26 Temmuz 2013 Cuma

Kırık

     Şu an sinirlerim gerçekten çok bozuk. Vegas, Paris ve Dubai ile terasta oturuyoruz. Onlarla terasta oturmak en sevdiğim ve dinlendiğim zamanlardandır. Ama şu an o kadar gerginim ki beni en rahatlacak şey İstanbul'la konuşmak ama o çoktan uyudu. Ben de ikinci rahatlatan şeyi yapıyorum, yazı yazıp yorumlarınızı bekliyorum. Nedenlerine gelirsek Vegas birinci sırada. Almanya'dan 16 yaşındaki kuzenim geldi. Kuzenim yaşına rağmen oradaki arkadaşları yüzünden cinselliği yaşamış ve uyuşturucuyu denemiş. Cinselliği biliyordum ama uyuşturucuyu bugün öğrendim. Bugün Dubai'nin doğum günüydü, pasta yiyorduk, kuzenim birden mariuana denediğini söyledi. Doğru mu yazdım ona bile emin değilim. Ben onu bu konuda uyarırken Vegas ofiste arkadaşlarıyla arada içtiklerini söyledi. Hem onun uyuşturucuyu arada kullandığını bu kadar rahat söylemesi hem de kuzenimin yanında kullanmayı normalleştirmesi çok sinirimi bozdu. Neden kullandığını soruyorum arada gergin olduğunu ve ihtiyacı olduğunu söylüyor. Bizim de zaman zaman gergin olduğumuzu ama uyuşturucu kullanmadığımızı söylüyorum. Bana moira bilmiyorsun, ben de devamlı kullanmıyorum, o kadar zararı bile yok diyor. Ben ona bununla yıllarca yaşadığımı söylüyorum. 

     Babaannem aradı geçen gün. Babamın doktorunuza konuşmuş. Doktor babamın ciğerlerinin artık tamamen bitmiş olduğunu ve ilaçlarla ayakta durduğunu söylemiş. Dumana bile maruz kalmaması gerektiğini söylemiş. Sonu çok kötü olurmuş. Ama babam durmaksızın sigara içiyor.! Artık uyuşturucu için 6 ayda bir kan vermesi gerektiği için uyuşturucu kullanamıyor ve içki içiyor. Bildiğin içiyor. Ve Vegas bana zararsız olduğunu söylüyor. Dozunun ayarlanabilğini söylüyor. Babam konusunda hassas olduğumdan böyle tepki verdiğimi söylüyor ve o saniyeden itibaren ben susuyorum. Naparsanız yapın, istediğinizi kullanın diyorum. Uzun bir diyalogun özetiydi bu anlattıklarım.

     Kuzenimle tekrar konuştum ve onu da uyardım, umarım beni dinler. Bu arada çok çok üzüldüğüm başka bir konu da kardeşimin sınavı kazanamaması ve üçüncü kez hazırlanacak olması. Onun üzüntüsünü gördükçe içimden bir parça kopuyor.

     Bu arada twitterda ak düşünce diye bir hesap var. Dünya üzerinde gördüğüm en tehlikeli zihniyet onlar. Hamilelerin dışarda gezmesinin ahlaksızlık olduğunu söylüyorlar ve tepki gösterenlere de onların cinselliği yaşadığının belli olması hoşunuza mı gidiyor diyorlar. Ben de bunu yazana diyorum ki : Lan hayvan beynine penis mi kaçtı !

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Le Piano !

     Şu yandaki liste var ya, hedeflerimin yazdığı, işte o liste kesinlikle bitmeyecek bu sene biliyorum. Ama olsun ben yine de bir adım attım ve piyano çalışmaya tekrar başladım !!! Bir saat içinde Yann Tiersen'in Amelie için bestelediği parçalardan birini tamamladım, diğerini de yarıladım. Bugün dolu dolu geçmiş gibi hissediyorum ! Keşke ingilizce de çalışabilseydim, o da yarının olsun artık. :)


16 Temmuz 2013 Salı

Neler Oldu ?

