31 Mart 2013 Pazar

Ruhlarımız Birer Oyuncu, Sırf Bu Oyunu Oynayabilmek İçin Bedenlerimize Hapsedilmiş...

      Ölüm... Öyle aniden geliyor ki. Bir anda asla ama asla değiştiremeyeceğiniz bir gerçek ortaya çıkıyor. Hiç mi yolu yok, ameliyatı yok muymuş, tedavisi yok muymuş, dur bakalım bir daha ki sefere halledersin... gibi teselli cümleleri havada kalıyor. Bazen düşünüyorum da keşke biz de Alobar'la Kudra gibi ölüme meydan okuyabilseydik. Bazen bu düşünce hiç çaktırmadan aklımdan geçmeye çalışıyor ama hemen yakalıyorum. İnançlarım gereği yakalıyorum. Kaderci biri değilim. Allah bize irademizi ve serüvenimizi verir, biz kendi irademizle seçimler yaparız ve hayatımızı kendi seçimlerimizle yaşarız, Allah seçeceklerimizi önceden bilir. İnandığım şey bu, bize zorla seçtirilmiyor yani. He neden Allah irademizle yanlış seçimler yapmamıza izin veriyor derseniz, bu da amacını hiçbir zaman anlayamayacağımız o sınavın bir parçası sanırım. Evet, kaderci biri değilim belki ama, şunu biliyorum ki doğum ve ölüm birer seçim değil. Zamanı geldiğinde asla erteleyemiyorsunuz. Doktorlar ne kadar çabalasa da beyin kendini kapatıyor mesela, daha fazla zorlama der gibi. Beden bir anda bizim bedenimiz olmaktan çıkıyor. Adli tıp dersinde 1 saat boyunca videodan otopsi izledik. Bir yerden sonra tamamen boşaltılan sanki insan vücudu değil, daha 2 gün önce bir şeylere sevinmiş, bir şeyler için heyecanlanmış, aşık olmuş, ağlamış bir insanın vücudu değil sanki. Öyle duygusuz bir olay ki otopsi. O kadarını beklemiyordum. Bedenin aslında ruh olmadan bu kadar değersiz olabileceğini fark etmemiştim. Belki çok bağlanmamalıyız, çok bütünleşmemeliyizdir bedenimizle. Belki de ruhumuzu dinlemeliyizdir, özümüzü bulmalı, meditasyon yapmalıyızdır. Bilemiyorum. Neler olacağını ölümle göreceğiz. Ama bildiğim bir şey var ki ölüm, ölen kişi için çok daha mutluluk verici bir şey olsa gerek. Geride kalanlar olarak biz bununla baş etmeye, acımızı dindirmeye çalışıyoruz.

      Dün kardeşime arkadaşının ölüm haberini vermek zorunda kaldım. Hayatımda ilk defa birine sevdiği birinin ölüm haberini verdim. Ne kadar zormuş Allah'ım ! Ölen kişi benim yaşlarımdaydı, mahallemizin marketinde çalışıyordu, çok iyi bir çocuktu, kardeşimin de arkadaşıydı. Çok genç yaşta aşık olmuş, ama kızın ailesi izin vermiyor. Kaçtılar birlikte. Evlendiler, bir yaşında bir oğulları var. Çocuk onlara bakabilmek için üç işte birden çalışıyor. Ama nasıl mutlu, nasıl güler yüzlü anlatamam. Çocuk ve kardeşleri motor kullanmayı çok seviyor diye, kız kardeşine bir motor alınıyor. Ama kullanırken kafalarına kask bile takmıyorlar, daha bir hafta önce ve bir ay önce iki ayrı kaza yapıyorlar. Bu sefer kaza geliyorum diyor yani, binme şuna, git karının oğlunun yanına diyor Allah ama çocuk kasksız binmeye devam ediyor. Cuma günü bir arabayla çarpışıyor, kafatası çatlıyor, cenazeyi bugüne toparlamaya çalışıyorlar. 

      Büyük olasılıkla otopsi yapıldı. Asla ama asla tanıdığım ve sevdiğim birine yapılmasını istemeyeceğim, bedenin ruh olmadan aslında ne kadar değersiz olduğunu en iyi anladığım şey.

      Sonuçta bu hayat bir oyun, ruhlarımız birer oyuncu, sırf bu oyunu oynayabilmek için bedenlerimize hapsedilmiş...

