29 Aralık 2013 Pazar

2013'ün Getirdikleri, Götürdükleri ve Hedeflerim

        2013 iyisiyle, kötüsüyle bitiyor. Benim de bu yılın bana getirdiklerini ve benden götürdüklerini sorgulama zamanım geldi de geçiyor. Blogun sağ tarafında sıraladığım hedeflerim vardı bildiğiniz gibi. İkiye ayırdım onları. Bir liste yeni yıl için hedeflerden, diğer liste de adım adım gerçekleştirmek istediklerimden oluşuyor. Şimdi onları kontrol edip ne kadarını gerçekleştirebildiğime bakalım.


2013 için ilk hedefim

*Bu seneki derslerimi başarıyla vermek.

Bu seneye kadar her yıl 48 sınava girdim. Çalışması da konsantre olması da yüksek not alması da çok zor oldu. Okulumun uzayacağını zaten biliyordum, aslında kendim tercih ettim uzatmayı. Bu uzatma senesi benim için bir dinlenme yılı oldu. Önümüzdeki Eylül ayından itibaren stajyerlik dönemim, sonra da meslek dönemim başlayacak. Bu yılı hedeflediğim gibi rahat geçiriyorum. Çok az dersim var, dinlenebiliyorum, çocuklara özel matematik dersi verip para kazanabiliyorum ve ingilizcemi geliştirebiliyorum. Bu yüzden bu hedefimi gerçekleştirdiğimi düşünüyorum.

*Yıl bittiğinde 5 parçayı piyanoda mükemmel bir şekilde çalıyor olmak.

Bu hedefimi gerçekleştiremedim. İnsanların yanında piyano çalarken titremem sebebiyle özgüvenim piyano konusunda biraz kırıldı ve bu nedenle şevkimi kaybettim. Buna bir çözüm bulma aşamasındayım şu an. 2 parçayı gayet iyi çalıyorum, üçüncüsü için çalışıyorum. Piyano çalışmaya tekrardan başlamam biraz zamanımı aldığından, bu hedef güme gitti.

*Sevgiliyle yeni bir şehir görmek.

2013 yazında birlikte Kuşadası'na gittik. Efes Antik Kenti'ni ve Şirince Köyü'nü gezdik. Çok güzel bir tatil oldu. Bu hedefim, daha doğrusu hayalim gerçekleşti.

*İngilizcemi geliştirmek.

2.5 ay önce dil kursuna başladım. Geçen hafta intermediate seviyesini başarıyla tamamladım, 2 hafta sonra da upper intermediate seviyesi başlıyor. Bu hedefim de tamam.

*Yıl bittiğinde 20 kitap bitirmiş olmak, bitirdiklerim :
Dostoyevski - Beyaz Geceler
Aykut Oğut - Evrenden Torpilim Var
Tom Robbins - Parfümün Dansı
Tavuk Suyuna Çorba
Paulo Coelho - Beşinci Dağ
Jean Christophe Grange - Kaiken
Stefan Zweig - Satranç
Albert Camus - Yabancı

Gördüğünüz gibi bu hedefi tamamlamış olmanın yakınından bile geçememişim. Bu kadar az kitap okumuş olduğum için kendimden utanıyorum. Benim bir kitabı beğenmesem de bitirmek gibi bir huyum var. Bu listedeki kitapların hepsi muhteşemdi, ama durakladığım anlarda başka kitaba geçmek yerine zorlayıp okudum. O yüzden zaman kaybettim bazen. Ama yine de kendimden utanıyorum. Nokta.

*Burun estetiği yaptırmış olmak.

Yaptırmadım. Aslında acil bir estetik ihtiyacım yok. Gargamel gibi hayal etmeyin yani. :) Ama yine de fırsat bulduğumda yaptıracağım. 2014 hedefleri arasına koymayı düşünmüyorum. Biraz cesaret meselesi, biraz para meselesi. Sanırım zamana ihtiyacım var.

       Adım adım hedefler bölümünde her seferde iki hedef yazıyorum. Çünkü bazen düzene koymak istediğimiz şeyleri aynı anda yapmaya çalıştığımızda gözümüzde dağ gibi büyür. Ya da büyük bir hedefi hemen gerçekleştirmek istediğimizde cesaret edemeyiz. O yüzden adım adım gitmek bazen daha iyidir.

İlk hedefim düzendi. Odamda, dolaplarımda, okulda... Hayattaki düzen bence yaşadığımız yerin düzeniyle başlar. Ben de yaşadığım yeri toplu tutmayı öğrendim önce. Arada dağılıyor ama olsun, o hedef tamamlandı.
Diğer hedefim parmaklarımı yara yapmayı bırakmaktı, bu hedef henüz tamamlanmadı.
Üçüncü hedefim piyano çalışmaya başlamaktı, bu hedef de tamamlandı.

        Bu senenin bana en büyük getirisi "Hayır" demeyi öğrenmek oldu. Gerek yanında çalıştığım avukat (şu an çalışmıyorum), gerek ısrarcı arkadaşlarım, gerek kardeşim. Bazen hepsine hayır demem gerekiyordu ama ben beceremiyordum. Bunu yapmayı öğrenmek çok önemli. Çünkü yapamadığımızda hep fedakarlık yaparken buluyoruz kendimizi. Bir yerden sonra kendimize saygımız da azalıyor.

       Psikolojik sorunlarım vardı, onları yendim. Kaç yıldır onları yenmek için uğraş veriyordum ama bazen ne kadar çabalarsak çabalayalım kendimize yetmiyoruz. Ben de dünyalar tatlısı bir psikolog buldum. İlk gittiğim kişinin bu kadar iyi olması büyük şans. Çünkü sorunları anlatmak zaten büyük dert, hatta bazen cesaret istiyor. Ben abla-kardeş gibi olabileceğim birine denk geldim. Ve sorunlarımın büyük bölümünü çözdüm. Hala çok sık olmasa da gidiyorum ve ona danışıyorum. Eğer siz de bazı sorunlar yaşıyorsanız ve kendiniz çözmeye çalışıyorsanız bence yardım almayı deneyin. Maddi olanaklar yüzünden yanaşmadıysanız da ücretsiz psikolojik yardım veren yerler, ayrıca devlet hastanelerinde psikiyatristler var. Psikoloji bütün hayat kalitesini etkiliyor çünkü.

