27 Mayıs 2013 Pazartesi

Nazarlara Geldik

 
      Korktuğum an geldi, finaller başladı. Bugün iki sınava girdim, hem de gözüm acıya acıya, yaşara yaşara girdim. Gözümde arpacık çıkmış ! Ve tam bu yazıyı yazmadan önce pera'nın yazısını okudum. Aynı gün ikimizde de arpacık çıkmış. :D Dün sağ göz kapağımda bir kızarıklık vardı. Önceki gece sivrisinekler bütün uykumu mahvettiği için kızarıklığı da sivrisinek ısırığı sandım. Bugün bir kalktım göz kapağım büyümüş ve kıpkırmızı olmuş. Kalktım hazırlandım hemen, taktım güneş gözlüğümü ve sınavdan önce doğru eczaneye gittim. Arpacık çıkmış dedi, damla ve pomad verdi. Günde üç kere damlatacağım ve sürekli pomad süreceğim. Bugün okulda kırmızı, şiş ve parlak bir göz kapağıyla gezdim. Göz damlamı da Roma damlattı iki kere sağ olsun. Ama Allah'a yine de şükrettim. Neden derseniz, bir gün gözüm kızardı diye nasıl üzüldüm, kendimi kötü hissettim, göz makyajı yapamadım. Bütün derdimiz bu olsun. İnsanlar ne sorunlar yaşıyor. Şükürler olsun Allah'a !

      Şu an hala gözüm yaşarıyor. İlk sınavda 4 sayfa yazdım, sonraki de testti. Sınavlardan sonra bile ders çalıştım ama gözüm her kırptığımda acıyor. Gece yine çalışmam lazım, nasıl olacak bilmiyorum. :( Aylık akbilim bitmiş diye akbil doldurmaya büfeye gittim. Ayağımın altına soda kapağı takıldı, resmen patinaj yaptım, neyse ki düşmedim. Kıyafetlerime bir şeyler takıldı bütün gün. Annem bir gelsin de okusun beni. Gerçi küçüklüğümden beri her baharda gözüm şişer. Geçen bahar da göz nezlesi olmuştum. Şimdi yine iyi, küçükken bütün yüzüm şişerdi. Bu arada güneş alarjisi oldum. Güneş kremi sürmeden çıktığım her gün kollarımda minik kırmızı noktacıklar çıkıyor. Ve bu ara hiç uykumu alamıyorum. Saat 11'de uyansam bile sanki sabahın 6'sında uyanmışım gibi uykum var. Sevgilimle de sınavlar yüzünden buluşamıyoruz, tartışıyoruz habire, sinirimizi birbirimizden çıkarıyoruz. Amma dert yandım bugün. 

26 Mayıs 2013 Pazar

Lodostan Nefret Ediyorum !

     Başımın ağrısından ölüyorum ! Hep lodos yüzünden. Küçükken severdim lodosu sıcak sıcak esiyor diye. Arkamdan vurdu hain. Yarın iki sınavım var ve kafam zonkluyor. :(

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Bahar Şenlikleri ve Mor ve Ötesi Konseri

     Ben 4 senedir neler kaçırmışım öyle ! Bahar şenlikleri ne güzelmiş ! Şenlik bizim kampüste yapılmıyordu, zaten her zaman bizimkine yakın olan başka bir kampüste yapılır. Gittik, içeri girmemizle zaten tam üniversite havası. Hani şu gnctrkcll gençliği ya da vodafone freezone gençliği var ya. Hep o reklamlarla dalga geçtim, ve geçmeye de devam edeceğim. Reklamlar öyle bir hava veriyor ki "oo gençlik kopuyor, çok genciz çok eğleniyoruz lanet olsun, üniversiteye gel götü başı dağıt" diyor sanki. Millet de geliyor İstanbul'a gerçekten dağıtıyor. Dün kampüsteki hava reklamlardaki kadar garip değildi neyse ki.
     Prag ve Roma'yla girdik içeri, sıra sıra dizilmiş yiyecek standları, takı satan insanlar, hediyelik eşyalar, osmanlı kostümleri giyip resim çektirenler, air hockey oynayanlar, karaoke yapanlar... Önce gezdik biraz, karaoke yapanlara eşlik ettik, Prag'la air hockey oynadık, sonra içten yaşlı olduğumuza karar verip konser alanına gittik. Tahmin edersiniz ki orası gerçekten gnctrkcll ve freezone gençliği karışımıydı. Biz büyük sahanın kenarlarındaki kaldırımlara oturup konserin başlamasını beklerken, tam yanımızda oturan gruptan biri kalktı ve konser başlayana kadar, yani yaklaşık bir saat çalan müziklere apaçi dansı yaptı. Oturan arkadaşları da onu izleme çalışıyor, arada biri "şöyle de yap şöyle de yap" diyerek mal mal arkadaşını izleme aktivitesine bir şeyler katmaya çalışıyor. Sonra Gangnam Style başlıyor ve tabi ki apaçimiz bütün dansı ezbere biliyor, hiç komik gelmiyor. Ama sonra tam karşımızda 6 çocuk birlikte yapıyor, onlar biraz başarılı. Bazıları grupça rock'n roll işarareti yaparak resim çektiriyor. Sonra bir çift geliyor sahaya, sanırsın ki akşam yemeğine gelmişler. Çocuk kızın belinden tutmuş, kız aşırı yüksek ve ince topuklularıyla yürümeye çalışıyor. Sanırım Mor ve Ötesi olduğunu unutmuş, Mustafa Ceceli falan sanıyor.


