23 Ekim 2013 Çarşamba

Aile?

     Pazartesi günü dayanamadım doktora gittim. Boğazım o kadar acıyordu ki bal yiyerek geçecek gibi değildi. Doktor boğazıma baktı, kafama vurdu falan, bana bir antibiyotik, bir grip ilacı, bir de boğaz için sprey verdi. Sabahtan onları kullanmaya başladım ve antibiyotik mucize yarattı. Akşama boğazımın acısı azalmıştı ama öksürmeye başladım. Akşam ingilizce kursuna gidip orada da öksürdüm. Sınıfta sürekli öksürdüğü için nefret edilen tip oldum. Hoca da inadına hep bana sordu. Konuşmaya başladığım an öksürük tutuyor. O günü atlattım. Akşam eve geldiğimde de baya öksürüyordum, ertesi sabah da. Yani dün. Yine doktora gittim ve öksürük şurubu yazdı, bir de rapor yazdırdım. Akşam ingilizce kursuna gidemeyecektim ve devamsızlık olmasını istemiyorum. Devamsızlık olduğu zaman ücretsiz kur tekrarı hakkımı kaybediyorum. Bugün çok daha iyiyim. Boğazımın acısı yok denecek kadar az. Hala biraz öksürüyorum o kadar.

    
      İki gün önce babaannem annemi aramış. Beni nasıl sinir ettiler anlatamam size. Neymiş biz neden bayramda babaanneme gitmemişiz. Evet bayramlarda büyükler ziyaret edilir biliyorum. Hatta benim durumumda babam babaannemle yaşadığı için ziyaret etmek zorunlu görünüyor farkındayım ama işin aslı öyle değil işte. Bundan birkaç sene öncesine kadar biz kardeşimle hep babaanneme giderdik. Bayramlarda da giderdik hatta kalırdık orada. Sonra babaannem bir gün bize çok kaba davrandı. Kovsaydı daha iyiydi. Sonra biz yine gittik. Bu sefer de bizden rahatsız olduğunu söyledi. Biz yine gittik. Ne de olsa orası babamın da eviydi ve babamın hatrı için gidebilirdik. Babaannem üçüncü kez bizi kovunca biz de daha gitmedik. İki sene kadar bayramlarda bile gitmedik. Babamla dışarıda görüştük, babaannemi aramadık bile. Sonra babaannem yaptığından çok pişman olmuş özür dilemiş. Babam da yaşlı kadın büyüklük sizde kalsın dedi biz de tamam dedik. Ya bir sene önceki bayramdı ya iki sene önceki hatırlamıyorum ama bir bayram gittik babaanneme. Anneme, dayıma, ananeanneme laf sokmaya çalıştı hep. Kardeşimle ben sürekli savunma yapmak zorunda kaldık. Bir de babaannem dizinden ameliyat olmuştu, ben de hastaneye ziyaretine gitmiştim. Ama annem gelmemişti çünkü çalışıyordu ve işten izin alamazdı. Ayrıca gelmesinin de çok anlamı yoktu çünkü annemle babam, babam yüzünden ayrılmalarına rağmen onlar annemi hiç aramadılar hatta suçladılar. Ben hastanede babaannemin yanından çıktıktan sonra dışarıda halamı ve eniştemi gördüm. Halam da çok gıcık bir kadındır. Bana demesin mi annem neden gelmemişmiş böyle günlerde gelinirmiş. Ben de annemin ne yapılması gerektiğini bildiğini, işlerinin yoğun olduğunu söyledim. Yani orada da savunmak zorunda kaldım. Annem ve annemin ailesi benim ailem. Babam da tabi ki ailem ama asla annemler kadar yanımda olmadı ki. Ben babayla büyümek ne demek bilmiyorum. Hele babamın ailesine hayatta aile demem. Bir de benim aile dediğim, en zor zamanlarımızda yanımızda olan insanlara laf ediyorlar. Ne hakla? 