     2008 Kasım ayında İstanbul'la ayrılmıştık. Zaten şimdiki gibi bir bağ yoktu aramızda. Ama yine de ben İstanbul'u hep sevdim, ilk gördüğüm andan itibaren hoşlandım, hep aşıktım ona. Ayrıldığımız dönemde hep yanımda olan bir dostum vardı. Adı Atina olsun. Çünkü hem arkadaş sanıyorsun, hem asla güvenemezsin. Atina benim ilkokul birinci sınıftan beri Paris'ten sonra en yakın arkadaşımdı. Paris benim için her şeydir, onu tanımlamam bile. Atina da en yakın dostumdu işte. İlkokulu birlikte okuduk, her şeyi birlikte yaptık. Ailelerimiz tatile birlikte çıktı hep. Zaten biz 2. sınıftayken benim dayım Atina'nın ablasıyla evlendi, akraba da olduk. Ben her sevgilimden ayrıldığımda Atina'nın omzunda ağladım, aldatıldım yine onun omzunda ağladım. 2008'de İstanbul'dan ayrıldığımda da üzüntümü onunla paylaştım. Sonra aradan bir kaç ay geçti, biz İstanbul'la barıştık. Ama nedense İstanbul Atina'dan nefret etti hep. Sadece küçük kuzenimin doğum gününde üçümüz bir araya gelmiştik. O da zaten 2009 Kasım'daydı. O günden beri de hiç üçümüz aynı ortamda olmadık. 2009'da üniversiteye yerleştik. Ama Atina bana puanı hakkında da tercihleri hakkında da yalan söyledi. Aldığından daha yüksek bir puan söyledi. Yerleşemedi 2009'da, 2010'da tekrar hazırlandı, yine yalan söyledi. Ben de her yalanını gayet olgun bir şekilde gidip onunla konuştum. Onun her zaman yanında olduğumu ve bana doğruyu söylemesi gerektiğini söyledim. Defalarca özür diledi benden. Zaten dersanede de hep yalan söylüyordu bana. Küçükken de ailesi hakkında yalanlar söylüyordu. Madem sürekli yalan söylüyordu neden en yakın dostundu derseniz haklısınız. Benim sahip olduklarıma sahip olamadı, o yüzden yalan söylediğini düşünüyordum, üzülüyordum onun için. Herkes beni kıskandığını söylüyordu. Annem, ananem, İstanbul, Paris... Ben inanmamıştım ama olanlardan sonra anladım. Gerçekten çok kıskanmış, kendi ablası yani yengem bile bana söyledi sonra.


     2008 Kasım'da ayrıldıktan sonra Atina ile dertleşiyordum. Meğer Atina benimle dertleştiği zamanların haricinde İstanbul'un yanında alıyormuş soluğu. Yakınlaşmışlar biraz. İstanbul ayrıldığımız dönemde benim onu aldattığımı sanıyormuş meğer, Atina da ona öyle yakınlaşınca bana olan siniri üstün gelmiş. Ama yine de bir yere kadar. Atina onu öpmek için yaklaşmış ama İstanbul uzaklaşmış, sonra da bir daha görüşmemiş onunla. İstanbul benim onu aldattığımı sandığı halde yaptığının yanlış olduğunu söylemiş Atina'ya. Ama benim en yakınım dediğim insanın umurunda değil. Sonra 2009 Ocak'ta biz İstanbul'la barıştık. İstanbul korkmuş bana söylemeye, ya çok sinirlenir de terk edersem diye. Atina da 2010'da Konya'da bir üniversite kazanıp gitti. Zaten puanıyla ilgili söylediği yalanlardan sonra baya uzaklaşmıştık. İstanbul da söylememiş işte. Atina da söylemedi bana. Aradan 3.5 sene geçti. Geçen sene ramazanda Atina bize iftara gelecekti. Çok mutluydum. Onun için yemek hazırlıyordum, gece de yatıya kalacaktı. Belki eskisi gibi oluruz diyordum. Ama bu arada çok da uzak değildik yani her sene içinde görüşüyorduk. Neyse İstanbul aradı. Sesi kötüydü. Benim Atina'yı ağırlamamı istemiyordu. Sebebini soruyordum sesi gidiyordu. En sonunda söyledi. Ben şok oldum. İstanbul'a çok kızmadım. Atina beni büyük hayal kırıklığına uğrattı. O akşam iftarı yaptık birlikte. Doğum günü için aldığım hediyesini verdim. Yüzüne bile bakmadım. Sonra da çıktım evden, olanları konuşmak için İstanbul'la buluştum. İstanbul çok üzgündü, defalarca özür diledi, onu aldattığımı sandığını, bana çok sinirli olduğunu, ama yine de asla ileri gitmediğini, sadece buluştuğunu anlattı. Ama bunların yanında Atina'nın ne kadar yakın davranmaya çalıştığını ve benim hakkımda söylediklerini de anlattı. Çok zor atlattım, çok...