     Saat tam 9'da Mor ve Ötesi çıktı. Hemen oturduğumuz yerden kalktık ve görebileceğimiz bir yere geçtik. Hem eski hem yeni albümlerinden söylediler. Normalde konserde eşlik edemeyeceğim için yeni albümlerinden söylemelerini istemezdim ama iyi ki söylemişler. Onlar ne mükemmel şarkılar öyle! Biri bile sıkmadı, bence muhteşem bir albüm olmuş. Hemen alıp dinleyin. Eski parçaları söylerken zaten performansları her zamanki gibi çok iyiydi. Harun "Cambaz" söylemeden önce "Tüm basına ve politikacılara gelsin." dedi. Herkes öyle bir söyledi ki şarkıyı, belli ki iktidardan herkes nefret etmiş. Harun çok tatlıydı, şarkıların bazı kısımlarını bizlere söyletti ve dinlerken çookk keyif aldığı o kadar belliydi ki. Düşünsenize yüzlerce kişi sizin şarkınızı, sizin sözlerinizi büyük bir keyifle söylüyor. O kadar çok dans ettik, şarkı söyledik ki, çıkarken kulaklarım uğulduyordu. Konser bittikten sonra ısrarlarımıza dayanamayıp tekrar çıktılar, çünkü konser çok kısa sürdü, sadece bir saat. Ama yine de doyurdular müziğe. Onlar sahneden indikten sonra dj Sevda Çiçeği şarkısının yavaş bir versiyonunu açtı. Biz konser alanından çıkarken kızlarla o şarkıya da eşlik etmeye başladık. Bizim sesimiz yükseldikçe insanlar da bizle birlikte şarkıya eşlik etmeye başladı. Konser alanından çıkarken hep birlikte şarkı söyleyerek çıktık, herkesin bize eşlik etmesi çok güzeldi. Anlayacağınız çok eğlendim. Tek eksiğimiz biraydı. Bira da içebilsek çok iyi olacaktı. 

     Dün gece eve geldikten sonra kardeşimle film seyrettik, saat 3.30 da anca yatabildim. Bu sabah da erken kalkıp ders çalışamadım yani. Artık eğlence bitti. İki gün sonra finaller başlıyor ve benim 7 günde 12 sınavım var. Pazartesi iki sınavla giriş yapıyorum. Çalışmaya devam etmeliyim artık...

23 Mayıs 2013 Perşembe

Bloglovin

     Blogger bir değişiklik daha yapıyor. Google Reader tamamen kullanılmaz olacağından birbirimizi takip edebilmek için Bloglovin'e ihtiyacımız olacak. Ben takip ettiğim tüm blogları aktardım bile ! Siz de beni Bloglovin'den takip etmek isterseniz işte linkim burada : http://www.bloglovin.com/blog/5468149

Mektup Arkadaşı Aslında Mektup Arkadaşı Değilmiş

     Tamam, kabul ediyorum, zaten gerçekten bu mektup arkadaşı olayına inanmam saçmaydı. Demiştim zaten ancak ikinci mailden sonra inanırım diye. Ama yine de sevinmiştim, heveslenmiştim. Ama ikinci mailde o kadar sinirlendim ki ! Artık dolandırıcılar böyle çalışıyor demek. Eskiden direk para isteme mailini gönderirlerdi, şimdi arkadaşlığı kullanıyorlar. Neymiş efendim, ölen babasından miras kalmış ama üvey annesi yüzünden parayı alamıyormuş, pasaportunu da saklamış, Türkiye'de yeni bir hayatı paylaşmak istiyormuş falan filan. Biz de gerizekalıyız sanki. Hayır bir de uğraşıp uzun uzun mailler yazmışlar. Bu kadar uğraşabileceklerini gerçekten tahmin etmezdim. Ben hem ingilizcemi geliştiririm hem de arkadaş edinmiş olurum diye ne zamandır bir mektup arkadaşı istiyordum. İnsan tanımayınca daha kolay paylaşıyor bazı şeyleri. O yüzden sazan gibi atladım işte.



     Okulum bitiyor malumunuz. Salı günü kızlarla okuldaydık. Bir sürü fotoğraf çektik, çok da güzel oldu. Amfide hiç fotoğrafımız yoktu, hukuk amfilerimiz doluydu, biz de tıp bölümünden boş bir amfi bulduk ve orada çekildik resimlerimizi. Tam saçmalamaya başlamış ve hayat maximumda atlaması yapıyorken içeri bir çocuk girdi, bize güldü ve çıktı. Rezilliğimizi umursamayarak devam ettik ve çok eğlendik. Tıp fakültesi bölümü dahil bütün okulu gezdik, resimler çektik. Sonra büyük bahçeye çıkıp çimlere oturduk ve Prag'ın Bulgaristan'dan getirdiği şarabı içtik. :) Korktuk tabi ama zaten son günlerimiz, korkunun da ecele faydası yok. Yıllar sonra anlatırız okul bahçesinde sere serpe şarap açtık diye. :)) Akşam da Taksim'deydik. Prag ve Berlin (beşincimize de Berlin diyorum çünkü nedense bu şehir bana hep durgun ve ferah gelmiştir, arkadaşım da öyledir, durgundur, anaçtır ) Jolly Joker'e gittiler Leyla the Band için. Biz de Roma ve New York'la Taximhane'ye gittik canlı müzik dinlemek için. Aslında mekan çok güzeldi ama çok boştu. Yani sevgilinizle sakin bir akşam geçirmek ve canlı müzik dinlemek istiyorsanız ideal, bir de manzarası var, güzel zaman geçirirsiniz. Ama arkadaşlarınızla canlı müzik dinleyip eğlenmek istiyorsanız, şarkılara eşlik etmek istiyorsanız, özellikle haftaiçi kesinlikle tercih etmeyin. Şarkı söyleyen Murat Boz çakması çocuğa sadece biz eşlik ettik, o da resmen çocuğa üzüldüğümüz için, yalnız şarkı söylüyordu resmen. Hatta programın sonunda bize teşekkür etti. O derece yalnız yani. Ama yine de çok güzel zaman geçirdik, bira içtik, sohbet ettik. 