       İlişkim belirli bir olgunluğa ulaştı. Artık çocukça kavgalar ve tripler yok. Çoğunluk psikolojik sorunumun sebep olduğu sorunlarımız oluyordu. Ben gereksiz yere surat asıp trip atabiliyordum. Etrafımdaki insanları kendimden ne kadar bezdirdiğimi en iyi siz biliyorsunuz. Ama artık atlattım ve su gibi bir ilişkiye yelken açtım. :) Sevgilimi üzmüyorum artık. Olgunlaştığımızı hissediyorum.

      Aramın bozuk olduğu arkadaşlarımla aramı düzelttim. Annemin tavsiyesiyle mutlu olmayı öğrendim. En önemlisi gülümsemeyi öğrendim.

      Bu yılın getirileri olduğu gibi götürüsü de oldu tabi ki. Küçük kuzenim Beren dünyaya geldi, ama 2.5 aylıkken onu kaybettik. Ne kadar çaba göstersek de olmadı, doktorlar da yetmedi. Bebeğimizi kaybettik. 2 sene önce de dedemi kaybettiğimden darbe oldu bu bana. Ama çabuk atlattım.

      İnsanlığa olan güvenimi kaybettim, geç bile kalmıştım.

      Kazandıklarım kaybettiklerimden fazlaymış... Buna çok sevindim. 2013 zor bir yıldı ama yine iyi atlatmışım. İnşallah 2014 çok çok çok güzel geçer. İlişkim mükemmel bir şekilde ilerler, ailem bir arada ve mutlu olur, kardeşim üniversiteyi kazanır, sağlık ve para hiçbir zaman eksik olmaz inşallah. Sizlerin de hayatlarınızda her şey çok güzel olsun, sağlıklı ve mutlu olun, sevgilisi olmayanlara çok büyük bir aşk, sevgilisi olanlara da mutlu ve sağlıklı bir ilişki diliyorum. Şans, sağlık, huzur, mutluluk bizlerden ayrılmasın. Ceplerimizden para eksik olmasın. Hepinize iyi ve mutlu yıllar diliyorum. :))

Bu sefer şarkı da ekledim. Bana enerji veriyor, sizin de enerjinizi yükseltsin. :)



28 Aralık 2013 Cumartesi

Maşallah Diye Diye

       Çok zor bir hafta geçirdim. İnsan bir gece "Allah'ım her şey mükemmel gittiği için şükürler olsun." derken, ertesi gece "Allah'ım ne olur İstanbul'la barışalım öhüüüü."  diye ağlar mı ya? Evet İstanbul'la küstük, bildiğiniz iki gün hiç konuşmadık. 5 senedir hiç böyle bir şey yapmamıştık. Daha önce ben hep dayanamaz arardım, ya da o arardı. Ama genelde ben arardım. Ben karakter olarak kimseyle küs kalmam, yani prensip meselesi. Ama bu sefer İstanbul o kadar yanlış anladı ki, öyle bir şey yapmayacağımı bilmesi gerekirdi. 

   
        Gerizekalı ingilizce kursundaki, 2 aydır tanıdığım salak insanlar son gün bir şeyler içelim diye tutturdular. Kurs zaten akşam 10'da bitiyor. Sınıfın %80'i erkek, ben de onlarla gece  Beyoğlu'nda içki içeceğim. Hee oldu gülüm, oldu bebem. Akşam İstanbul'a kurstakilerin böyle bir düşüncesi olduğunu söyledim, İstanbul hemen "Gitme." dedi. Ama 1-2 saniye içerisinde bütün feminist yönüm ortaya çıktı, sinirim bozuldu ve "Neden? Sen zaten başka insanların söz konusu olduğu her şeyde böyle yapıyorsun!" dedim. Gitmek bile istemiyordum. Neden böyle bir tepki verdim ? Çünkü o bana sormalıydı, ben gitmeyeceğimi söylemeliydim. Sonra tartıştık, tam ben kapatırken o bir şey söylüyordu, bu sefer suratına kapadım sandı, tamamen telefonunu kapattı sinirden. En çok kızdığım şeylerden biri bu. Sonra ben ona yazdım, konuşmayacağım diye. Bu sırada telefonunu açtı, whatsapptan yazdı. Ben bu sırada daha bir sürü şeyi yanlış anlamış olduğunu anladım. Ama o kadar saçma bir yanlış anlamaydı ki, benim öyle yapmayacağımı bilmesi gerekirdi. Ben yanlış anlamışımdır diye düşünmesi gerekirdi. Ben de hiç cevap vermedim. Daha o gün öğrendiğim, ertesi güne yetiştirmek zorunda olduğum bir ödev yapıyordum o sırada. 4 sayfalık bir Yargıtay kararı için karar inceleme yazısı yazmam gerekiyordu. Saat 12.30'du. Ödev saat 3.30 da bitti. Ellerim ağrımıştı, ama İstanbul'la ettiğimiz kavga aklımdan çıkmıyordu.

      Bir düşünsenize, ben bütün yanlış anlamanın farkındaydım, ama o farkında değildi, beni dinlemiyor, anlamıyordu sonra telefonu kapatırken yüzüne kapadım sanıyordu, anlıyordum ki sinirlendiği başka şeyler de varmış. Bazıları yanlış anlama değil, gerçek. Gece ona çok kırgın olduğumu ve bu sefer uzun uzun açıklama mesajları yazmak yerine hatasını anlamasını bekleyeceğimi söyleyen bir mesaj attım. Bu sırada da saat 4'e geliyor, ben uyuyamıyorum, kendi kendime mi nazar değdiriyorum ben diye düşünüyorum. Çünkü ne zaman "Maşallah, her şey iyi gidiyor." demeye kalksam daha cümlemi bitiremeden işler boka sarıyor. Bunları düşünürken saati fark edip koyun saymayı denedim, biraz işe yaradı ve saat 5'e doğru uyuyakaldım. Ertesi sabah nasıl zor kalktım anlatamam. Zar zor okula yetişip ödevi teslim ettim. Bazıları yapmamış diye Cuma'ya kadar teslim edebilirsiniz demesinler mi !? Lan ben ödevi yapmasam kesin getirmeyenlere 0 derlerdi. Neyse sürenin uzayacağını bilsem şimdiye bitirmiş olmazdım yine son gün yapardım zaten. O gün okulda uyumamak için iki tane kahve içmek zorunda kaldım ama hala uyukluyordum. Akşama doğru okuldan bir arkadaşımla yine kahve içmeye gittik, akşam ingilizce sınavım vardı ve hala çok yorgundum.