      Eve gittim, Atina yengemde kalıyordu, bir kat altımızda. Bana bir açıklama yapmasını istiyordum ama daha fazla yalan da duymak istemiyordum. Mesaj attım ona, her şeyi bildiğimi ve bir daha onu görmek istemediğimi söyledim. Yine de bir cevap bekliyordum. Nasıl olsa bir kat üstteydim, çıkıp kapımı çalabilir, özür dileyebilir diyordum. Ama o gelmedi. Sadece bir mesaj attı, bahane buluyordu. İki hafta sonra bir mesaj daha attı. Beni bu kadarcık mı önemsemişti ? Yengemin de ısrarlarıyla bir gün oturduk konuştuk. Terastaydım ben o da geldi. Konuşurken hiç yüzüne bakmadım. Sakin sakin konuştuk. Bana "Şeytana uydum, nefsime hakim olamadım." dedi. Cevaba bakar mısınız ? Üzgündü farkındaydım ama yapacak bir şey yoktu. Bir buçuk saat falan konuştuk, ben eve indim. Ondan sonra 7-8 ay kendime gelemedim. Çok üzüldüm, arkadaşlığımızı çok özledim. Her gece rüyamda onu gördüm. Her gece !

     Yine ramazan ayı geldi. Üstünden bir sene geçti. Bir senedir onunla hiç konuşmadım. Cuma akşamına kadar. Cuma akşamı Paris'teydik. Bir üst katta da ananem oturuyor, terası var tam evinin karşısında. Apartmandaki herkes kullanıyor. Terasa çıkacaktık sigara içmeye ama ananem terastaydı. O an Atina'nın sesini duydum. Paris'e ben bir terasa bakayım diye yalan söyledim ve yukarı çıktım. Atina'nın orada olduğunu biliyordum. Terasta ananemi öperken geldi. Ailemizden yengem hariç kimse olanları bilmiyordu. Bir ay sonra da yengem doğum yapacaktı ve sürekli aynı ortamda olacaktık. O yüzden normal davranmalıydık, küslüğün bir anlamı yok, aynı ailedeyiz. Sadece dost değiliz. Zaten bir buçuk saatlik konuşmada da böyle olmasını istemiştim. Selam verdim, o da selam verdi. Öpüştük, sarıldık abartmadan. Ananem ve çocuklar yanımızdaydı. Bunlarda garip bir şey yok. Ama garip olan benim onu çok özlemiş olmam ! İnanamadım kendime. Onun arkadaşlığını yaptıklarına rağmen çok özlemiştim. Bu arada Paris'i unuttum. Hemen aşağı inip haber verdim. O çıkmayalım dedi, çay koydular çıkalım ayıp olmasın dedim. Halbuki ananem çay koymamıştı, Atina koymuştu. Çıktık yukarı, biraz daha oturduk, sonra gittiler yengemler. 

     Hani ayrıldığınız sevgiliniz olur ya, özlemişsinizdir ya da aranızda yeniden bir şeyler olabileceğini düşünürsünüz. Aynen öyle oldu. Ama bir fark var. Benim onunla aramda alsa yeni bir dostluk olamaz. Çünkü dostluk güven demektir...