     Final öncesi hafta olduğundan şu an sırf ders çalışmamız gerekirken biz habire eğlence arıyoruz. Okul bittiği için ve sınav öncesi biraz eğlenelim diye yarın da okulun bahar şenliklerine gidiyoruz. Mor ve Ötesi çıkacak umarım eğleniriz. Gerçi orası eğlenceli olmasa da biz kendi kendimize eğleniriz zaten. :)

<a href="http://www.bloglovin.com/blog/5468149/?claim=uqjvqt2cswg">Follow my blog with Bloglovin</a>

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Göz Açıp Kapayıncaya Kadar Geçer Hayat

   Bu yıl üniversitenin son yılı. Yani bir ay sonra, girmem gereken sınavlar hariç, üniversite hayatım bitmiş olacak. Seneye hem bir büroda çalışıp hem de kalan sınavlarıma gireceğim ama ilk dönem iki, ikinci dönem de sadece üç sınavım kalacağı için onların dışında pek bir bağım olmayacak. Ben İstanbul'da yaşadığım için memlekete dönme ya da ev arama gibi telaşlarım yok ama okuldaki en yakın 4 arkadaşım şehir dışından geldiler ve İstanbul'da yaşamaya karar verdiler. En azından şimdilik. Son sene olmasının verdiği rahatlıkla vizelerden beri sadece perşembe günleri okula geliyorduk, o da adli tıp dersi olduğundan ve hoca yoklama aldığından. Daha önce adli tıp araştırma grubundaydık Prag'la, ama sonra hoca iptal ettiğinden derse ilgimiz biraz azaldı. Geçen perşembe de okuldan sonra kantinde otururken, internetten kızlara ev bakıyorduk. Ben avrupa yakasında yaşadığım için her yerde kiraların burada olduğu gibi yüksek olduğunu sanıyordum. Meğer anadolu yakasında baya uygun yerler varmış. İnternette 4+1, dubleks ve çatı katı olan bir ev gördük, ve kirası sadece 1000 liraydı. Hemen atladık tabi. Onlar üç kişi ev arkadaşı olacak ama Roma her zamanki gibi hayal dünyasına daldı ve beni de 4. ev arkadaşı ilan etti. Hemen emlakçıyı aradık ve evi görmek istediğimizi söyledik. Aslında ev sahibi evi aileye kiralamak istiyormuş, o yüzden üniversiteden yeni mezun üç kız onu biraz düşündürdü tabi. Emlakçı ev sahibini arayıp bize geri döndü. Ne dese beğenirsiniz ? "Erkek arkadaş falan getirmezseniz sorun yok." Biz orta yol bulmak için bu konuda bir sorun yaşanmayacağını söyledik ve doğru Altunizade'ye gittik. Emlakçıyla birlikte çıktık yola. Ve hayaller yıkılmaya başladı. Meğer ne zormuş bu ev bulma işleri... Ev daha girişinden ofsayttı. Biz ev sahibini beklerken mahallenin dedikoducu teyzesi olma potansiyeli yüksek bir teyze gelip bizi süzdü, evin kirasının aslında 900 olduğunu söyledi ve gitti. Evin önünde her cuma bütün sokak boyunca pazar kuruluyormuş. Bir bahçeden eve giriliyor ama bahçe o kadar bakımsız ve pisti ki her yerde sinekler geziyordu. Ve bahçede çok eski iki koltuk vardı, eminim orada pire de vardır. Girdik eve ama olmayacağı en baştan belliydi. Çatı katı dediği yer önceden terasmış, sadece üstünü tahtalarla kapatmışlar, kuşlar yuva yapmış !! Diğer dört oda genişti ama bakımsızdı. Tuvalet desen bildiğin onarıma ihtiyacı vardı ve çok pisti. Dubleks ev ama merdivenler metaldendi ve kenarlar da dökülmeye yüz tutmuş betondu. Üstelik evin alt katında ev sahibi yaşıyormuş ve evinden kötü bir koku yayılıyordu. Hani böyle yemek kokusuyla karışık pislik kokusu olur ya. Biz teşekkür ettik ve çıktık. 


     Emlakçı size uygun başka bir ev daha var dedi ve bu sefer oranın yolunu tuttuk. Baya da yürüdük. Bu arada emlakçı elinde tespih, mahallenin delikanlısı edalarında önümüzden yürüyor, salak yandaşı arkamızdan. "Bu mahalledeniz biz, hiç olay olmaz, kızlara yan gözle bakılmaz, bakanı bitirirler." falan diyor. Gördüğümüz diğer ev gerçekten muhteşemdi. 3+1, salonu geniş, ve salonda tavandan yere kadar pencere var ve boğaz köprüsüne bakıyor. Evin girişi koridarda, ayakkabı ve ceketler için kocaman bir dolap var. İki tuvaleti var ve tertemiz. Ev daha yeni yapılmış ve kirası sadece 1200 lira. Erkek arkadaş muhabbeti yine açıldı maalesef. Hukuk mezunu olmamızın biraz güven verdiği belliydi ama üç öğrenciye ev kiralama konusunda biraz endişeliydiler. Yine de o muhabbet bana çok çirkin geldi. Eve erkek arkadaşımız yemeğe gelse, hatta kardeşimiz bile gelse hemen garip garip bakacaklarına eminim. He ben belki şimdilik ev arkadaşları olmayacağım ama illa ki bir gün eve çıkacağım. Bu muamele çok canımı sıktı anlayacağınız. Bu ikinci ve güzel olan evin karşı dairesinde de ev sahibinin erkek kardeşi oturuyor, emekli öğretmen, çok da tatlı bir insan. Ama emlakçılar sürekli o muhabbeti açtı ve bizi deli ettiler. Metrobüse çok yakın olduğunu söylediler ama maalesef o kadar çok yol gittik ki o evde de yaşanmayacağını anladık. Araba şart. Üstelik metrobüs durağına çıkan merdivenler en az elli basamak ve çok dik. Hatta yarısında düz bir zemin var ve dinlenmek için bir bank koymuşlar. :) Orası da gitti yani. Baya yorulduk ve Kadıköy'e geri döndük.