     Bu bayram tüm bunlara rağmen babaanneme gitsem mi diye düşünmüştüm. Bayramın ilk günü babamı aradım bayramını kutlamak için. Ve bayramda hangi gün izinli olduğunu sordum. Taksicilik yaptığı için izinli olduğu günleri kendisi belirleyebiliyor. Babam bana bayramda izin yapmayacağını söyledi. Ben de bayramdan sonra bir gün ayarlayıp görüşürüz o zaman dedim, sonra da bayramını kutlayıp babaannemi aradım.  Bu arada sonraki gün anneannemi dedemin kabrine götürecektim. Tek başına gidemiyor çünkü. Babaannemi arayıp bayramını kutladım, o da sonraki gün halamların da geleceğini söyledi, siz de gelin dedi. He oldu ben çok meraklıyım size hem de babam evde yokken geleceğim. Babamla konuştuğumu ve izin yapmayacağını söylediğini söyledim, yok ben konuştum bir iki saat uğrarmış diyor. Yalan söylüyor tabi ki. Ben de anneanneme söz verdiğimi, işimin kaçta biteceğini bilmediğimi söyledim. Neyse öyle kapattık telefonu. Geçen gün babam para vermek için uğramış, kardeşimle görüşmüşler, o zaman sitem etmiş neden gelmediniz diye. Geçen gün de babaannem arayıp anneme çocuklar neden gelmiyor falan demiş. Babaları çok üzülüyor çocuklar gelmeyince ağlayacak gibi oldu demiş. Bizi üzmekten başka bir şey yapmıyorlar. Ben bu durumda ne yapabilirim ? Gerçekten şaka gibiler. 

20 Ekim 2013 Pazar

Dönüşüm

     Çok hastayım... Boğazımda koca bir yara var gibi. Sesim normal, öksürmüyorum ama boğazım o kadar acıyor ki... Cuma akşamından beri böyle. Cuma ne yaptım pekii ? İstanbul'la buluştum.

    Perşembe yazdığım yazıdan sonra ve akşam da verdiğim karardan sonra İstanbul'u ikna ettim ve buluştuk. Buluşma akşama kadar mükemmel geçti. Önce bir yerde oturduk Antakya'nın sütlü türk kahvesinden içtik. Sonra gittik bir şeyler yedik. Sonra 7. Beyoğlu Sahaf Festivali'ni gezdik. Güzel kitaplar aldık. Bu arada ben çok iyiydim. Verdiğim kararlara bağlı kalarak hep gülümsedim ve konuştum. Ama asıl güzel olan bunları zorla yapmam gerekmedi. Yani gülümsemek gerçekten ilaç gibiymiş. Bir kere başlayınca gerisi geliyor. Modunuzu olumluya çeviriyor. Benimkini de çevirdi. Akşam da bir şeyler içmeye nevizadeye gittik. Sohbet ettik uzun uzun. İki bira iki tekila ve bir sürü sigara içtik. Ki normalde o kadar sigara asla içmeyiz. Hele İstanbul hiç içmez.

     Gece çok güzel gidiyordu ki tartışmaya başladık. Bu tartışmanın ayrıntılarına girmek istemiyorum çünkü her şeyi yoluna koymak için olağanüstü çaba gösterdim ve şimdi en başına dönemem. Şunu söyleyebilirim geçen sene olan bir şeyden konu açıldı ve İstanbul'un bana kırgın olduğu bir konuydu o yüzden bir türlü kapatmadı konuyu. Daha önceki yazımda sevgili Lily bana bencil olduğumu söylemişti. Ben de kendi kendime bugün bencillik yok Moira dedim, elinden gelen her şeyi yapacaksın. İstanbul'u çok zorladın, çok yıprattın, artık değiştiğini göstereceksin. Elimden gelen her şeyi yapmama rağmen tam olarak barışamadan eve döndük. Sonra o bana yazdı, ben de aradım. Telefonda da devam etti tartışma. Artık düzeltemeyeceğim, İstanbul'u ikna edemeyeceğim bir noktaya geldiğimi hissettiğim anda bile pes etmemeye kararlıydım. O an gerçekten değişebileceğimi anladım. O kadar olgun davrandım ve o kadar sadece İstanbul'u düşünerek konuştum ki, ona gerçekten ne kadar değer verdiğimi anladı. Eskiden olsa kendimi haklı çıkarıp telefonu kapatırdım, sonra da tekrar arardım ya da uzun mesaj yazardım. Belki ağlayarak ikna ederdim, belki de pes ederdim. Sen beni artık sevmiyosun, ayrılalım moduna girerdim. Ama öyle yapmadım. Olgun davrandım. Sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştım. İstanbul'u anlamaya çalıştım ve bencillik yapmamaya çalıştım. Ve sonuç olarak her şey düzeldi. İstanbul'un gönlünü aldım ve ilişkimi kurtardım. Benim onu o kadar yıpratmış olmama rağmen İstanbul benim için o kadar çok çaba gösterdi ki... Onu daha fazla yıpratamazdım. Buluştuğumuzda sinirli olacak, surat asacak sandım ama o kadar güler yüzlüydü ki. Daha iyisini hak ediyor. Ve ben daha iyi olacağım.