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Hayatı Kendime Nasıl Zehir Ediyorum ? #1

    "Bir insan nasıl kendini mutsuz eder?" sorusunun cevabıyım ben. Daha doğrusu "Bir insan ne yaparsa yaşam kalitesini düşürür?" sorusunun cevabıyım çünkü o kadar da mutsuz değilim aslında. Bu ara kendimde fark ettiğim ve psikolojik olarak beni çok yoran bir kaç şey var. Birincisi, insanların düşüncelerini gereğinden fazla umursadığımı fark ettim. Mesela bir an vardır, o an sevgilinizle bir yere gidiyorsunuzdur, çok beğendiğiniz bir ayakkabıyı alıyorsunuzdur, dikkatinizi çeken bir video izliyorsunuzdur... İnsan kendine "Şu kişi benim bunu yaptığımı görse ne düşünürdü?" diye ciddi bir soru sorar ve hoşuna gidecek bir cevap bekleyebilir mi ? İnanın bunu yapıyorum. Dün İstanbul'la buluşacaktım, sabah da bir kaç makyaj videosu izledim. Çünkü gerçekten öğrenmek istiyorum, far sürdüğümde palyaçoya dönmek istemiyorum. İzlerken aklıma ne geldi dersiniz ? "Paris ve Vegas görse makyaj videosu izlediğimi onlara saçma gelir mi ?" İçimi bir huzursuzluk kaplıyor. Daha beteri var. İstanbul'la tatile gideceğiz, dün ets tura gittik.Bayram fiyatları karşılayamayacağımız kadar yüksek, ama ramazanda da gitmek istemiyorum. En sonunda bir kısmı ramazana bir kısmı bayrama denk gelsin bare dedim. Sebebi de ramazanda içki içmemem. Ama bir gece de olsa sevgilimle Kuşadası merkezine inip bir mekanda müzik dinleyip bir şeyler içmek istiyorum, tatil sonuçta ! Baktık ettik iki gün bile bayrama gelse aşırı fazla oluyor fiyatlar. Biz de dedik ki bare 2-8 tarihleri arasında gidelim, nasıl olsa 7'sinin gecesi ramazan bitmiş oluyor, içebiliriz heralde. Şimdi benim içimde yine huzursuzluk. Acaba insanlar duysa çok saçma gelir mi ? Paris'e ya da Dubai'ye normal gelir mi ? (Dubai dediğim de çocukluk arkadaşım. Paris ben Dubai bebekliğimizden beri aynı apartmandayız.)  Lan sevgilinle tatile gidiyorsun, öğrenim kredinden biriktirebildiğin kadar paran var, hem eğlen hem inancına ters olmasın diye kastırdıkça kastırıyorsun, neye karar verdiysen uygulasana !!! Akşam geldim, kızlara söyledim, sizin fikriniz ne diye. Dubai çok rahat karşıladı ama Paris yok 7'sinin gecesi arife, genelde dua edilir ama siz için, yok zaten sevgilinle tatile gidip bilmem ne yapmak alkol almak aynı derecede günah madem gidiyorsun takma iç... Yaa dedim "Neden günahkarmışım gibi konuşuyorsun insan gibi söylesene fikrini, o zaman şimdi de oruç tutmayayım nasıl olsa günah işleyeceğim !" Nasıl huzursuz oldum anlatamam.