     Prag'la Karaköy vapuruna bindik, sohbet ediyorduk. Birden fark ettik ki o gün girdiğimiz ders fakültede birlikte girdiğimiz son dersti ! Önümüzdeki hafta finallerden önceki son haftaydı ve derslere girmeyecektik. O gün dersteyken de son ders olduğunu fark etmemiştik. Bir an gözlerim doldu. Dört sene ne ara geçip gitmişti ? Okulun ilk gününü hayatım boyunca unutmam. Amfide tek başıma oturuyorum, onca yıl uğruna çalıştığım yerdeyim ve gireceğim ilk hukuk dersini bekliyorum ve hiç arkadaşım yok. Bir de dördüncü sınıfın ilk gününü hiç unutmuyorum. Okul hayatımın son ilk günü. :) Amfide oturuyorum, dersin başlamasını bekliyorum, hala çok arkadaşım yok ama ömürlük 4 arkadaşım var ve bazı kişilerle de en azından selamlaşıyorum. 3 sene ne ara geçti diye düşünüyorum. Perşembe günü de vapurda son dersime girmiş olduğumu fark ediyorum. O an yaşadığım duyguları anlatamam. 4 sene ne ara bitti anlayamıyorum. Uğruna o kadar çalıştığım hukuk fakültesi bitti, onun da ötesinde okul hayatım bitti. Seneye gireceğim 5 sınav olmasa okulla hiç bağım kalmadı. Zaten çalışacağım için artık okul hayatının avantajları benim için geçerli değil. Çok acımasız olduğu söylenen iş hayatına atılmak zorundayım. Üniversite hayatım boyunca çok derse girmemiş olsam da çok sevdiğim ve derslerini şimdiden özlediğim hocalarım aklıma geliyor... Falan filan. Zaman nasıl bu kadar çabuk geçiyor bilmiyorum. 

     Sevgilimle geçirdiğim 4 sene aklıma geliyor sonra. Ne zorlukları atlattık, ne sınavlar verdik birlikte, hem tükettik hem toparladık birbirimizi. Birbirimizin parçası olduk ve her zamankinden daha güçlü olduk birlikte. Şimdi onunla aynı evde yaşamak için, hatta evlenmek için sabırsızlanıyorum. Hatta bazen bana evlenme teklif edeceği anla ilgili hayaller kuruyorum. O anın bir an önce gelmesini istiyorum. Ama bir yandan da zaman bu kadar çabuk geçmesin, birlikteliğimize, gençliğimize doyalım istiyorum. Göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor hayat...

12 Mayıs 2013 Pazar

Yeni Mektup Arkadaşım

     Merhaba ! Öncelikle kan bağışı konusunda bana destek olduğunuz için çok teşekkür ederim. Kendimi çok daha iyi hissettim ve en azından bu sorunu yaşayanın bir tek ben olmadığımı anladım. Vegas'ın ananesi hala yoğun bakımda. Bir de böbrek yetmezliği başlamış, diyalize bağlamışlar. Ama kendi kendine nefes alabiliyormuş. İnşallah zamanla daha iyi olur. 


     Finallerimin başlamasına iki hafta kaldı. Ben daha yeni ders çalışmaya başlayabildim her zamanki gibi. Ama çok stres yapmıyorum. Olduğu kadar artık. Bugün beni çok sevindiren bir şey oldu. Ne zamandır bir mektup arkadaşı istiyordum ve nasıl bir enerji gönderdiysem birkaç gün önce bir mail aldım ! Afrika'da doğmuş genç bir kız mektup arkadaşı olmak istiyor. Mail arkadaşı desek daha doğru olur sanırım. Ben de seve seve kabul ettim. Bugün bana kendisini ve yaşadıklarını anlatan bir mail göndermiş. Kendisi üniversitede okurken bütün ailesini Afrika'daki iç savaş yüzünden kaybetmiş. Sadece üvey annesi kalmış. Şu an da Senegal'de yaşıyormuş. Hayat hikayesine gerçekten çok üzüldüm, ama aynı zamanda mektup arkadaşı bulduğuma çok sevindim ! Ben de ona geri yazdım, aslında çok daha fazlasını anlatmak isterdim ama İngilizcem ne kadar yettiyse o kadar yazabildim. Sırf onunla daha rahat konuşabilmek için hemen geliştirmek istiyorum. Daha önceden anlattığım günde yarım saat yöntemine hala başlayamadım. Bu kadar zaman kaybetmek çok büyük aptallık. 

     Bu ara Friends dizisine sardım. Bazı günler o kadar çok bölüm izliyorum ki saati görünce şok oluyorum. Gerçekten mükemmel bir dizi, insanda bağımlılık yapıyor. Friends izledikten sonra insan çoğu komedi dizisinin Friends'ten arak olduğunu anlıyor. Özellikle How I Met Your Mother'da orijinal olduğunu sandığımız çoğu olay Friends'ten alınmış. Komedi dizilerinin babasıymış anlayacağınız. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Benim gibi bütün gününüzü vermeyin tabi ki. :) Zaten bir bölüm 20 dakika ama neyse ki 10 sezon sürmüş. Zaten o bittikten bir sene sonra da HIMYM başlamış. 

     Nazar değmesin ama bu ara her şey çok iyi gidiyor çok şükür. Olumlu enerji gerçekten çok işe yarıyor. :)

11 Mayıs 2013 Cumartesi

İhtiyacı Olan Bir İnsana Kan Bile Veremiyorum

      Saçımı kendim boyama konusundaki ısrarım artık sona erdi ! Kuaföre onca para yatırıp orada saatlerini harcayan kadınlar salak bir ben akıllıyım di mi ! Küllü sarıları boyaya boyaya en sonunda yeşile döndürdüğüm saçlarımı annemin arkadaşına emanet ettim. Annemin röflesine ve arkadaşının bir kuaför olarak annemden çekinmesine güvendim. İyi ki de güvenmişim ! Cesaretimi topladım ve krepe balyajımı yaptırdım. Mükemmel oldu ama 4 saatim gitti. Perşembe günü gittim, yaptırdım. Eve gidince fön çektim ve ne göreyim, resmen hizasız olmuş. Yani biri yukarıda biri aşağıda ! 3 saat boyunca uğraştı, sonuç bu olamazdı !  Neredeyse ağlayacaktım. Aradım hemen bugüne randevu aldım, ve bu sefer oldu. Tam kuaförden çıktım kii Paris aradı. Vegas'ın ananesi ameliyattaymış ve acil Ab rh + kan lazımmış. Koşa koşa hastaneye gittik, çünkü kan vermek istedim. En yakın arkadaşlarımdan birinin ananesi ve benim kan vermem lazım. Aslında ananesine kan vermişler ama diğer hastaların da ihtiyacı olduğu için yarına kadar Ab rh + kan bulmak zorundalarmış. 