       İngilizce sınavım speakingdi. Hocam ingiliz olduğundan ayrıntılı da anlatamadım derdimi, çok yorgunum konsantre olamıyorum, normalde böyle değilimdir, çok mu kötüyüm diyerek kedi gibi baktım. Neyse ki 80 verdi. Diğer bütün sınavlarım 90 olduğundan intermediate kurunu böylece tamamlamış oldum. Bana hala içmeye gelecek misin diye soran, kurstan sonra da 2-3 ayda bir toplanırız ehahehha diye mal mal konuşan kişilere çok yorgun olduğumu söyledim. Zaten kadınlardan biri de ne toplanması ya herkesin işi gücü var bir temposu var dedi. Hayran kaldım. Yorgun argın eve döndüğümde neredeyse koltukta uyuyakalacaktım. Saat 12.30 olmadan yattım, ama uyuyamıyordum. Bütün gün İstanbul'la konuşmamıştım ve kavgamız kafamda dönüp duruyordu. O kadar önemsiz bir şeydi ki, önemsizliğini gördükçe daha da sinirlendim. Bırakın koyun saymayı, bütün hayvanlar alemini saymayı denedim ama yok. Ne zaman koyunları bir tahtanın üstünden atlatsam tahta yer değiştiriyor, koyunlardan takılıp düşüyordu. Saat 3.30 oldu. Açtım bloglovin'i birkaç blog okudum. Yazmışsınız şansıma, nasıl iyi geldi anlatamam. Baktım hala uyuyamıyorum, ilaç aldım, etki edene kadar da mim yapayım dedim. Mim bittikten sonra hala tam olarak etki etmemişti ama saat 5'e doğru pestilim çıktı, ölü gibi uyudum. Ertesi sabah yine çok zor kalktım. Yine bütün gün İstanbul'la konuşmadım. Psikologa gittim, bu sırada psikologuma da bu konuda fikrini sordum. Beni ve ilişkimi en iyi tanıyan insanlardan biri olarak aramamı söyledi. Bana erkek beyninin ve kadın beyninin çalışma şeklinin ne kadar farklı olduğunu anlattı. Ben de Perşembe akşamı İstanbul'u aradım. Önce hiddetli konuştuk, sonra benim asıl rahatsız olduğum şeyi anladı, ben de onun rahatsız olduğu şeyleri anladım, barıştık ve tatlı halimize döndük. Maşallah diyorum ama laf olsun diye diyorum. Çünkü ne kadar desem de olacak olan oluyor. Ama belki de daha kötüsünden koruyor, maşallah diyeyim ben. Ne zaman bir yakınıma ilişkimden bahsetsem, olumlu konuşsam, ya da buraya olumlu bir şeyler yazsam her şey bok oluyor. Herkes mi kötü anacım, olmaz öyle şey. Ben kötüyüm. Ben kendime nazar değdiriyorum. Ya da sürekli mutlu olamayacağıma, arada mutsuz da olmam gerektiğine mi inanıyor bilinçaltım nedir ? Ama neyse ki sonunda geçti, atlattık.

26 Aralık 2013 Perşembe

Mia'dan Mim

     Şu an aldığım uyku dostu antidepresanın etki göstermesini bekliyorum ve içimden acayip yazmak geliyor. Son iki gündür çektiğim sıkıntıları uzun uzun anlatmayı yarına bırakıp blogdaki ilk mimi yapıyorum. Mim hep En'li sorulardan oluştuğundan doğru düzgün cevap verebileceğimi sanmıyorum ama hadi bakalım.

En sevdiğin renk?

Mavi. Ama öyle her mavi değil. Hani içinde hafif gri ve azcık mor olan depresif mavi var ya, işte o. Hani yağmur yağdıktan sonra bulutlu havanın ve denizin mavisi.

En sevdiğin çiçek?

Papatya ve beyaz zambak.

En sevdiğin yemek/sebze/içecek?

En sevdiğim yemek mantıydı hep. Ama şimdi dürüm sanırım.
En sevdiğim sebzeler patates ve mantar.
En sevdiğim içecek su.

En sevdiğin yerli/yabancı şarkı?

Yabancı çok sevdiğim şarkı var. Aslında klasik müzik dinliyorum ama sorunun amacı o değil. En sevdiğim yabancı şarkılar Lenka - Trouble is a Friend, Imagine Dragons - On Top of the World ve AC/DC - Back in Black
En sevdiğim yerli şarkı Yeni Türkü - Yağmurun Elleri

En sevdiğin komedyen?

Cem Yılmaz. Yabancı olarak da Conan O'Brian izlerken çok keyif alıyorum.

En sevdiğin kız/erkek ismi?

Erkek ismi Cem, kız ismi konusunda kararsızım.

En sevdiğin kitap?

Açık ara Dostoyevski - Suç ve Ceza. Ondan sonra da Tom Robbins - Parfümün Dansı

En sevdiğin yerli yabancı oyuncu?

Yabancı oyuncu Jack Nicholson ve Johnny Depp
Yerli oyuncu Haluk Bilginer

En sevdiğin yerli/yabancı film?

Yabancı film çok. Guguk kuşu, The Fall, Mr. Nobody, Persepolis... Bu böyle devam eder.
Yerli filmlerde emin olamadım ama en çok Babam ve Oğlum filminde ağlamıştım.

En sevdiğin yerli/yabancı dizi?

Yabancı dizi açık ara Breaking Bad. Sonra da Supernatural geliyor.
Yerli dizi Behzat Ç. Ama o bitti. Şu an Çalıkuşu çok hoşuma gidiyor, bir de Ben de Özledim.

En sevdiğin yerli/yabancı şehir?

Tabi ki İstanbul. Daha önce hiç yurtdışına çıkmadım ama Paris ve Venedik'i görmeyi çok isterdim. Bir de Roma. 

En sevdiğin gazete/gazeteci?

Hürriyet'i çok severdim ama şu süreçte ondan bile emin değilim. En sevdiğim gazeteci... Bilemedim ama şunu söyleyebilirim Fatih Portakal'ın haberciliğine, yorumlarına hayranım.

En sevdiğin mevsim/ay/gün?

En sevdiğim mevsim ilkbahar. En sevdiğim gün Cuma. En sevdiğim aylar Kasım, Eylül, Mayıs.

En sevdiğin kıyafet/kıyafet tamamlayıcısı/takı?

En sevdiğim kıyafet kesinlikle elbise, tek parçayla günü kurtarıyoruz. Kıyafet tamamlayıcısı şu sıralar boyunluk. En sevdiğim takı sevgilimin hediyesi olan yüzüğüm.

En sevdiğin makyaj malzemesi/bakım ürünü?

Rimel. Bakım ürünü olarak da bebe yağı ve Neutrogena dudak kremi.

En sevdiğin çizgi karakter? 