     Cuma gecesi eve döndükten sonra boğazım hafiften acımaya başlamıştı. Sigarayı abarttım diye düşündüm ama dün daha kötü oldu. Sadece sigarayla bu kadar olmaz. Akşam ilaç aldım. Ne öksürüyorum ne sesim kısıldı sadece boğazım acıyor. Dün o kadar bal yedim yine de bugün büyük bir acıyla uyandım. Şu an daha iyi durumdayım neyse ki. Dün gece annemle kardeşim beni yataktan kaldırdılar. Annem boynumu sıcak tutsun diye ince bir atkıyı bağladı, kardeşim de boğazıma sprey sıktı. Sonra da beni yatırdılar. Onlar da daha güler yüzlü olmamı hak ediyorlar. Onları da artık üzmeyeceğim.

17 Ekim 2013 Perşembe

Hayatı Kendime Nasıl Zehir Ediyorum? #4

     Hiç etrafınızdaki herkesin sizden bıktığını hissettiğiniz oldu mu ? Yani çevrenizde sevdiğiniz herkes sizden yaka silkiyor, sizin suratsız ve gıcık olduğunuzu düşünüyorlar. Ama sizi o kadar çok seviyorlar ki bu suratsızlığınıza katlanıyorlar, asla bırakmıyorlar ama laf arasında da ne kadar gıcık olduğunuzu söylüyorlar. Ve önemli olan şey de şu, siz gerçekten gıcıksınız.

     Ne yapsam ne etsem işe yaramıyor. İçimden çoğu zaman gülümsemek gelmiyor. Zorla gülümsediğim zamanlarda da yakınımdakiler anlıyorlar. Bu sorun çok uzun zamandır var. Sürekli suratsızım, mutsuzum, hayatı kendime de etrafımdakilere de zehir ediyorum. Böyle bunalımda olduğum dönemler hep oluyor ama bu ara arttı. Çok çabuk sinirleniyorum. O kadar sinirliyim ki. Annem ilk defa psikiyatra gitmem gerektiğini söyledi. Psikologun yardımcı olamadığını düşündü heralde. İlaçlar hakkında hep kötü şeyler duydum, hep reddettim. Hatta ilaç kullananlara hep kızdım. Kendilerinde iyi olma gücünü nasıl bulamazlar diye suçladım. Ama bulunmuyormuş bazen işte...


     Aslında uzun zamandır böyleyim ama şu andan bahsedersem her şey hafta sonu Paris'in evinde kalırken başladı. Ben staj yapayım diye iş arıyordum ama bir türlü bulamıyordum ya, Vegas bana bir eleştiri getirdi. O an anladım ki eleştiriyi kaldıramıyorum. Bana ne istediğimi tam olarak bilmediğimi, iş görüşmelerinde bile yokuşa sürdüğümü söyledi. Haklıydı. Ne istediğimi tam olarak bilmiyorum. Yok şu saatlerde çalışmam yok şu davalara bakmıyorlarsa çalışmam. Sonra iş görüşmelerim şöyle böyle diye yakınıyorum. Kim tam olarak istediği işi bulabilmiş ki ? Hem ben daha sadece iş öğrenmek için çalışacaktım para kazanmak için bile değil. Bu kadar yakınmaya hakkım yok. Aslında ben çalışmak falan istemiyorum. Bunu kendime itiraf etmeliydim önce. Hele bu ara o kadar tembelim ki ders çalışmaya bile enerjim yok. Vegas'ın karşısında kendimi öyle bir savunmaya geçtim ki, sanki o bana karşı kötü niyetliymiş gibi davrandım. O an kendimi kötü hissettim ama gururumdan Vegas'a kusura bakma bile diyemedim. Sonra doğruluk mu cesaret mi oyununa başladık. Yazdığım sorulardan bir tanesi şöyleydi : "Karakterinde bir şeyleri değiştirme şansın olsa nelerini değiştirirdin?". İşte bu soruyu cevaplayarak Vegas'tan af dilemiş oldum. Ama Vegas'tan af dilemekle hiçbir şey çözülmüyor. Bu benim kötü bir huyum. Karakterim demek istemiyorum çünkü bu huysuz ve sinirli olma durumunun benim karakterim olduğunu kabul etmek istemiyorum. Sadece bir huy, ya da üstesinden gelebileceğim bir dönem olmasını istiyorum. Öyle olduğuna inanmaya ihtiyacım var.