      Daha önce hiç kan bağışı yapmadım. Tabi ki bir rahatsızlık geçirdiğimde gidip kan verdim ama sadece test için. Ve her seferinde sonunu biliyordum. Bütün vücudum saniyeler içinde terleyecek, gözüm kararacak ve bayılacaktım. Ya da zar zor kendime gelip kusacaktım. Her seferinde böyle oldu. Ama Vegas'ın ananesi söz konusuydu ve tabi ki hemşireye bu ayrıntıları veremezdim. Ne deseydim "Yaa kan verince benim gözüm kararıyor ben veremem." mi ? Gittim formu doldurdum. Bu arada o formda ne çok soru var öyle ! Ne kadar mantıklı sorular olsa da kızlarla baya güldük. "Hiç tutuk evinde kaldınız mı, ya da tutuk evinde kalan biriyle cinsel ilişkiniz oldu mu ?" "Bel soğukluğu ya da frengi hastalığına sahip misiniz, ya da sahip olan biriyle cinsel ilişkiniz oldu mu?" Hee evet ben salak olduğumdan bunları yaptım bir de kan vermeye geldim. Neyse ben formu doldurup teslim ettim. Tabi önce test için küçük bir tüp kan alacaklar, bir sorun yoksa çok daha fazlasını alacaklar. Oturdum koltuğa, "Ne olur sol kolumdan alınnn." diye başladım konuşmaya çünkü devlet hastanesinde ne zaman kan aldırsam iki gün kolumun ağrısından bir şey yapamıyordum ve sınavlarım yaklaşıyor ! Neyse ki özel hastaneydi ve hemşirenin eli o kadar hafifti ki hiçbir şey hissetmedim ve zerre ağrım olmadı. Ama olay o değil. 

     Hemşire kanı aldı, teste gönderdi. Ben belli etmemeye çalışıyorum ama Paris olacakların farkında. Kendimi dinlemeye çalışıyorum ve bir yandan da hiçbir sorun çıkmaması için dua ediyorum. Hem arkadaşıma yardımcı olmaya çalışıyorum hem de ailesinin "Sen çok zayıfsın, nasıl kan vereceksin ?" sorularını haksız çıkarmak istiyorum. Bir yandan da gözüm kararsa bile hala kan verebileceğimi düşünüyorum. Koltukta oturup beklerken belirtiler başladı ! "Allah'ım ne olur kararmasınn." Diyaframdan sakinleştirici nefesimi almaya çalışıyorum ama yok. Etrafta siyah noktacıklar çıkmaya başlıyor. Kızlar sürekli iyi olup olmadığımı soruyor, ben de iyi olduğumu söylüyorum. Sonra midem bulanmaya, gözlerim boşluğa bakmaya başlıyor. Evet, kızlar bir şeyler söylüyor ama ben duyamıyorum çünkü ne görebiliyorum ne de duyabiliyorum. Kulağım uğulduyor. Hemşire bana bir pamuk koklatmaya çalışıyor ama iğrenççç !!!  Kızların beni kaldırıp koltuğa yatırdıklarını hatırlıyorum. Hemşire pamuğu derin nefeslerle koklamamı söylüyor. Ayaklarımı yukarı kaldırıyorlar. Vücudum sırılsıklam. Ben hala kan alabileceklerini söylüyorum, onlar saçmalama diyor, ve hemşire son noktayı koyuyor. Sonrası tuzlu ayran. Pamukta da alkol varmış. 

     Hastanenin cafesinde Vegas'ın ailesi oturuyor. Yanlarına gitmek istemiyorum çünkü bana öyle gözlerle bakıyorlar ki. Umutla bekliyorlar resmen. Ertesi güne kadar kanı bulmak zorundalar. "Ne olur kusura bakmayın." diyorum. Ama kendimi bok gibi hissediyorum. Başka bir insanın kana ihtiyacı varken kendimdekini bile veremiyorsam, bu yardımı bile yapamıyorsam neye yararım ki ? 

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Yanlış Tepkiler

     Kaçıncı kez aynı kararı verdim bilmiyorum ama artık kendime hakim olmayı öğrenmek zorundayım. Bazen o kadar aşırı tepki veriyorum ki.. Her seferinde de aynı şeyi söylüyorum kendime, "Bir daha böyle bir durumla karşılaşırsan dur bir düşün, özellikle kızgınken sakın mesaj atma kimseye." Ama hep aynı şey. Bugün de aynısı oldu ve hiç düşmek istemediğim bir duruma düştüm arkadaşlarımın gözünde. Çabuk sinirlenen, aşırı tepki veren, sonra sakinleşen.. Hissettiklerimi çok çabuk gösterme ve sevdiğim kişilerle her şeyimi paylaşmak gibi saçma sapan bir huyum var. Ne kadar yakın olursam olayım kimseyle her düşüncemi paylaşmamalıyım. O kişi bana ne kadar yakın olursa olsun bir gün gelecek yüzüme vuracak, bunu artık öğrenmek zorundayım. Karşımdaki her kim olursa olsun ailemdeki aksaklıklar hakkında kimseye dert yanmamalıyım, yakınmamalıyım ve ailemdeki kimse hakkında en küçük olumsuz yorum yapmamalıyım.
   