       Dün İstanbul'la ets turdayken pantolonumun yırtıldığını fark ettim. Oradan çıktıktan sonra neyse ki yakında Koton vardı oraya girdik. Yeni bir pantolon almam lazım. Baktım ettim, bir 30-40 liralık pantolonlar var. Bende de benzerleri olan normal skinny pantolonlar, bir de benim fiziğime çok yakışacak olan üstü dar, altı ispanyol ama 50 lira olan krem rengi ve kemerli pantolonlar. Bir yerde de onların jean modelleri var 70 lira. "Şimdi bende de aynısından olan pantolona para vermenin bir anlamı yok, ne zamandır istiyordum bare 50 liralık olanı alayım." diye düşünüyorum. Bu arada da 50 lira vereceksem elbise mi alsam diye kendi kafamı karıştırıyorum. Ya o pantolonlardan zaten çok istiyordum neden almıyorum ki ? Sonuç olarak iki saat kendime işkence ettikten sonra aldım. Eve döndüm, herkes pantolona bayıldı. Benim fiziğime tam oturmuştu, ben de bayılmıştım. Zaten bir pantolon için 50 lira çok iyi bir fiyattı. Fiyatını soran herkese de normal geldi. Ama Paris şöyle bir baktı. Zaten ben Paris'i bu para konularında hiç anlamam. Bazen hiç tahmin etmeyeceğim bir şey için fiyatı çok uygun der, bazen de cidden fiyatı uygun olan bir şeye burun kıvırır. Benim normal şartlarda ne yapmam lazım ? Tabi ki fiyatını söyleyip susmam lazım. Ona göre az ya da fazla olmasının bu kadar önemi olmamalı. Ama yok ben illa kafama takacağım bunu ! Dün Whatsapp'ta Paris ve Vegas'la ortak konuşmadayken Paris Vegas'a tatile gittiğimi söyledi, Vegas da "Sen hak ettin yavrum git keyfini çıkar." dedi. Sağolsun tabi ki böyle düşünmesi anlamlı benim için ama içten içe nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Sanki ben bütün sene eşek gibi çalıştığımı, bir haftalık tatili hak ettiğimi bilmiyorum. Sanki ben çocukluğumdan beri ailemle doğru düzgün tatile gitmediğimi bilmiyorum. Kendi düşüncelerim benim için ne zaman bu kadar anlamsızlaştı ?

     Bu yazıyı yazmamın sebebi bu söylediğim gibi durumlarda kafamı çok yoruyor olmam. Ciddi ciddi kendi psikolojimi bozuyorum. Resmen o ne düşünecek bu ne diyecek diye diye hayattan zevk almaz hale geldim. "Anı yaşa." felsefesi bence çok önemli ve işe yarar bir felsefe. Çünkü o an yaptığınız şeye odaklanmazsanız, o anı yaşamazsanız keyif almanız mümkün değil. Kafanızı boşaltmanız mümkün değil. Sevgilinizle otururken sonraki hafta olan sınavı düşünürseniz, ya da iki gün önce arkadaşınızla yaşadığınız tartışmayı düşünürseniz, sevgilinizle edeceğiniz sohbetten, atacağınız kahkahadan vermiş olursunuz. Sonra başlasın "Biz neden konuşacak bir şey bulamıyoruz ?" tartışmaları. Bulamazsınız çünkü kafanız başka yerde. Yani kısaca söylemem gerekirse, ben yaptığım alışverişte yada çıkacağım tatilde bile başkaları ne diyecek diye düşünürsem, işim çok zor, anı yaşayamam. Ben zaten kendim için en iyi olanı bilirim. Bazen sevdiklerinin fikirlerini sormak iyidir ama sınırı aşmamak lazım. Arkadaşınız garip garip baktığında kafaya takmamak lazım. Bir süre sonra göreceksiniz ki bir zamanlar size burun kıvıranlar fikrini değiştirmiş, sizin zamanında huzursuz bir şekilde yaptığınız şeyi öyle keyif alarak yapıyor ki...


     Bu yazıdan sonra verdiğim kararlar şunlar : 
 *Bundan sonra yaşadığım anı gerçekten yaşayacağım. Dünü ve yarını unutacağım.
 *Bir şey yapmak istiyorsam iki kere düşüneceğim ama kendim için düşüneceğim. O ne der, bu ne der diye değil. 
 *Benim yaptığım bir şeyi onaylamayan biri olursa yaptığımı şöyle bir gözden geçirmem normal, ama asla üzerinde durmayacağım, kafama takmayacağım. Çünkü herkes ayn düşünmek zorunda değil. Hepimiz farklı bireyleriz, farklı huylara, alışkanlıklara, farklı düşüncelere ve yaşanmışlıklara sahibiz.
 *Bir şeyi gerçekten yapmak istiyorsam yapacağım, bir kıyafeti gerçekten almak istiyorsam alacağım. İmkanlarım dahilinde mutlu olacağım çünkü hayat çok kısa !

