 kişi oluyor, hep açık olan anahtarcı kapalı oluyor, hep nakit kabul eden yer kredi kartı istiyor, ve benim yanımda hep kredi kartı olmasına rağmen o gün nakit oluyor, hastanede hiç sıra olmayan doktorda bir saat bekliyorum... Her gün böyle ters geçiyor. "Hayat neden zor offf isyan!" modunda değilim çünkü benim yüzümden olduğunun farkındayım. Normal bir insan surat asmak için gülümserken harcadığı enerjinin üç katını harcarmış ! Ama benim için bu geçerli değil sanırım. Ben surat asınca hiç enerji harcamıyorum ki, hep öyleyim. Belki de bütün enerjimi surat asmaya veriyorum... Geçen gün Londra "Sen hamileyken nasıl olursun kim bilir ?" dedi. İstanbul da bu söze yorum yapmadı. Düşünün ben nasıl bir insanım işte. O kadar haklı ki... Artık suratım asık olduğunda normal karşılıyorlar, gerçekten bir şeye bozulduğumda da anlamıyorlar çünkü normal halim gibi geliyor onlara... Halbuki sürekli kendimle o kadar savaşıyorum, beynimi o kadar zorluyorum ki, yorgun düşüyorum. Moralim bozuk oluyor. O yüzden böyle oluyor. Tükeniyorum. Yarın İstanbul'un hayır demesine rağmen, bir sene boyunca kabul etmememe rağmen, psikoloğumdan ilaç önermesini isteyeceğim. O en başında sormuştu bana ama ben hayır demiştim. Kendi gücümle halledebilirim, baş edebilirim demiştim. Bir insan isterse her şeyi başarabilir, ben güçlüyüm... Değilmişim. Listeler yapmakla olmuyormuş. Hem güçlü olsaydım, yapmam gerekenleri bilseydim listeye ihtiyacım olmazdı değil mi ?

     Belki de yarın çok iyi olurum, her şey güzel zannederim, ya da her şey gerçekten güzel olur... Sonra tekrar bozulur. İnsanlar neler yaşıyor, gerçekten birilerini, bir şeyleri kaybediyorlar. Ben her şeyim varken ne hakla böyle davranabiliyorum ? Fiziksel bir şey olmasındansa psikolojik olması daha iyi derim hep. Ama o da çok kötüymüş.

     Bir insan sadece inanarak, sırf beyni ona inandığı için felç kalabilir biliyor muydunuz ?




1 Eylül 2013 Pazar

İş Görüşmesi 3

     Ne zormuş bu işler... Ben fakülteye başladığımda herkesin bir avukat tanıdığı vardı, bitince onları aramam gerekiyordu, hemen ayarlarlardı. Ama şimdi kimse kalmadı, kalanların da avukat tanıdığı kalmadı. Ben de şansımı baronun sitesine ilan bırakarak ve internetten bulduğum iyi bürolara cv göndererek deniyorum. İnternetteki ilanımı görmüş bir hukuk bürosu aradı geçenlerde. Almanya'dan kuzenim gelmişti, adı Londra olsun çünkü orası bana hem yakın hem uzak gelmiştir, umursamaz ama çekici... 
     Sabah büronun aramasıyla uyandım. Sitede ilanımı görmüşler, cv mi istiyorlar. Bende microsoft word çalışmadığı için hemen İstanbul'u aradım. Halletti cv'yi ve gönderdi. Ben de hemen onlara gönderdim. Sonra Londra'yla dışarı çıktık. O sırada tekrar aradılar ve iş görüşmesine çağırdılar. Aslında onlar aradıktan sonra çalışma alanlarına bakmıştım ama hiç sevmemiştim, ama yine de gitmeye değer dedim içimden. Nişantaşındaydı büro, iki saat dolandık, haritanın da yardımıyla bulduk. Aslında benim evim oraya çok yakın, nişantaşına da daha önce gittim ama ara sokaklarına falan hiç girmemiştim. Neyse gittik büroya, bizi beklememiz için toplantı odasına aldılar. Orada Londra gerginliğimi almak için beni baya gülme krizine soktu. Artık durdurmam gerekti çünkü görüşmede de gülmek istemedim. Beni biraz gaza getirdi, sonra da görüşmeye çağırdılar.



     Kadın en fazla 26 27 yaşlarındaydı. Ama çok şık ve göreceli de olsa güzel bir kadındı. Odası sanki avukat bürosu değil de psikolog odasıydı. Işık biraz loş, çok iyi döşenmiş, biraz renkli... Bir yerlerden tütsü tütüyor gibi yani. Sordu, anlattım. Ona biraz fazla idealist geldim. İdealistliğimi takdir ediyormuş ama ilerde bu yardım etmek istediğim kimse yardım ettikten sonra yanımda olmayacakmış. İyi de neden olsunlar ki zaten ? Ben avukat olarak onlara yardım ettikten sonra peşimden gelecek halleri yok ya ! Herkes kendi hayatına bakar. Kadın zaten büroda oturarak geçiriyormuş zamanını. "Ben fazla adliyeye gitmem zaten. Dilekçelerimi burada yazarım, uluslararası şirketlerle burada görüşürüm." Yuh yani. Kadın adliyeye gitmezmiş. O yaşta öyle bir büro açması ve o kadar şirket bağlaması, o kadar rahat oluşu... Belli ki babadan zengin. Yoksa mümkün değil. İstanbul Üniversitesi'ni bitirmiş ama ingilizcesi ana dili gibi. Yurtdışına falan çıkıyormuş arada. Ben insan hakları diyorum, ceza diyorum, kadınlar çocuklar diyorum, kadın şirketler diyor, yurtdışı diyor...

     Biliyorum ben de para kazanmak için birkaç şirketi bağlamak zorundayım, biliyorum. Ama ben sadece şirketler için çalışan bir avukat olmak istemiyorum. Onlar biraz daha zengin olsun diye tüm hayatımı ve bilgimi ona adayamam. Ben gerçekten mağdur olan insanlara yardım etmek istiyorum, gerekirse insan hakları mahkemesine kadar gitmek istiyorum. Onun yanında birkaç şirket olabilir, olmalı da zaten... Sadece ceza davalarına bakarak kimse para kazanamaz maalesef. 

     İşte diğer görüşme de böyle geçti. Cuma günü gitmiştim, pazartesiye kadar bekledim. Olumlu da olumsuz da arayacaklarını söylemişlerdi. Haftasonu olduğundan aramadılar belki dedim saf gibi. Aradım sordum, başka birini aldıklarını söylediler. Ben de yine iş bakmaya geri döndüm...

     Bu arada, sonunda ingilizce kursuna yazıldım ! Hedeflerimde öğrenmek vardı biliyorsunuz. Ama nedense evde oturup çalışmaya bir türlü başlayamıyordum. Ben de onu telafi edecek kadar sıkı ve disiplinli bir eğitim veren bir kursa başlıyorum. Haftaiçi akşam dört gün, günde iki buçuk saat ders. Bu seneki hedef listem baya kabarık olacak. :)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...