 
Bugün new york bana bir mesaj attı. Sevgilisinin, onu aldattığını ve yakın zamanda bir başkasıyla evleneceğini öğrenmiş. Aslında bir hafta önce ayrılmışlardı ama olsun bu aldatma olayı ayrılığın öncesine dayanıyormuş. Ben de praga yazdım new yorka destek olalım diye ama sonra anladım ki new york praga söylememiş olanları. Halbuki onlar benden daha önce arkadaşlardı. Ben de praga ayıp olmasın diye sadece sevgilisiyle ilgili bir sorun olduğunu söyledim. Prag aramış new yorku sonra da bana mesaj attı. Ama bana neler olduğunu söyleyemezmiş, isterse new york anlatırmış, ben new yorkla sonra konuşurmuşum, şu an morali bozukmuş. Prag bunları söyleyince bana yine aynısı oldu. Birden çok sinirlendim. Ben ona ayıp olmasın diye bilmiyormuş gibi davranıyordum ama o sana söyleyemem diyor hatta sonra konuşursunuz diyor. Ben de hemen dayadım mesajı tabi; her şeyi bildiğimi, sadece birlikte destek olalım diye ona haber verdiğimi söyledim, biraz da atarlandım sanırım. Ben new yorkun bana her şeyi anlattığını söylemiştim ya, meğer neler neler olmuş ve benim hiçbir şeyden haberim yokmuş. Prag benim kızdığımı new yorka söylemiş, new york da bana hiçbir şey anlatmadığını, moral bozukluğuyla söylediği şeyleri de hatırlamadığını söylemiş. Ne kadar rezil olduğuma bakar mısınız ! Prag beni arıyor ve new york anlatmadım dediği için öyle dedim diyor, ben anlattığını söylüyorum ama bir yandan da new yorkun benimle paylaşmasının aslında kendisi için hiçbir şey ifade etmediğini anlıyorum. Kendi kendine gelin güvey olmuş gibi hissediyorum ve praga karşı da küçük düşüyorum. Meğer benim bilmediğim çok şey varmış, new york kıza mesaj atmış, sevgilisinin ikisini birden idare ettiğini söylemiş. Sevgilisi de new yorku arayıp tehdit etmiş, eğer o kız onunla evlenmezse new yorkun hayatını mahvedeceğini, malum resimleri babasına göndereceğini söylemiş. New yorkun ne kadar üzüldüğünü düşünsenize. Ve ben neyin derdindeyim. Off of. 

Bir kez daha verdiğim aşırı tepkiyle şapa oturdum. En son bir arkadaşıma aşırı bir tepki verdiğimde onu kaybetmiştim. Aşırı tepki vermem gerektiği halde sakince ve aşağılayarak konuştuğum tek kişi de zaten tepki vermeye bile değmez olduğundan o da hayatımdan çıktı. Resmen arkadaş iticiyim ben. Sanki mıknatısız ve ben hep onlarla aynı kutuptayım, onlar yaklaştıkça ben sertçe itiyorum. Hem de sırf çenemi tutamıyorum diye. Bazen gerçekten konuşmam, tepki vermem gereken zamanlar da oluyor ama o zaman da tepki vermiyorum, içimde tutup büyütüyorum, sonra da saçma sapan bir anda söylediğim için haklıyken haksız duruma düşüyorum. Doğru tepkileri vermeyi ne zaman öğreneceğim ben ? Bu gidişle arkadaşlarım tepki verdiğimde de umursamayacaklar ve diyecekler ki "Amaaan her zamanki Moira işte, bir anda parlar sonra söner." Hani sanki ben aslında haksız olduğum bir konuda parlamışım gibi davranacaklar. Halbuki ben kırıldığım ya da kızdığım zaman ciddiye alınmak istiyorum. Ciddi bir durum olmadığı sürece saçma sapan tripler attığım için hep bunlar başıma geliyor işte. Tripten nefret ediyorum !! Gerçekten son kez karar veriyorum. Bir daha böyle bir durum olursa, iki dk durup sakin olacağım, gülümsemeye çalışacağım ve düşüneceğim. Tepkimi ondan sonra vereceğim. Umarım.

3 Mayıs 2013 Cuma

Neyimiz Kaldı Ortak Olan ?

      Ne kadar ayrıntılı düşünürsek o kadar mutsuz oluyoruz galiba. Biz küçükken kardeşimle bir şişme havuzumuz vardı. Paris, kardeşim ben terasta şişirip suyla doldururduk ve hoopp girerdik içine. Terasın yerleri yer yer çatlamış beton olduğundan bunu ne zaman yapsak alt kattaki teyzelerin evlerine su sızardı, onlar da önce apartmandan bağırır, sonra yukarı çıkıp bizi kovalarlardı. 3 çocuk girerdik o havuzun içine. Hani kutunun içinde şekerler olurdu ya nanelisi vardı, portakallısı vardı. Adı pin pon muydu neydi hatırlamıyorum. İşte o şekerleri önce içinde oynadığımız suya atar, sonra renklerini kaybedince yerdik. Hiç düşünmezdik ne kadar iğrenç bir şey yaptığımızı. Sağlıklı mı sağlıksız mı, mikrop kapar mıyız, başkası görse ne düşünür, dışarıdan salak gibi mi görünüyoruz ? Umurumuzda değildi. Umurumuzda olan tek şey eğlenmekti. Sıcak yaz günlerinde biraz serinlemekti. Öyle de olması gerekiyordu zaten. Çocuktuk biz, ne kadar salak olduğumuz, eğlenirken ne kadar gürültü yaptığımız, kahkahalar atarken insanların rahatsız olup olmaması önemli olmamalıydı zaten. Önemli olsa da kim takardı ki ? En fazla onlara da su sıçratıp kaçardık, hem onlar da serinlemiş olurdu. 


      İleride ne olacağını, ne olması gerektiğini düşünmeden eğlendiğimiz günlerdi. Ne güzeldi... Yeterince param var mı, iyi bir mesleğim olacak mı, iyi bir evliliğim olacak mı, başarılı olabilecek miyim... Bunlar yerine çok daha keyifli ve cevapları çok kolay olan sorular vardı. Akşam sokakta oynamaya çıkar mıyız, akşam ne yaptı annem acaba, sokakta ne oynasak, istop mu, lastik mi, 9 aylık mı, ebelemeç mi, saklambaç mı, yerden yüksek mi... Ne kolay sorular varmış önümüzde meğer. Şimdi ertesi gün için ne giyeceğimizi düşünmek bile zor. Çünkü tek derdimiz ne giydiğimiz değil. Yeterince güzel olacak mıyız, kilo aldık mı yakışır mı o elbise, sevgilimiz beğenecek mi, ne renk oje gider o elbiseye, bu ayakkabının topuğu rahatsız eder mi, en güzel olabilecek miyiz... Off amma soru yazdım değil mi ? Hiçbirine de anında cevap veremeyiz.