Hepsini seviyorum.

En sevdiğin anı?

Sevgilim İstiklal Caddesi'nde yürürken, yılbaşı sebebiyle süslenmiş ve rengarenk olmuş muhteşem Saint Antoine kilisesine girmek istedi. Kilisenin avlusu ışıklardan rengarenkti. Küçük bir kulübe ve ağacın ışıkları arasından geçerken Moira dedi, arkamı döndüm ve yüzüğü gördüm. Çok romantikti.

En sevdiğin özelliğin?

Adil olmam ve asla haksızlıklara duyarsız kalamamam.

En sevdiğin his?

Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğüm anlarda duyduğum huzur hissi.

En sevdiğin canlı?

Sevgilim. :)))
Genel bir cevap vermem gerekirse minik tatlış hayvanlar. İnsanlar dünyadaki en pislik, en acımasız canlılar.

Mia çookk teşekkür ederim. Arya'yı mimliyorum. 

Antidepresan neden hala uykumu getirmedi merak içerisinde uyuma çabalarıma devam ediyorum.




23 Aralık 2013 Pazartesi

Yeni Yıl Yemeği

      O gün yazıyı yazdıktan sonra Prag aradı. Roma ve Berlin'le buluşacağımızı söyledi. Buluştuk, dertleştik. Çok iyi geldi. Sizlerden gelen yorumlar da bana çok iyi hissettirdi. Hep destek oldunuz çok teşekkür ederim. Babamı aradım ve onu çok özlediğimi söyledim, görüşelim dedim. İnşallah en yakın zamanda görüşürüz. O gün, yani o kadar ağladığım gün, kızlarla dertleştik ama, onlar babamın uyuşturucu kullandığını bilmiyorlardı. O gün söyleyemedim. Ama aslında söylemem gerekiyordu. Çünkü ben neden üzüldüğümü söylemesem bile beni hep teselli ettiler. Hep yanımda oldular. Çok samimiler, bana çok değer veriyorlar biliyorum. 

      Cuma günü sevgiliyle buluşacaktık, akşam tiyatroya gidecektik. Öğle okula gittim, ders yokmuş. O kadar yolu boşuna gittim. Beyoğlu'na döndüm. Oturdum Starbucks'ta aldığım notları okudum. Okuduğum kitabı bitirdim. Sonra İstanbul geldi. Birlikte yemek yedik, sonra da Cevahir'e geçtik. Oradaki salondaydı oyun. Çehov'un Üç Kız Kardeş oyununa gittik. Çok güzeldi, baya eğlendik. Özellikle dekora bayıldık. Hani Rus yazarların kitaplarını okurken, uzun süslü cümleler olur ya, aynen öyle oynadılar oyunu. Hiçbir değişiklik yoktu, çok keyifliydi. Bazı oyunları günümüze uyarlamaya çalışırlar da beceremezler ya, neyse ki öyle bir durumla karşılaşmadık. Gerçekten çok güzel bir akşam geçirdik. Ne zamandır tartışmıyoruz, sürekli gülüyoruz birlikteyken. Aman maşallah diyeyim.

      Cumartesi Prag'ta yemek yiyecektik. Yılbaşı yemeği. Prag'la buluştuk, eve giderken kasımpatı aldık. Evde de ışıklarla süslenmiş küçük bir ağaç vardı. Berlin ve New York da geldi ama maalesef Roma gelemedi. Çünkü hakimlik sınavına girmek için Ankara'ya gitmesi gerekiyormuş. Biz Parg'la yemekleri yaptık, o sırada New York geldi, sofrayı hazırladık, son anda Berlin de yetişti de yemeği yiyebildik. Açlıktan ölmüştük gerçekten. New York gelirken şarap aldı, Prag da tiramisu yapmış. Şarap içip sohbet ederken, konu yine benim ağladığım günden açıldı. Bu sefer her şeyi anlattım onlara. Babamla ilgili her şeyi, ailemle ilgili her şeyi. Dikkatle dinlediler. Benim ailem o kadar karmaşık ki, onlara roman gibi geldi. Ama yaşaması dinlemesi kadar kolay olmuyor maalesef bazı şeyleri. Onlarla istediğim zaman istediğim her şeyi paylaşabileceğimi söylediler, yanımda oldular. İyi ki varlar. He bu arada yemeğe başlamadan önce hepimiz konuşma yapmayı ve yeni yıl dileklerimizi söylemeyi unutmadık. Tatlı yerken de üstüne mumlar koyup dilek diledik. Sonra biraz keyiflenelim dedik, müzik açtık, dans ettik. Sonra aklımıza Barry White geldi...

     Ally Mcbeal izleyenler bilir. Orada hep Barry White dansı yaparlar ve inanılmaz keyiflidir kalabalıkken o dansı yapmak. Biz 4 kişiydik, Youtube'da da tam dört kişilik bir öğretme dansı vardı. Hani nintendo wii mantığıyla dans öğreten videolar var ya, onlardan. Kaç saat Barry White dansı yaptık bilmiyorum, en sonunda uzmanlaştık, hatta kaydettik. O kadar eğlendim ki anlatamam. Sonra sessiz sinema oynadık. New York'la ben yendik. Tabi gecenin sonunda baya bir yorulduk. Yatakları yaptık, Prag kendi odasında yattı biz de salonda. New York'la ben yan yana yattık, tabi uzun uzun sohbet etmeden uyumadık. Önce Pucca'nın yeni kitabını anlattı. Ben okumadım çünkü. Kendisi blogger değil ama Pucca'yı ayet iyi biliyor. Yoksa blogger mı ?! Emin olamadım şimdi. Neyse artık okuduğum bloglardaki ayrıntılara daha dikkatli bakacağım. Sonra sevgililerimiz ve tecrübelerimiz hakkında konuştuk biraz. Biz New York'la konuşurken biraz fazla ayrıntıya gireriz bazı konularda. Prag o kadar ayrıntıdan hoşlanmaz, o yüzden baş başa kalınca uzun uzun anlatırız.

       Bu sabah zar zor kalktım. Uyurken asetonlu pamuk koklatmışlar ona rağmen kalkmadım düşünün nasıl yorulduğumu... Kahvaltı etmeden çıktık evden. Hepimizin işleri vardı. Erken geldim ama hiçbir şey yapmadım. Yani sınavlar için. Oturduk annemle örgü ördük. Ben İstanbul'a atkı örüyorum. Saat kaç olmuş bak... Bu hafta da böyle bitti işte.

15 Aralık 2013 Pazar

Babam yine saçlarımı okşadı, ben yine öldüm.