     Sonra Paris bir soru buldu. Soru şu :"Bende bir şeyleri değiştirmek istesen neyi değiştirirdin ? En gıcık olduğun huylarım neler ?" Bu sorulara cevap vermek kolaydır. Çünkü karşımızdaki insanlarda kusur bulmaya bayılırız. Bir de o gıcık olduğumuz konuları söylemeye fırsat bulduk mu kimse bizi durduramaz. Haksız mıyım ? Ama asıl zor olan bu sorunun cevabını kendimiz için duymak. Paris ve Vegas benimle ilgili gıcık oldukları şeyleri söylediler. O an başladı işte kendimden nefret etme anım. Vegas şunları söyledi : "Bazen sana bir şey söylemek istediğim zaman ya da bir öneride bulunmak istediğim zaman iki kere düşünüyorum ve kelimelerimi çok dikkatli seçiyorum. Yanlış anlamaya o kadar müsaitsin ki söylediklerime hemen alınacakmışsın gibi geliyor. Karşındaki insan sana bir eleştiri getirdiğinde ya da cevap verdiğinde o insanın iyi niyetli olabileceği aklına gelmiyor. Hemen kötü niyetliymiş gibi algılayıp kendini savunmaya geçiyorsun. Kötü yönünden anlamaya çok meyillisin. Bir de bir şeye kırıldığın zaman o an kırıldığını söylemek yerine susuyorsun. Sonra o şeyi kafanda kuruyorsun ve öyle bir hale getiriyorsun ki olduğundan çok daha kötü oluyor ve sonra aniden patlıyorsun karşı tarafa." Vegas söylediklerinde sonuna kadar haklı. Daha iyi tarif edemezdi. Sonra Paris söyledi." Çok sinirlisin, çok fevri davranıyorsun. Bazen dışarıdayken bir garsona ya da bir görevliye o kadar sinirleniyorsun ki hiç sakin davranamıyorsun ve rencide ediyorsun. Ruh halin çok çabuk değişebiliyor. İyiyken iyisin ama kötüyken hiç çekilmiyorsun. Bütün gün surat asıyorsun." Paris de haklıydı. Dubai de dedi ki :" İyiyken şeker gibisin tadına doyum olmuyor ama moralin bozuksa hiçbir şekilde düzelmiyor ve çok asık suratlı oluyorsun."