29 Mart 2013 Cuma

Tahammülsüzüm

      Gerçekten çok tahammülsüz olduğum bir dönemdeyim. İnsanın oturduğu ev dar gelir mi ? Geliyormuş. Aile yanı varken insanların neden para kazandıklarında ayrı eve çıkıp tek başına yaşamak istediklerini anlayamazdım. Şimdi anlıyorum. Ya da bazı kızların neden sırf evden uzaklaşabilmek amacıyla evlendiklerini. İş sahibi olamıyorlar ve tek çözüm o kalıyor onlara. Şükürler olsun ben iyi bir aileye sahibim. Ama yine de tahammül edemiyorum artık bazı şeylere. Aslında annemle kardeşim de böyle hissediyor. Kim evde tek kalsa mutlu oluyor. Çünkü hepimizin yalnız kalmaya ihtiyacı var. Hepimiz birbirimizden bıktık. 

   
       Kardeşim çoğu zaman iyidir, iyi davranır, sorun yoktur. Ama birkaç günde bir saçmalama seansı var. Çok sinirleniyor ve anneme de bana da o kadar ağır konuşuyor ki. Aradan günler geçiyor biz annemle olanları unutuyoruz ve her şey normale dönüyor. Halbuki insanlara öküz gibi davranmaması gerektiğini, eğer öyle davranırsa onları kaybedeceğini öğrenmesi lazım. Özür bile dilemiyor çoğu zaman. Geçen pazar günü ygs ye girdi. Ondan öncesinde kaç defa ağzıma sıçtığı halde arkamı dönmedim ona sınava girecek diye. Sınavdan birkaç gün önce en yakın arkadaşının yanında bana öyle bir bağırdı ki. O kadar utandım ki. Onu da es geçtim. Sonra bir gün masada otururken annemle çok kaba konuştu. Ben de annemle öyle konuşamayacağını söyledim. Bana neler söyledi bir bilseniz. Kaç gün konuşmadım onla, ama yine de ablayım sonuçta, sınavdan bir gün önce iyiydim ve sınava onunla ben gittim. Geldi bana sarıldı, teşekkür etti. Ama söylediklerim için özür dilerim demedi. Ve hiç değişmiyor, yine kaba davranmaya devam ediyor. İkimizin birlikte kaldığı oda çok dağınık oluyor, ben artık o odada kalmıyorum gerçi. Bütün dağınıklığın sebebi benmişim gibi davranıyor. Benim sadece kıyafetlerim dağınıktır, onun dışında her şeyim topludur ve temizdir. Kıyafetlerimin de dağınık olmasının sebebi şu, hem dolabım küçük, çabuk dağılıyor, hem de erkek kardeşle aynı odadaysanız, giyinmek için oda değiştirmeniz gerekiyor. Oraya taşı, burada giyin, çıkardıklarını taşı derken dağınıklık oluyor. Ama kendi kola şişeleri, bardakları, çekirdek tabakları hiççç görülmüyor. Ben elimden geldiğince evi temizliyorum, mutfağı topluyorum, tuvaleti bile temizliyorum ama annem yeri geliyor kardeşimin değil benim dağınık olduğumu söylüyor. O kadar koyuyor ki anlatamam. 21 yaşında benim kadar temizlik yapan bir kız da görmedim en komik yanı bu. Ne kadar yaparsanız o kadar normalleşir ve yapmadığınızda kızarlar.

      Annem desen her şeyden yorulmuş, bıkmış sanki. Haklı tabi, babamla yıllar geçirdikten sonra yorgun olması çok normal. Kızlar büyüdükçe annelerini daha iyi anlıyorlar ama onların da bizi anlaması lazım sanki. Bu evde kendime ait bir alanım olmadığını söylediğimde gülüyor, dramatize ediyormuşum gibi dalga geçiyor. Ev 2 odalıysa yapacak bir şey yok tabi ki ama benimle dertleşebilir mesela. Çözüm üretebilir. Kızım şöyle şöyle yapabilirsin diyebilir. Ama yok. Allah aşkınıza, bazen insan kapıyı kapatıp yalnız kalmak istiyor. Ben onu hiç yapamıyorum. Telefonla konuşurken bile sürekli oda değiştirmek zorunda kalıyorum. Annemle uyuyorum, ki çok seviyorum annemle uyumayı, ama daha kaç yıl böyle devam edecek. Erkek kardeşimle aynı odada kalamam bu yaştan sonra. Bu düşüncelerle ev daha da daralmaya başladı gözümde. Bir an önce kendi paramı kazanmak istiyorum artık. Herhangi bir şey için para istediğimde annemin yüzünün asılmasını istemiyorum. Kardeşimden daha fazla küfür duymak istemiyorum.