      Kafamı bir türlü toparlayamıyoum. Yarın İngilizce sınavım var, ama çalışamıyorum. Çünkü babam geldi para bırakmaya. Ama ben hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Ne zamandır babamı görmemiştim, zaten çok özlemiştim. Şu an ağlamaktan yazamıyorum...

     Boynunda gözlüğü asılıydı. Babamın gözlüğü olması o kadar hoşuma gitti ki. Sanırım çok normal bir baba gibi geldi bir an için. Hani pazar kahvaltılarından sonra boynundaki gözlüğü takıp gazete okuyan babalar gibi. Pazar günlerini yalnız geçirmeyen babalar gibi. Off cidden ağlamaktan yazamıyorum ve kendime sinir oldum. Bizim oturduğumuz sokağın girişine gelmiş, taksinin yanında bekliyordu. Gittim, öptüm. Paramı verdi, teşekkür ettim, sarıldım. Ben sarılınca başımı okşadı. Saçlarımı okşadı. Ne zamandır hiç öyle okşamamıştı saçlarımı. Ben de devam etsin diye daha çok sarıldım, o da sımdıkı sarıldı ve saçımı okşamaya devam etti. Off resmen 5 yaşıma döndüm. Ben küçükken en sevdiğim şey babamın dizine yatmak, babamın da başımı okşamasıydı. Öyle uyuyakalırdım. Eğer ben uyuyakalmadan babam okşamayı bırakırsa, ben babamın elini öperdim, o da okşamaya devam ederdi. Bunu aynı jeton atmaya benzetirdim, lunaparklardaki gibi. Bir de ben hep gecenin köründe uyanıyorum da ürküyorum ya, küçükken de öyleydim. Ürkünce hep annemlerin yatak odasına giderdim, babamın yanına yatardım. Babam bana sarılırdı, öyle huzurlu uyurdum ki. Annemin yanına yatmak aklıma bile gelmezdi. Babamın prensim olduğu zamanlardı.

     Ağlamaktan gebericem yazıyı bitirene kadar sanırım. Acaba haftasonları babamla mı kalmamız gerekirdi ? Babamı yalnız bıraktığımız için suçlu muyum ? Ama babam kendisi istedi, kendisi tercih etti bunu. Hem kardeşimle gidip babamda kaldığımız zamanlarda babaannem bizi kaç kere kovmaktan beter etti bunu da biliyorum.

     Babamın boynunda okuma gözlükleri asılıydı. Biliyor musunuz babam 53 yaşında. Küçükken 50 yaş çok büyük gelirdi. Babamın elli olduğunu fark ettiğimde çok şaşırdım. Şimdi 53. Ne kadar yaşlanmış aslında... Hayatı pişmanlıkla geçmiş bir adam o. Onu çok seviyorum. Çok üzülüyorum. Ama kahretsin, ağlamaktan yazamıyorum.

13 Aralık 2013 Cuma

Hayat Bazen Gri, Bazen Pembe... Rengi Seçmek Elimizde

      Hayat bazen gridir. Umutla çözmeye çalışırız bütün düğümleri. Deneyi başarısız oldukça umutsuzluk galip gelir. Ve umutsuzluk mağlubiyetimizin göz kırpmasıdır. Kaçınılmazdır. Güneş bile her gün mağlup olmaz mı aslında, yerini gri gökyüzüne bırakır, bizi de saatlerce karanlıkla baş başa. Ama belki de asıl önemli nokta akşam ki mağlubiyet değil, her sabah geri kazandığı galibiyettir. İnsanlar ilham alınması gereken şeyleri göremezler. Bir görebilseler her şey daha kolay gelir aslında. Her zaman yeniden başlayabileceğimizi en iyi güneşten öğreniriz. Güneş hiç pes etmez. Battığında bile aya ışığını göndermeye devam eder. Ay da aydınlatır geceyi, hiç zifiri karanlık olmasına izin vermez. Bizde aslında en umutsuz anlarımızda bile tamamen bırakmamalıyız ipleri elimizden. Her zaman bir çıkış yolu olabileceğine inanmalıyız.

     Bazen hayat o kadar güzel, o kadar şeker gibidir ki, yaşadığımız anlar hiç bitmesin isteriz. İşte o anlarda hayat pembedir. Bir yandan çok mutluyuzdur, bir yandan da "anı yaşa" baskısı kurarız kendi beynimizde. "Evet, şu an çok mutluyum ! Bu anı doya doya yaşamalıyım. Allah'ım nolur hiç bitmesin, hep böyle devam etsin." deriz sürekli içimizden. Ama bu yaptığımız aslında anı yaşamaya engel olur. Çünkü içten içe hayatımızın devamlı gel gitleri olduğuna, hiçbir zaman mutluluğun sürekli olmayacağına, çok gülersek sonunda ağlayacağımıza inandırmışızdır kendimizi. İçten içe biliriz, daha doğrusu saçma bir şekilde inanırız ki bugün iyiysek iki gün sonra kötü olacağız. Bir düşünün, en mutlu anılarınızı aklınıza getirin, aslında çoğu spontane gelişmiş anlardır. Planladığınız bir tatil bile olsa, o an mutlu olmaya odaklanmamışsınızdır. Sadece o anı yaşıyorsunuzdur. İç sesinizin sizi mutlu olmaya zorlamadığı anlar, aklınıza mutsuzluk da gelmez zaten. Sevgilinizi öptüğünüz an, "şu an çok mutlu hissetmek zorundayım, çok romantik bir an olmalı" diye kendinizi zorlarsanız, gerçek öpücüğü kaçırırsınız. Gözlerinizi açtığınız anda sevgilinizin de yavaşça gözlerini açtığı ve size aşkla baktığı anı kaçırırsınız. Çünkü gözleriniz hala kapalıdır, aklınızda o an hissetmek zorunda olduklarınız vardır. Bir oluruna bıraksanız zaten hissedeceksiniz. Anın akışına bırakın sadece.