     Çok acımasızca ama doğru eleştiriler değil mi ? Bu olanlar hafta sonuydu. Hafta içi İstanbul'la küçük tartışmalarımız oldu ama bir anlıktı. Sonra bu sabah ciddi bir tartışma yaşadık. Benim ona ne kadar kötü davrandığımı ve onu ne kadar mutsuz ettiğimi uzun uzun anlattı. "Suratın hep asık hep mutsuzsun. Bir hafta iyiysen öbür hafta kötüsün. Kendini geliştirmek için hiçbir şey yapmıyorsun. Sürekli olmayacak hayaller kuruyorsun, olmayacağını bilerek daha da mutsuz oluyorsun. Kendini sürekli mutsuz olmaya odaklamışsın. Benim kötü olduğum zamanlarda hiç yanımda olmuyorsun, çünkü sen de hep kötüsün. Beni, benim sorunlarımı hiç önemsemiyorsun. Artık buluşma günlerinde bugün ne için tartışacağız acaba diye korkarak geliyorum. Sen iyiyken aramız mükemmel, ama sen kötüysen hayatı zehir ediyorsun" dedi. O kadar haklıydı ki, o kadar üzüldüm ki onu bu kadar üzdüğüm için. O benim gözümün içine bakıyor güleyim diye... Bir şeye sinirlendiğimde bütün sinirimi ondan çıkardığımı söyledi. Hani önceki yazımda demiştim ya en yakınım İstanbul ama beni çok sevdiğinden kusurlarımı net göremeyebilir diye. Çok net görüyormuş. İstanbul'la sabah tartışmıştık. Bugün buluşmamaya karar verdik. Sonra kahvaltı sofrasında kardeşimle ve annemle tartıştım. Bana aynı şeyleri onlar da söyledi, hatta kardeşim yalancı olduğumu, olayları çarpıttığımı ve insanı çileden çıkardığımı da söyledi. Bütün bunlar çok fazla geldi. Bir ağlamaya başladım, üç saat susmadım. Üç saat. Gözlerim şu anda o kadar şiş ki her göz kırpışımda ağrıdığını hissediyorum. 


     Ben ne bok olduğumun farkındayım da, insanları bu kadar kendimden soğuttuğumun farkında değildim sanırım. Ve ilk defa hepsi ağız birliği etmişçesine aynı şeyleri söyledi. Ben de biliyorum hepsini. Kendimden ne kadar nefret ettiğimi bir bilseniz. Gerçek hayatta beni tanısanız eminim siz de sevmezdiniz. Belki sevmiyorsunuz da. Ben böyle bir insan olmak istemiyorum. İstanbul'u kaybetmek istemiyorum.

     Artık gerçekten kırıldığımda, gerçekten kızdığımda kimse ciddiyetini anlamıyor. Çünkü normalde zaten o kadar suratım asık ve o kadar çok trip atıyorum ki her zamanki hali havasındalar. Şaka yaptığım zaman bile anlamıyorlar çünkü suratımdan şaka olduğu anlaşılmıyor. Hatta kardeşim suratımın bazı hallerinden nefret ediyor. Bugün tartışırken, anneme anlatırken "Hani suratının gıcık hali var ya aynen böyle bakıyor." dedi. Kızlarla konuşurken de en sevmediğim şeyleri söylemem gerektiği zaman Paris "Heh saymaya başla bakalım şimdi." dedi gülerek. Yani benim sevmediğim şeyler o kadar fazla, ben o kadar somurtkanım ki... O yüzden öyle dedi. Annem her zamanki gibi sonra ben ağlarken yanıma geldi. İyi hissetmem için bir şeyler söyledi, sarıldı. Ne yapacağım bilmiyorum. Ben böyle bir insan olmak istemiyorum. Manik depresif miyim ben ? İlaç mı kullanmalıyım ? Ne kadar mutsuz olduğumu anlatamam. Hani bazı dönemler olur ya, hiçbir şeyle uğraşacak gücünüz kalmamıştır. Sadece uyumak istersiniz. Gelecek belirsizdir ve kendiniz için hiçbir şey yapamayacak kadar güçsüz hissedersiniz. Zaten yapmak da istemezsiniz. Normalde insanlara böyle dönemler hep olur. Ama ben böyle bir insanım. Ben sürekli mutsuz ve insanları kendinden soğutan bir insanım. Çok sinirliyim ve yakınlarıma da hayatı zehir ediyorum. Hele İstanbul... Kim yanında sürekli somurtan, gudubet birini ister ki? Herkes ilişkisinde mutlu olmak ister. İşin kötü tarafı ben hep böyleydim. Yani liseden beri böyleydim. Bazıları babama bağlıyorlar, bazıları özgüven eksikliğine. Yakınınızdaki insanların sizi sorunlu olarak görmesi ve senin sorunun şu diye başlayan cümleler kurması o kadar can yakıcı ki... Çaresizim. Güçlenmem lazım. Her şeyi düzeltmem lazım.