      Çocukluğun en güzel yanı arkadaşlıkların saydamlığıydı. İçiniz neyse dışınız da oydu. Kırıldığınızda parmaklarınızı çapraz yapardınız ve arkadaşınız küstüğünüzü, üzüldüğünüzü anlardı. Oyun oynarken falan bir şekilde, yine tek bir parmak hareketiyle barışırdık. Ne kırgınlığımızı anlatmak için tribe ya da sinsi laf sokmalara başvururduk, ne de barışmak için haftalarca beklerdik. En güzeli de küsme sebeplerimiz hiç ağır sözler, arkadan konuşma ve hatta arkadan bıçaklama, kazık atma falan değildi. "Benim ipim bu oynamana izin vermiyorum." dan "Siz dün pelinle oyun oynamışsınız beni çağırmamışsınız, birbirinize kalp anahtarlık vermişsiniz." e kadar ne kadar basitleştirebilirseniz artık. Çok mu sinirlendik ? Gidip saçına yapıştığımız gibi bütün sinirimizi çıkarırdık, böylece kin de duymazdık. Ama şimdi 
"O bana ne demek istedi öyle, laf mı soktu ya?!"
 "Ben o yaptıklarını hak etmemiştim, dost dediğin bunu yapmaz."
 "Yaptığı resmen kaşarlık."  gibi şeyler söylüyoruz birbirimizin arkasından. İçimizdeki kin büyüdükçe büyüyor. Çocukluğumuzdaki gibi açık açık söylesek "Sen bana ne demek istedin orada ya kafama takıldı?" ya da "Dün yeşimle çıkmışsınız bana haber vermemişsiniz." diye adımız paranoyak, takıntılı ya da kıskanç diye kalabilir. Üstüne üstlük arkadaşınız sizinle ilgili bu sıfatları sadece düşünmez, ya da sadece size söylemez. Çevrenizdeki başka arkadaşlarla sizin hakkınızda gayet rahat konuşabilir, çok pis dedikodu malzemesi olursunuz valla.

      Biz küçükken mahalle minik bir arsa vardı. Orada bir amca tavuklar yetiştirirdi. Yıllar sonra aldı tavukları da gitti. Orası bomboş kaldı. Biz de mahalle çocukları olarak orayı kendimize oyun parkı yapmaya karar verdik. önce malzemeler topladık, sonra planlar yaptık, neler yapabileceğimizi tasarladık. Yapmaya başladık ama akşam ezanı çoktan okunmuş, biz de yorgunluktan ölmüştük. Tabi park falan yapamadık. Ne malzeme topladık ve neler yapabildik hatırlamıyorum. ama bitirememiş olmamız hiç önemli değildi. Bütün gün o parkı yapacağız diye o kadar uğraşmıştık ki, o heyecan bile bize yetmişti. Şimdi çocuklar internetten sanal parklar yapıyor. Neyse konumuz bu değil. Konumuz şimdi bizim ne yaptığımız. Biz belki yıllardır parka gitmedik. Eski Türk filmlerindeki gibi geniş salıncaklar artık yok, bütün salıncaklar çocuklar için plastikten yapılmış. Bizim çocukluğumuzdaki gibi sağlam metaller ve ahşaplardan salıncaklar da yok. Bizim ancak lunaparka gitmemiz söz konusu olabilir, ona da üşeniyor muyuz ne oluyor bilmiyorum. 

      Sınıflamalar yapmıyorduk küçükken. Hepimiz insandık işte. Kızlar futbol oynayabiliyor, erkekler de ip atlayabiliyordu. Şimdi çok saçma yakıştırmalar yapıyoruz. Çok rahat giyinirdik küçükken. Kışın pantolon, yazın elbise, sokağa oynamaya çıkarken de şort. Şimdi biraz o şort kısa kaçsa cinsel taciz için suç duyurusunda bulunmaya ramak kalıyor. Onlar abaza sınıfı. Apaçi diye bir sınıflandırma yaptık, ki onlar da ayrı bir sınıf olmanın hakkını çok güzel verdi, dışladık onları. Krolar var, bir de onların kız versiyonu paçozlar var.  Özentiler var bir de, direk dışlanıyorlar. Küçükken sadece oyun oynarken önemli olan müzikler şimdi hepimizi sınıflara ayırdı. Jazz ya da alternatif dinleyen birini arabesk dinleyen biriyle takılırken düşünebiliyor musunuz ? Ben düşünemiyorum. Hatta şu an inancımıza göre bile ayrılıyoruz. Ayrılmamamız gereken belki tek ve en önemli şey olan dini inançta bile ayırmaya çalışıyorlar bizi. Düşünüyorum da, neyimiz kaldı ortak olan ? 

2 Mayıs 2013 Perşembe

Üniversite Mezuniyetine Hazırlık ve Atarlı Giderli Abiyeciler

      Üniversite mezuniyet balosuna hazırlanmak gerçekten çok zormuş ! Arkadaşlarımla önce Bakırköy'e gittik, orada yeraltı çarşısı varmış. Bir sürü abiye dükkanı var. Hayatımda ilk defa Bakırköy'e gittim ve şaşırdım doğrusunu söylemek gerekirse. Çünkü ben Bakırköy çok kötü bir semt sanıyordum ama güzelmiş. 
      Elbise almaya girdik ama ağzımızın payını alıp çıktık. O abiye satan mağazalardaki ablalar amma da atarlıymış, nasıl azar yedik anlatamam. Her girdiğimiz yerde nasıl bir şey bakıyorsunuz diyorlar ama bizim nasıl bir şey baktığımız hakkında en küçük bir fikrimiz yoktu. Gördüğümüz her elbiseye beğenme umuduyla bakıyoruz ama hepsi halay başı ablalar için dikilmiş sanki. Beğendiğimiz her elbiseyi denemeye çalıştık o yüzden de baya bir yorulduk. 