9 Temmuz 2013 Salı

Hayırlı Ramazanlar

      Herkese hayırlı ramazanlar. Biz dün gece sahurumuzu terasta otururken biber gazıyla yaptık. Gözlerimizden yaşlar geldi, nefes alamadık, zar zor kendimizi içeri attık. Sonra da limonla süsledik. Gözlerimin acısı geçtikten sonra belki 20 dk boyunca yüzüm yanmaya devam etti. Daha önce direniş sırasında da yemiştim ama direk değil, rüzgarla falan gelmişti. Ama yine de biber gazını tanıyoruz artık. Dün gece yediğimiz daha değişik bir şeydi sanki. Baya fazla yaktı. 

     İftarı da tazyikli suyla yapmayı düşünüyoruz. Hadi hayırlısı.

4 Temmuz 2013 Perşembe

Salaklık Diz Boyu

     Bazen kendimi çok sıkıcı, değersiz ve tembel hissediyorum. Bazen de çok enerjik, istediğim her şeyi yapabilirmişim gibi... Bazen bir sürü arkadaşa sahip olduğumu düşünüyorum, bazen hiçbiri tam olarak içten değil gibi. Sadece Paris var her zaman içten olan, her zaman en iyi olan, her zaman güvenilir olan. Bazen zıtlaşsak da onunla her şey mükemmel, samimi. Aslında biz pek zıtlaşmayız. 21 yıldır hiç tartışmadık mesela. Ben terssem o alttan alır, o tersse ben. Nedense bu ara bu zıtlıkların artmasının Vegas olduğunu düşünüyorum. Vegas'ı çok seviyorum aslında. Paris'in benden sonraki en yakın arkadaşı o. Liseden beri birlikteler ve çok şey paylaşmışlar. Biz büyürken her şeyimiz aynıydı Paris'le. Sonra tabi ki farklı yönlerimiz ortaya çıktı. Bu farklılaşmada Vegas, Paris'in ciddi bir ilişkisinin olmaması ve İstanbul etkili oldu. İstanbul'la 4.5 senedir ciddi bir ilişkim olduğundan onlara çok rahat gelen bazı şeylere ben biraz kapalıyım. Bazen Paris'in Vegas'la daha çok eğlendiğini düşünüyorum. Çocukça biliyorum.