15 Ekim 2013 Salı

Büyümek Zorundayım

     Herkese iyi bayramlar. Önceki yazımda yorum atan ve yardımcı olmaya çalışan herkese çok teşekkür ederim, çok yardımcı oldunuz. Bütün hafta sonu Paris'in evinde kaldım, uyku sorunundan uzaklaştım. Dün gece biraz zor uyudum ama pek de korkmadım. Sanırım artık büyümek zorundayım. "Küçükken, büyüyünce artık korkmam sanırdım." demiştim. Öyle olmak zorunda. Hala korktuğuma göre demek ki ben büyümemişim. Ama büyümek zorundayım.

     Kızlarla güzel bir hafta sonu geçirdik. Vegas ve Dubai ile Paris'in evinde kaldık. Gerçi Dubai gece evine döndü, zaten evi Paris'in evinin hemen karşı dairesi. Paris de benim evimin üç kat üstünde oturuyor. Bebekliğimizden beri aynı yerde büyüdük, en yakın arkadaşlarım onlar. Benim Şirince'den getirdiğim meyveli şarap ve Paris'in babasına Gürcistan'dan gelen güzel bir şarabımız vardı. İçtik, sohbet ettik... Doğruluk mu cesaret mi oynamak istedik ama birbirimizin her şeyini biliyorduk ve gecenin köründe aile apartmanında neyin cesaretini yapacaktık ? Biz de aklımıza gelen en uç soruları kağıtlara yazdık ve kağıtları bir kaseye koyduk. Kimin soru sorması gerekiyorsa o kağıttan aldı ve sordu. Çok özel şeyler anlattık, baya büyük itiraflar geldi her birimizden. O soruların çoğunu ben yazmış olmama rağmen bu kadarını ben bile beklemiyordum. Bundan sonrası bizim için daha güzel olacak diye tahmin ediyorum. O itirafları da sonra anlatırım.


     Dün eve geldim. Annemle temizlik yapmaya başladık. Bugün de devam ettik. Ama hala tam olarak bitirebilmiş değiliz. Biz annemle temizlik yapmayı severiz ve özellikle böyle büyük bayram temizliklerinde abartırız ve en ince ayrıntıya kadar temizleriz. Aslında gidecek pek yerimiz yok bayramda. Bize gelen de pek kimse yok. Yani lafın gelişi bayram temizliği. Aslında annemin çalışmadığı, evde olduğu nadir zamanlardan olduğundan fırsatı değerlendiriyoruz. 

     Bu arada ailemde çok garip şeyler oluyor. Herkes birbirinin arkasından konuşuyor ve nedense herkes ama herkes kendini haklı görüyor. Bir ortamda bu kadar çok insan aynı anda haklıysa bir sorun var demektir. Sorun şu ki kimse tam olarak haklı değil. Herkes kibirli... Paris'ten bir şey rica ettim. Eğer bir gün ben de ailem gibi olursam, kibirli, her konuda kendini haklı gören, dedikodu yapan ve anlayışsız birine dönüşürsem beni uyar dedim. Paris benim en yakınım, başka da kimseye güvenemem bu konuda. Paris'ten daha yakın tek kişi var. O da tabi ki sevgilim İstanbul. Ama İstanbul beni o kadar çok seviyor ki hatalarımı ya da karakterimdeki kötü yönleri çok net göremeyebilir. Ama en yakın arkadaşlar her zaman görür, ama susarlar. Ben Paris'ten konuşmasını rica ettim.

8 Ekim 2013 Salı

Hayatı Kendime Nasıl Zehir Ediyorum #3

     Bu ara hayatım korkmaktan ibaret. Hissettiğim en yoğun duygu korku. Düşüncelerimin en yoğun olduğu konular hep korkabileceğim şeyler üzerine. En önemli korkum gece. Gece yaklaştıkça korkuyorum. Acaba rahat uyuyabilecek miyim ? Annem ve kardeşim erken yatmasa bari... 