     
Girdiğimiz ilk mağazada genç bir kız vardı. Bize hep o yardımcı oldu. Prag kabinde kıyafet denerken roma ile ben dışarıda bekliyorduk. Roma yardımcı olan kıza satışların kayıtlarını tutup tutmadıklarını sordu. Pişti olmamak için bizim okuldan gelen olup olmadığını öğrenmek istiyordu. Kız da "Ben de sizle aynı okuldayım, hiç gelen olmadı, olsaydı tanırdım." dedi. Sanki bütün okulu tanıyor da. Sonra bize hangi bölümde okuduğumuzu sordu, roma hukuk olduğunu söyleyip, "Siz hangi bölümde okuyorsunuz ?" dedi. Kız durdu, durdu "Size bir şey söyleyeceğim, ama çok komik." dedi. "Aynı bölümde okuyoruz." Biz romayla göz göze geldik. Aynı bölümdeysek nasıl oldu da okulda hiç görmedik ? Ayrıca bunun neresi komik ? Bizim kaçıncı sınıf olduğumuzu sordu, roma da "Mezuniyet kıyafeti baktığımıza göre 4. sınıf." dedi. Ona kaçıncı sınıf olduğunu sordu. Kız "Ben bir hazırlıktayım." Kız hazırlıktaymış ! Bizim okulda, bizim fakültede hazırlık yok. Biz olayı zaten anladık ama çaktırmıyoruz, göz göze gelmemeye çalışıyoruz çünkü her an gülmeye başlayabiliriz. Ve sonra kız asla bir hukuk öğrencisinin sormayacağı belki tek soruyu sordu : "Siz şimdi ne çıkacaksınız?" Biz birbirimize baktık, roma "Avukat." dedi. Öyle bir soruya çok ayrıntılı cevap vermeye değmezdi zaten. Sonra son noktayı da koydu ve bize stajımızı yapıp yapmadığımızı sordu, stajın okul bittikten sonra yapıldığını tabi ki bilmiyordu. Kız yeni sistemde puanların 100 puan fazla olduğundan ve Hacettepe'de hukukun daha bu sene açıldığından habersiz bir şekilde "Aa ben sizden yüksek almışım demek, ben Hacettepe hukuku tutturmuştum da istememiştim." dedi. Biz şaşırdık ama hiçbir tepki vermedik.  Kızın neden öyle bir şey yaptığını hala anlamadım. Belki de hastalıktır. 

      Oradan çıkıp başka bir mağazaya girdik, tam bu konuyu praga anlatıyorduk ki, satıcı kadın konuşmayı kesip kıyafetlere bakmamız gerektiğini ima etti, biz şok olduk çıktık mağazadan. Sanki iki dakika konuşsak kıyafetler eskiyecek ! Başka bir mağazaya girdik. Mağazanın mankenlerinde çok güzel kıyafetler vardı ama içeride hiç yoktu. Roma mağazadan çıkınca "Ya neden bu mankenlerin üzerindekiler gibi güzel kıyafetler yok?" dedi. Yanımızdaki adam gayet sert bir ses tonuyla "Sorsanız söylerler heralde." dedi. Yine atarı yedik ve oradan uzaklaştık. Bu arada roma dolgu topuk giydiği için biraz yorulmuştu, başka bir mağazada alt kata inerken merdivenlerde kaydı ve poposunun üstüne düştü. Sonra arkadan çok yüksek bir şekilde "Naaptttt" diye bir ses geldi. Evet mağazadaki kadın "Ne yaptın?" diye bağırmaya çalışıyordu ve romaya doğru koşuyordu. Bizi kenara iterek gitti ve romayı yerden kaldırdı, biz de ancak şoku atlatıp romanın yanına inebildik. :) Oradan çıkıp başka bir mağazaya girdik, tam kıyafetlere bakmaya başladık, satıcı kadın nasıl bir şey aradığımızı sordu, emin olmadığımızı söyleyince kadın "Amaaan zaten fizikleriniz uygun alın birini giyin işte!" dedi. Nasıl bu kadar kaba konuşuyorlar anlamış değilim. Oradan da çıktık. Sonra başka bir mağazada prag değişik bir elbise denedi, önünde de bir ek parça var ama tam olarak nerede durması gerektiğini anlayamadık, "Şöyle galiba ya, yok yok şurada duracak bu." diye çabalarken satıcı kadın gelip "Durun durun ben hallederim, bir de uğraşıyorlar çok anlıyormuş gibi." dedi ! Sonra prag başka bir elbise denerken kadın "Amma da cılızmışsın." dedi. Biz neden bunlara cevap veremedik bilmiyorum. Yorgunluktan ya da şoktan olsa gerek bir an önce mağazalardan çıkmak istedik. 

      "Siz mi mezun olacaksınız?"
      "O elbiseler size olmaz canım yaşınız küçük."
      "Onlar size göre değil."
      "Orası büyük beden."
      "Orada büyük bedenler var."
      "Yalnız onlar size göre değil güzelim, büyük beden." gibi azarlamalarla günü tamamladık. Sonraki gün de Osmanbey ve Nişantaşı'nı tavaf ettik ama pek bir şey bulamadık. En sonunda ben annemin tasarladığı siyah uzun bir elbiseyi giymeye karar verdim, prag Osmanbey'de bulduğu bir elbiseyi tam 420 lira verip aldı, roma da Kadıköy'de tesadüfen bulduğu ve 900 liradan 300 liraya düşen bir elbiseyi kaptı. Ayaklarımıza kara sular indi ve neyse ki sonunda karar verebildik. Şimdi ayakkabı, saç, makyajla uğraş işin yoksa. Ne zor işmiş böyle. Lise mezuniyeti ne kolaydı bunun yanında. Birkaç yere bakıp birini alıp çıkmıştım. Zaten balo da pek özenli değildi. 

      Şu an tek istediğim balo, kep töreni gibi formalitelerin artık bitmesi, yaz için iyi bir staj yeri bulup biraz para kazanmak, sevgilimle tatil için biraz para biriktirebilmek ve güzel bir yere gitmek. 

      

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...