      Benim hayatta en sevdiğim an umut anlarıdır. Küllerde doğma anları. Düşüşün bittiği, ve çıkışın başladığı anlar. Ama çok yanlış düşündüğümü anlamam uzun sürdü. Çünkü mutlu olmak için önce bir düşüş anına, bir mutsuzluk anına ihtiyacım var sandım hep. Aslında hiç düşüş olmadan da umut edebilirim, bunu anladım. Düşüşlere ihtiyacım yok. Hayat içinde öyle muhteşem şeyleri barıdırıyor ki, her zaman daha fazlasını hayal edebilirim, umut edebilirim. Artık hayatımı bu mottoyla yaşıyorum. Her zaman daha fazlasını iste ! Mutluluğunun bir sınırı var diye düşünme. Mutlu olmak için daha öncesinde yaşaman gereken mutsuzluklara ihtiyacın yok. Asık suratımı bir maske gibi çıkardım. Yerine gülümseyen bir surat koydum. Hayata olumlu bakan, etrafa pozitif enerji, saçan bir surat. Ve bu suratı o kadar çok sevdim ki, benliğimden bir parçaya dönüştürdüm. Daha önce benimle ilgili bir başkasına sorsanız kimse benim pozitif olduğumu söylemezdi. Ama ben hep etrafa pozitif enerji saçan bir insan olmak istemiştim. İnsanların bizi dışarıdan nasıl görmesini istediğimizi düşünürüz bazen. İdeal ben. Etrafımdaki insanlar beni nasıl görüyor acaba ? Zeki ve pozitif, sorun çözücü, kötü şeylerin bile iyi yanlarını görebilen biri... Ya da çok negatif ve insanların enerjisini emen, hiçbir ortama uyum sağlayamayan, iç bayan... Hangilerini tercih edersiniz ? Aslında tercih ettiğiniz seçenek, sizin karakteriniz olmasını istediğiniz şeylerdir çoğu zaman. İnsanların pozitif olduğunuzu düşünmelerini istiyorsanız, içten içe pozitif olmanın doğru olduğunu olduğunu düşünüyorsunuzdur. Gerçi istisnaları da vardır tabi ki. Bence istediğimiz insan olabiliriz. Çünkü kendimizde o istediğimiz karakterin özelliklerini görmemiş olsak, o karakterde olmanın nasıl olduğunu bilmiyor olsak, istemek için sebebimiz olmazdı.

      Hayatı kendimiz için zorlaştırmayı bırakmalıyız. Bazen bizim dışımızda gelişen şeyler vardır, bizim bile olumluya çeviremeyeceğimiz durumlar vardır. Mesela ölüm gibi. Ama bir düşünün. Böyle şeyler ne kadar sıklıkla meydana geliyor, biz ne kadar sıklıkla depresyona giriyoruz ? Depresyona girmek için felaketlere ihtiyacımız yok bizim, en küçük bir şeyi kafamızda kocamaannnn hale getirip mahvedebiliriz beynimizi, psikolojimizi. Hayatta keşfedilecek onca muhteşem şey var, keşfedip mutlu olmak da, depresyona girip tüm güzellikleri kaçırmak da bizim elimizde. Seçim yapalım öyleyse. Ve bundan sonra yaptığımız seçime sadık kalalım.

11 Aralık 2013 Çarşamba

Suçluluk Duymalı Mıyım ?

        Bazen insanların her ricasını yerine getirince kendime hiç zamanım kalmıyor. 7. sınıfa giden ve sürekli arayıp Moira abla müsait misin diye soran bir kuzenim var. Bal gibi bir şey, çok seviyorum. Ama bazı cümleleri sürekli duyduğunuzda, özellikle size bir sorumluluk yüklüyorsa bazen irite olursunuz. Yani beni aradığında müsait misin diyorsa anlıyorum ki onu ders çalıştırmamı isteyecek. Çalıştırırım tamam da, hiç programlı değil benim kuzenim. İstisnasız her zaman sınavdan bir gün önce akşam saatinde arıyor. Öyle bir emrivaki oluyor ki anlatamam. Zaten pazartesiden perşembeye ingilizce kursum var akşamları, zaman ayıramıyorum ki. Mesela dün. Önce Paris aradı bir konuda yardım için. Bir saatimi falan alırdı. Sonra kuzenim aradı yine yardım için, o da en az bir saatimi alırdı. Tabi oyalanmaları, iki dk otur sohbet edelim derken 3-4 saatim geçecekti. Bu arada benim hem ingilizce çalışmam hem de deniz ticareti çalışmam gerekiyordu. Ve bu hep böyle biliyor musunuz ? Yengem, bahsettiğim kuzenimin annesi bir alt katımızda oturuyor. Çok severim kendisini, dünya iyisi, ama ne zaman uğrasam bir konuda yardım istiyor. O istemese kuzenlerim istiyor. Ya Moiracım gelmişken bir beş dk şunu halledelim, bir de şunun ucundan tut... Başımın üstüne, inanın hiç sorun değil yaparım. Ama hep aynı şey olduğu için insanın içinden gelmiyor bazen. Bu ara çok oluyor nedense...Kendimi kötü hissediyorum ama böyle düşündüğüm için.



      Bunları boşverelim de, yengemin bana en güzel kıyağına gelelim. Bana öğrenci buldu ! Kuzenimin bir arkadaşı. Ona ve kuzenime haftada bir saat matematik çalıştırıyorum. Kızın ailesi saatlik 30 lira ödüyor. Çok para olmayabilir ama ayda 120 lira oluyor, bu da yavaştan kredi kartı borcumu ödeyebileceğim anlamına geliyor. Hatta kart borcumu ödeyip limitimi artırırsam İstanbul'la tatile gidebileceğimiz anlamına geliyor !!! Hem belki beni önerirlerse başka öğrenciler de gelir neden olmasın ? Bu arada adım adım hedefler koymuştum ya, odayı ve eşyaları düzenli tutma kısmını başardım, bir haftadan fazladır baya düzenliyim. O yüzden artık oraya yenisini yazabilirim !

      Bu ara kardeşimle hep geç yatıyoruz. Aynı odayı paylaştığımızdan birimiz uyumayınca diğerimize de bahane oluyor. Ya da yataklarımıza uzanıp telefonlarımızdan online oyun oynuyoruz. O oradan söylüyor ben buradan... Size kardeşimden pek bahsetmemiştim aslında. Benden iki yaş küçük bir erkek kardeşim var. Çok yakın arkadaşım aynı zamanda. Çok iyi anlaşırız. Arada tartışırız, düşüncesizlikleri olur, her kardeş gibi beni kırdığı zamanlar da olur ama kardeş işte. Çok seviyorum. Gönlümü de çoğu zaman alır, sonradan da olsa... Babamla annem ayrıldıktan, babamın bize yaşattıklarından sonra annem kardeşim ve ben birbirimize kenetlendik. Ailenin diğer üyeleriyle de pek görüşmedik. Üç kişi birbirimize tutunuyoruz. İstanbul, kardeşimin sevgilisi ve annemin nişanlısıyla birlikte 6 kişiyiz. Babama karşı vicdan azabı çektim böyle yazınca, ama bu onun seçimi. Hayatımızdan çıkıp gitmek inanın kendi seçimi. Uyuşturucuyu seçti, alkolü seçti. Açıkça seçim yaptı. Neyse kendi kendime vicdan azabını dindirmeye çalışmaktan da sıkıldım. 