     Küçükken kendi kendime derdim ki, "Sabret, nasıl olsa büyüyünce geceden korkmayacaksın, büyükler gece korkmaz." 22 yaşıma geldim, hala çok korkuyorum. Önceden cinlerden korkardım. Karabasan gelirse ne yaparım diye korkardım. Sonra 2011 Eylül'ünde dedem vefat etti. Ölü evinde konuşulan şeyleri ancak yaşayan bilir. Yok şu kadar zaman ruh evinin etrafında döner, yok şu kadar zaman mezarının etrafında döner, yok ziyaret eder... Herkes başka bir şey söylüyor. Yok perşembe geceleri ölüler evlerini ziyaret eder. Hiçbir perşembe gecesi kimse ziyaret falan etmiyor. Ama ben uyuyamıyorum. Asıl kötüsü de uyusam bile gece 4'te uyanıyorum. Allah'ım nasıl yusuf yusufum ama anlatamam size. Gece uyandığım zaman saate bile bakamıyorum. Artık saat 4'e bir anlam yüklemekten korkuyorum. Yatağa girerken aklıma elli bin tane senaryo geliyor. Bu gece de uyanacak mıyım acaba ? Annemle kardeşim gece uyanıp karşılarında dedemin ruhunu görseler kalkıp elini öperler. Dedemden mi korkuyorsun ablaaa ?? Lan tabi korkuyorum dedemden. Dedem ben hukuk fakültesini kazandığım zaman bana sıkıca sarıldı, gözleri doldu, gurur duydu. Daha önce onu hiç o kadar mutlu, duygulu ve gururlu görmemiştim. O anıya odaklanmaya çalışıyorum ama çok zor. Çünkü dedem çok sert ve disiplinli bir insandı. Yanında yanlış bir şey yapmaktan veya söylemekten korkardım. Aslında bize babamdan daha iyi baktı. Bize bir şey olsa arkamızda dedem vardı, bilirdik. Gölgesine oturup saklanabileceğimiz bir ağaç gibiydi. Çok çok severdik. O da bizi çok severdi, sevgisini pek gösteremezdi ama bilirdik biz. Ölümünden önceki yılbaşı gecesinde çok büyük bir kriz yaşamıştık. Dedem kardeşime hiçbir suçu olmadığı halde vurdu, ben kendimi kaybettim. O saniyeleri hatırlamıyorum ama dedeme sesimi yükselttim. Dedem beni resmen yakalamaya çalışıyordu vurmak için. Kolumdan yakaladı, kaçamadım. Bir eliyle kolumu tutarken diğer elini kaldırdı, tam inecekti ki kardeşim dedemi tuttu. Ondan sonra da dedemle anca yazın düzelebildik. Yazın sonunda da vefat etti zaten. Dedemi çok seviyorum, çok özlüyorum, ama nedense artık cinlerden değil dedemden korkuyorum. Ne kadar gereksiz bir korku değil mi ? Öldü sonuçta. Kardeşimle annem dün gece konuşuyorlardı. Dedem namaz kılarken secdede vefat ettiğinden şehit olabilirmiş. Şehitler ölmezmiş ve sevdiklerini ziyaret ederlermiş. Şimdi bunun iyi bir şey olması lazım değil mi ? Ama ben korkuyorum ziyaret falan. Dün yanımda bunu konuştular ve gece iki üç kere uyandım.

     Korkularım sadece bunlardan ibaret değil. Sevgilimle ilgili de sürekli korkuyorum. Ya aşkımız biterse, ya başkalarından hoşlanırsak, ya birbirimizden sıkılırsak, ya sevgilime bir şey olursa ?! Mesela telefonda konuşuyoruz, İstanbul'un sesi kesiliyor, alo alo diyorum ses yok. Gerçekte bağlantıda sorun var ya da şarjı bitti. Ama benim aklıma gelenleri bir bilseniz... Ölümden çok korkuyorum. Hem sevdiklerimin ölümünden hem kendi ölümümden. Sürekli bu şekilde yaşanır mı !

     Ya iki dakika sonra ölürsem ? Hemen İstanbul'a seni seviyorum yazmalıyım... Ama daha gencim, genç insanlar pat diye ölüler mi acaba ? Yoksa illa trafik kazası falan mı geçirmeleri gerekir ? Trafik kazası geçirirsem otopsi yaparlar. Bütün organlarımı teker teker çıkarırlar. Acaba o acıyı hissediyor muyuzdur ? Hissetmiyorsak neden ölüyü ılık suyla yıkayın derler ? Organ bağışlasam acı hisseder miyim ?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...