     Paris'le hem çok iyi sohbet ederiz hem de çok güleriz. Vegas'la birlikteyken sadece güleriz. Ben Vegas'la 2 yıldır falan çok yakınım. İlk zamanlar çok şey paylaşabildiğimizi sanmıştım ama sonra onun çok farklı olduğunu gördüm. Benim asla muhattap olmayacağım insanlarla arkadaş olabiliyor, asla yapmayacağım şeyleri yapabiliyor. Mesela nadiren de olsa ot içebiliyor. Üçümüz bir araya geldiğimizde sadece Vegas konuşuyor bazen. Paris ya da benim hayatımla ilgili pek soru sormuyor, biz anlatırken de bazen dinliyor bazen dinlemiyor. Sürekli çalıştığı reklam ajansıyla ilgili bir şeyler anlatıyor. Bana çok değer verdiğini biliyorum, ben de ona çok değer veriyorum ama bazı şeyler yürümüyor. Ama benim asıl üzüldüğüm Vegas'la zıt düşündüğüm bir konu olduğunda Paris hep Vegas'la aynı düşünüyor oluyor. Mesela Paris biraz önce mesaj attı, Pazar günü konser varmış. Sen ben İstanbul, Vegas, Vegas'ın sevgilisi hep birlikte gidelim dedi. Ama ben biliyorum ki İstanbul gelmek istemeyecek. Hem bu saydığım sebeplerden dolayı Vegas'tan hoşlanmıyor, hem de başka bir şeyden dolayı Vegas'ın sevgilisinden hoşlanmıypr. O sebep de şu ; Gezi parkı direnişi sırasında bizim Gezi'ye gittiğimiz bir gün Vegas'la sevgilisi de oradaydı. Ben, İstanbul, Paris ve kardeşim gitmiştik ve Paris Vegas'ın yanına gitmemizi istedi. Tabi ki gidip selam vermeliyiz bunda sorun yok. Dakikalarca onları aradık o kalabalıkta, en sonunda bulduk. Vegas hemen ayağa kalkıp bize selam verdi, öptü. Sevgilisi bize arkası dönük şekilde oturuyordu ve dönüp selam bile vermedi. Vegas eliyle dürtünce kalktı, selam verdi, sonra da geri oturdu. Bu beni çok rahatsız hissettirmişti, tabi İstanbul'u da. Paris'in umurunda değildi, olmak zorunda da değildi zaten. Paris'in mesajına cevap yazdım, "O tavırdan sonra İstanbul'un gelmek isteyeceğini sanmıyorum." dedim. Paris önce cevap bile yazmadı, sonra ben tekrar yazdım. İkimiz o kadar yakınız ki cevap bile yazmamak gerçekten kırıcı oluyor ve her konuda aynı düşünmek zorunda değiliz. Böylece tatlıya bağlandı durum. Maalesef aklıma takıldı, ben mi çok takıntılıyım bu konularda, yoksa bu sadece insanlardan biraz incelik beklemek mi ? Aslında cevabın da pek önemi yok ki. Her insan farklıdır, her insanın hissettikleri, karşısındakinden beklentileri farklıdır. O tavır bana saygısızca geldiyse, diğer insanlara normal gelmesinin bir önemi yok. Tabi ki bazen etrafımızdakilerin de fikirleri önemlidir ama bir yere kadar.

     Bazen insanlara biraz fazla değer verdiğimi düşünüyorum. O kadar çabamıza rağmen Roma Adana'ya ailesinin yanına döndü. Babası ev bulmak için çok kısa bir zaman verdi, o kısa zaman içinde ev bulamadık. Ama babasına bulduğumuzu söyleyip biraz zaman kazanabilirdi. Kaldı ki o döndükten ertesi gün sonra gerçekten de ev bulmuştuk. Babasına yalan söylemesi şimdi size kötü bir şey gibi gelebilir ama babası gerçekten o yalanı hak ediyor. Çünkü o kadar sert bir insan ki Roma'nın üzerinde kurduğu baskıya inanamazsınız. Mezuniyet balosuna gelmesine bile izin vermedi. Roma ona söylemeden gelmek zorunda kaldı, akşam da tuvalette babasıyla yurttaymış gibi konuştu. Lisede de anadolu öğretmen lisesinde yatılı okudu Roma. Üniversitede bizimle birlikte istanbulda okudu. Yani 14 yaşından beri zaten ailesinden ayrı kalıyor, kendi ayakları üzerinde duruyor. Ne kadar ailesinden maddi destek alıyor olsa da nerede yaşayacağına ve nerede çalışacağına karar vermeye hakkı var bence. İşte ben bunları yazıyorum, haftalarca da Roma'yla konuştum ama o bana mısın demedi. Babasına ev buldum deme cesaretini, hayatının kontrolünü alma cesaretini gösteremedi. Ve üstelik bu konuda ona sitem ettim diye bana trip attı. Banane ki Allah aşkına ? İstediğin yerde yaşa banane ! Ne biliyor musunuz ? Ben arkadaşlarıma çok ama çok değer veriyorum. Ama sonunda böyle oluyor işte.

     Hep böyle oldum ben zaten, hep her şeyi abarttım. Duygularımı bile gereğinden daha yoğun yaşadım hep. Hatta bazen normal yaşadığımda kendimden şüphe ediyorum duygularımı mı kaybettim diye. Salaklık diz boyu.