      Pazartesi akşamı annemin nişanlısı yemeğe gelmişti. Gece de dördümüz UNO oynadık. Çok eğlenceli geçti. Bazı zamanlarda mutlu bir aileymişiz gibi hissediyorum. Yani o kadar baba gibi davranıyor, bizi o kadar seviyor ki, bazen kendimi iyi hissediyorum. Yani gerçekten... Anlatamıyorum ki. Babam varmış gibi diyemem çünkü babam zaten var. Ve ben babamı çok ama çok seviyorum. Ama ben babamı sadece babam olduğu için seviyorum. Yani onu sevmemek elimde değil. Ama annemin nişanlısı daha farklı. Koruyor, gerçekten gözetiyor, güçlü... Kızların tutunacakları dal olarak gördükleri babalar olur ya, onun gibi. Ama bir yandan da onun da kendi çocukları var. Ama çocukları biraz içlerine kapanıklar, onlarla bizle olduğu gibi bir iletişimi yok. Ya da çocukların olmasını istedikleri halde mi yok ? Bilmiyorum işte. Bazen biz iyi vakit geçirdiğimizde kendimi onlara karşı suçlu hissediyorum. 

       Bu arada, kar çok çok güzel değil mi ? İstanbullular olarak yıllardır ilk defa bu kadar erken kar gördük. Şu anda da lapa lapa yağıyor. Keşke biraz daha sürse de tadını çıkarsak... 

8 Aralık 2013 Pazar

Artık Yapabiliyorum !

      Cuma günü okula gittim, deniz ticareti dersi vardı. Aslında çok zor bir ders değil ama çok zor bir hocası var. Öğrencilerine kök söktürmeye bayılan, orta yaşlı bir kadın. Nedense kız öğrencilere uyuz oluyor ama erkek öğrencilerle arası iyi. Mesela bir arkadaşımız erkek arkadaşıyla birlikte hocanın odasına gitmiş konuşmaya, hoca kız orada yokmuş gibi davranmış, çocukla çok samimi konuşmuş. Bu arada avukatlar arkasından "Hakimlerle de arası iyi onun, anlarsın." modundalar. Kadın evli değil, çocuğu yok, sanırım bir kedisi var, habire twittera oğlum şöyle oğlum böyle diye yazıyor. Bu arada sosyal medyada çok aktif. Aslında güzel, sarışın bir kadın. Ama çok kompleksli. Benim iki zeki arkadaşım, New York ve Roma hocaya twitter ve facebooktan laf etmişlerdi de, hoca mahvetmişti onları. Birine twitterda giydirdi, diğerine derste bağırdı. Şimdi de bir salak facebooktan hocaya laf atmış. Yok nottan sormuyormuş, yok sorular çok kötüymüş, ezberciymiş, muhakeme sormuyormuş... Hoca bir sinirlenmiş, bir sinirlenmiş ki sormayın gitsin. Derse girdiği andan itibaren sürekli "29 sayfaya bile çalışamadınız, ama ben size düzgün bir not hazırlayamamışım, çok özür diliyorum, ama siz bittiniz, finallerde çok eğleneceğim ben, hahahaha, muhakeme istiyordunuz alın size muhakeme, daha zilyetliği bile söyleyemiyorsunnn git borçlar çalııışşşşş!" diye bağırdı. Artık nottan değil, tüm kitaptan sorumluymuşuz... Hazır üç tane dersim var, rahat bir sene geçireceğim, ama yok. Ses kaydı not çıkaran bir notçumuz var, canımız, ona ses kaydı notunu çıkarmasını bile yasaklamış kadın! Her derse kendim girip not tutuyorum, ses kaydı yapıyorum kaçırdığım yerler için.


      Cumartesi günü de avukatlık akademisi sertifika programına gittim. O günkü konuk Yargıtay ceza dairesi başkanıydı. Hani şu kararlara itiraz ettiğimizde daha doğru bir karar vereceğine inandığımız üst mahkemede karar veren hakimlerden biri işte. Baya iyi bir adamdı ve onunla söyleşi imkanı bulduğum için çok mutlu oldum. Bir yargıtay üyesini dinleyebilme, ona soru sorabilmenin hukuk öğrencisi için değeri büyük. Çünkü biz sürekli Yargıtay kararlarını inceliyoruz ve genelde Yargıtay salakça bir karar vermiş oluyor. Hakim de konuşurken "Siz bize kızıyorsunuz hep ama olaylar çok farklı olabiliyor, çok karışık gelebiliyor önümüze." dedi, baya güldük. Ona medyada gördüğümüz ve yanlış olduğu çok belli olan, Yargıtay'ın da onadığı kararları, 13 yaşındaki kıza 26 kişinin tecavüz ettiği ve kızın rızası olduğuna karar verilen N.Ç davasını ve çocuk istismarında zaman aşımını sordum. O da anlattı uzun uzun. Çocuk istismar edildiği ve bunu söyleyemediği zaman, zaman aşımı çok uzunmuş. Yıllar sonra bile gidip şikayet etse hemen soruşturma başlatılıyormuş. Eğer çocuk ailesi tarafından cinsel istismara uğrarsa, zamanaşımı çocuk 18 yaşına girdiğinde başlıyormuş. Bu arada istismar edilen çocukların %70 i kendi ailesi tarafından cinsel istismara uğruyor. Burada çok çok önemli bir ayrıntı var arkadaşlar. Ben yaklaşık 30 insanın arasında Yargıtay ceza dairesi başkanına uzun uzun soru sordum !!! İnsanların arasında konuşamayan, heyecandan kendi sesini bile duyamayan, kulakları uğuldayan ve kalbi heyecandan dışarı fırlayacak olan ben, sakince sorumu sordum ve cevabı dinledim ! Bunun benim için ne kadar önemli olduğunu bir bilseniz... Kendime güvenimi yeniden kazanmaya başladım. Ve sanırım bunu İngilizce kursuna borçluyum. Orada insanların önünde İngilizce konuşabilmek bir şeyleri aşmama yardımcı oldu sanırım. Neyse asıl konuya geleyim. Hakim medyada her şeyin çok yanlış gösterildiğini söyledi. Örneğin bir dava vardı, belki hatırlarsınız 'baklava çalana 8 yıl hapis' diye bir haber çıkmıştı, herkes çok şaşırmıştı. Meğer işin aslı şöyleymiş ; üç tane adam, dükkanın tavanında koca bir delik açmışlar, üçü birden gece vakti dükkana girmişler ve baya zarar vermişler. Birden çok kişi olması, gece vakti olması, verilen zarar derken bir sürü sebeple cezada artma olmuş, yani olay sadece baklavadan ibaret değilmiş. Ama medya böyle aktarmış. "Duyduğunuz her şeye inanmayın sakın." dedi.

      Bugün boş oturduğum zamanları telafi etmeye devam ettim ve makyaj dolabımı düzelttim ! Neler neler attım... Makyaj dolabı dediğim de kremlerimi, makyaj malzemelerimi, tokalarımı, küçük çantalarımı koyduğum ince ve raflı bir dolap. Kardeşimle aynı odayı paylaştığımızdan ve ev küçük olduğundan her şey dolaplarda. Hata dolabın içini de bir sürü kutu ve ikea düzenleyicilerle donattım. Ama sonuçta güzel ve düzenli bir sonuç elde ettim bugün. 

      Blogda, yan tarafta yıl içinde yapmak istediklerimin listesi var biliyorsunuz. Onun yanına bir de "hedefim" bölümü ekleyeceğim. Okuduğum kitapta başarmak istediğiniz şeylerle ilgili kısa süreli hedefler koyun diyordu. Eğer adım adım gitmezsek hayalimiz çok büyük gelir ve elde edebileceğimize inanmayız. İnanmazsak da asla elde edemeyiz. Benim psikolojik ve maddi olarak en büyük hedefimin düzenli bir hayat olduğunu artık sağır sultan duydu. Tabi düzenliden kastım sıkıcı değil. En azından başarmak istediklerimi başarabileceğim bir düzende çalışmak, ve psikolojimin düzgün olması. Allah'a çok şükür şu an psikolojik olarak her şey yolunda. Ama düzenli bir hayatı düşününce o kadar çok şey var ki... O yüzden ben de adım adım gideceğim. Bu adımdarla ilgili de kısa kısa bilgilendirme yapacağım. Banane senin adımlarından diyebilirsiniz, ama herkes düzenli bir hayat ister. Biraz düzen ve huzur isteyen, hayallerini gerçekleştirmek isteyen insanlara, çok şey yapmak isteyen, hayal kuran ama bir türlü kıçını kaldıramayan insanlara ilham verir belki. :)

6 Aralık 2013 Cuma

Şarap Evi Önerisi

      Mezun olan arkadaşlarım, mezun olduklarına pişmanlar. Stajyerlikten söz açılınca gözleri doluyor ve birbirlerine konuyu kapatmalarını söylüyorlar. 4 senedir öğretilen hak, dürüstlük, hakkaniyet kavramlarının gerçekte nasıl paspas yapıldığını, hakimlerin ve savcıların ne kadar boktan insanlar olduklarını görünce bunalıma girmişler. Bunun yanında çalışmaya başladıklarından beri hiçbir şey yapamadıklarını söyleyip duruyorlar. Ben de vaktimin tamamını dizi izleyerek geçiriyordum ki, toparlan dedim kendi kendime. Şunun şurasında birkaç ay kaldı stajyerliğe. O zaman yapamayacaklarını yapmak zorundasın ! Neyse ki o dizi döneminden çıktım.

      Benim bazı dönemlerim oluyor, gerçi siz de biliyorsunuz artık... Bunalıma girip çıkıyorum. İşte o dönemlere benzer dönemler var. Tembellik ve çalışkanlık dönemleri. Bir süre boyunca her gün dizi izliyorum, sonra ne kadar boktan yaşadığımı fark ediyorum, ertesi gün kalkıp temizlik yapıyorum, masamı ve dolaplarımı düzeltiyorum, kendime bir program yapıyorum. Boşa geçirdiğim saatleri telafi etmeye çalışıyorum. Cilt bakımı ya da benzeri anlamda uygulamak istediğim her şeyin listesini yapıyorum, internette araştırma yapıyorum. Çoğunlukla bu araştırmalar kadinlarkulubu.com da son buluyor. Ama oradan her seferinde iyi bilgiler edinebiliyorum. Hangi konuda bilgi edinmek isterseniz, tecrübeli birilerine danışmak isterseniz, orada bu site karşınıza çıkıyor. Şu reklam yapar gibi oldum ama yapmıyorum aslında. Belki size de yardımcı olur diye tavsiye ediyorum. Ama uyarayım, kullanıcı adı aldıktan sonra kullanıcı adını silemiyorsunuz. Mesela mahrem bir konu var, yorum yazdınız ya da fikir almak istediniz, sonra pişman oldunuz, silemezsiniz. Forumu okumanın yanında, üye olayım da yazayım derseniz, üyeliğinizi silemezsiniz, açtığınız konuları da. O yüzden sakın kendi adınızla üyelik almayın.


      Sevgilimin doğum günüydü geçen çarşamba, sürpriz yapmıştım biliyorsunuz. Sadece ufak bir kek alıp güzel bir ortam hazırlamıştım ama onun dışında zaten dışarıda yemeğe çıkma planımız vardı. Size şimdi muhteşem bir yer önereceğim ! Sensus şarap evi. Kuledibinde, çok güzel, çok otantik ve çok ucuz ! Tabi kime göre ucuz diyebilirsiniz. Şöyle ki sloganları "iyi şarap, pahalı şarap demek değildir." En güzel yerli şarapları getiriyorlar ve çok uygun fiyatlara bir şişe şarap alıp, yanında şarküteri tabağı, peynir tabağı alabiliyorsunuz. Mesela 30 lira, 40 lira civarında bir paraya çok güzel bir şarap açtırabilirsiniz. Şarküteri tabakları da 10-30 lira arası. Peynirler ve etler var tabakta. Şarabın yanında iyi giden ne varsa orada bulabilirsiniz. Yemek seçenekleri de var, biz orada yemek yemedik ama yorumlardan pahalı olduğu sonucuna vardım. Yemek yiyip, sonra yanında atıştırmalıklarla şarap içmek için bu mekana gidebilirsiniz. Çok romantik bir yer. Ayrıca çalışanlar çok kibar. Arkadan sürekli kısık sesle klasik müzik çalıyor. Ama klasik müzik dedim diye çok ciddi ve kasıntı bir yer beklemeyin. Gayet hoş bir atmosferi var. Ama kesinlikle rezervasyon yaptırın ! Hatta cuma günü ya da hafta sonu gidecekseniz iki gün öncesinden yaptırın.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...