     Peki sevgilimden çok mu şey istiyorum ? Sadece normal olalım istiyorum. Arada bana çiçek alsın. Para vermek zorunda değil, yoldan geçerken gördüğü bir çiçeği koparıp getirsin yeter. Gezelim mesela. Bir gün akvaryumu gezelim, bir gün müzeleri, bir gün bisiklet sürelim birlikte, bir gün hayvanat bahçesine gidelim. Bazen çok romantik olalım, bazen taş atıp kaçalım falan. Yeter ki pozitif olalım.

     Evet ya, çok şey istiyorum ben.

Sınavlar Bitsin Hayat Başlasın

      Eskiden her sınav dönemimden sonra kendime yaz için liste yapardım. Listedekilerin çoğunu uygulayamadan geçen her yazdan sonra Eylül ayında bu sefer yeni dönem için bir liste yapardım. Ne zamandır yapamamıştım, yaptıysam da uyamamıştım ama bu sefer farklı olacak ! Çok güzel bir liste yapıp o listeye uyacağım.

     Ama listeden önce geçen hafta sonunu paylaşmak istiyorum. Annem hafta sonu evde olmayacaktı, kardeşim de bana bir güzellik yaptı ve arkadaşında kaldı. Sevdiceğimle birlikte baş başa bir hafta sonu geçirdik anlayacağınız. Tartışıyorduk, limoniydik ya biraz, şimdi görün siz. Bütün buzlar eridi, pamuk gibi olduk. Yiyecek bir şey ısmarladık, sevgilim de (sevgilimin adı İstanbul olsun, diğer şehirleri ne kadar sevsem de İstanbul benim hayatım, evim) birkaç bira ve film getirmiş. Sohbet ettik, yedik, içtik, film izledik, çok güzel bir gece geçirdik. Ertesi sabah da o uyurken bakkala gittim kahvaltılık aldım, tost yaptım. Öğleden sonra da gitti işte. Sevgiliyle bir süre kalıp ayrıldıktan sonra hissedilen boşluk var ya, işte onu hissettim yine. Şimdi tatilimizi beklemekten başka çarem kalmadı.


     Bu hafta içi sürekli Cod oynadım, onun da eleştirisini yapacağım. Sadece salı günü Prag'la buluştuk, Reçel Türevleri'nde geç kahvaltı yaptık. Prag beni Beşiktaş'ta bir korsan filmciye götürdü. Filmleri satan adama inanamazsınız. Bütün filmleri izlemiş, hangi filmden bahsetseniz şiirsel bir ses tonuyla filmin nasıl başladığını anlatıyor ve "İşte böyle başlıyor..." diyerek spoiler vermeden konuşmasını tamamlıyor. Örneğin Angela filmini şöyle anlatıyor : "Bir adam vardır, hayatta hiçbir şeyi doğru yapamadığına inanan bir adam... Hayatına son verme düşüncesiyle köprüye gitmiştir. Tam parmaklarının ucunda aşağı sarkarken karşısında bir kadın görür. O da intihar etmek istemektedir. Çok uzun ve inanılmaz derecede güzel bir kadındır bu. Ve hikayemiz böyle başlar..." Şimdi bu anlatımdan sonra filmi izlemek istemediniz mi ? Bir de adamın ses tonunu duysanız... Keşke anlatabilsem yerini de siz de dinleseniz. :)

     Dün ölümüne temizlik yaptım. Yoğun dönemlerden sonra temizlik yapmak rahatlatıyor beni. Bugün de masamı ve dolaplarımı düzelteceğim. Yaz için ve sonrası için de liste yapacağım. Yarın için de toz alırım biraz. Yarın annem İstanbul'u ve kardeşimin sevgilisini yemeğe davet etti. Lys sonuçları açıklandı biliyorsunuz. Onların tercihleri ile ilgili konuşmamız lazım. İkisi de özel üniversitede hukuk okumak istiyorlar. En iyi ve en uygun fiyatlı olanlarını araştırmak lazım. Bugünümü de zevkle bunlara ayıracağım.

     
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...