22 Mart 2013 Cuma

Kadınlar Garip Varlıklar

      Mutlu günler ! Bence bir güne mutlu uyanmanın bir numaralı koşulu uykuyu almak. Hani böyle saat çalmadan uykumuzu almış bir şekilde uyanırız ya. Güzel bir kahvaltı, sonrasında evdeysek kahve ve kitap, programımız varsa da hazırlık. Ben bu ara uykumu hiç alamıyorum, neden bilmiyorum saatlerce uyusam bile gözlerim acıyor. Bıraksan ikindi vaktine kadar uyurum ama yine de eminim gözlerim acır. Çok garip rüyalar görüyorum. Gerçekten rüyada bilinç haline geçip kontrol etmek istiyorum o kadar garip yani.
     
      Biz kadınlar olarak çok garip varlıklarız. En gencinden en yaşlısına, genel olarak kadın kavramından ve diğer kadınlarla ilişkiden bahsediyorum. Dün prag ve ny ile oturuyoruz, sohbet konusu cilt ve saç bakımı ve makyaja geldi. Bu prag da daha önceden "ben makyajsız güzelim" havalarındaydı. Bir gece arkadaşımızda yatıya kaldığımızda belki yarım saatini yüzüne harcadı. Parmaklarla elmacık kemiklere vurulur ya kan dolaşımı için, onu yaptı, kremler sürdü. Ama onun da söylediği gibi her akşam yaptığını sanmıyorum zaten. Dün de kızın cilt bakımına gittiğini ve her gün bb krem sürdüğünü öğrendim. Sohbet koyulaşınca açıklamaya başladı tabi. Tamam tabi ki yapacaksın, ben de örneğin yüzümü kükürtlü sabunla yıkayıp kayısı yağı sürerim her akşam, sabah krem sürerim, kirpiklerime badem yağı sürerim... Ama ben senin gibi hiçbir şey yapmadan böyleyim havalarında değilim ki, kızlar siz de yapın işe yarıyor diye söylerim direk. He dün "Yüzünde fondöten var mı?" sorusuna  "Hayır" demiş olabilirim (vardı fondöten) ama bu onların yaptığına karşılık olaraktı. Yani her türlü işlemi yapıp da sonra anamın karnından böyle çıktım diyen biri varsa karşınızda siz de öyle yapıyorsunuz. Ama valla çok iyi kızlar şimdi yalan yok. Gerçekten çok seviyorum. Ama kadın milleti genel olarak böyle yani. Arkadaşlarlayken bile ne kadar yakın olurlarsa olsunlar bir en güzel olma isteği var, biliyorum, biliyorsunuz.
      

      Güzellik için her şeyi yaparız. Tabi istisnalar da var aramızda. Mesela benim en yakın arkadaşım Paris'in saçına bağladığı aksesuarlar dışında bir çabası yoktur saçı makyajı için. Umrunda değildir, ama sevgilisi olunca görücem ben onuu.:) Mesela ben yazın burun estetiği yaptırmak istiyorum. Arkadaşım Venüs kirpik perması yaptırmış ! İlk defa duydum. Kirpikleri dümdüz olanlarınız var mı bilmiyorum, Venüs'ün öyleydi, yukarıya doğru bir kıvrıklığı yoktu, şimdi rimel sürmeden bile yukarı doğru kıvrık duruyor. Her gün üşenmeden yüzümüze bir şeyler sürüyoruz. Sırf saçlarımız parlasın güzel koksun diye karışımlar hazırlıyoruz. Pürüzsüz olmak için maskeler yapıyoruz. Ne para gidiyor o kozmetik malzemelerine. Hele makyaj blogları off bir maaş veriyorlar valla. Vücut kremi, el kremi, ayak kremi, yüz kremi uğraşıp duruyoruz. He bir de kıl tüy meselesi var. Lazer epilasyon var mesela kar soğuk dinlemeden vücudumuza sürdükleri buz gibi jele dayanmaya çalışıyoruz. O saçlar en fazla iki günde bir yıkanıp tekrar işlem görüyor, boyanıyor, sonra kırılıyor, bir de bakım yapmaya uğraşıyoruz kurtaralım diye.  Peki duşlardan sonra sürülen kremler, bebe yağları ? Şimdi kimse her gün uğraşıyorum demesin, eriniyoruz sonuçta biz de insanız. Hatta bazen içimden "yeter laa erkekler neden hiç böyle şeyler yapmıyor" diyorum. Oje kıyafetin rengiyle uysun diye, sırf o oje kurumayacak bozulacak başka renk sürünce diye hiç mi kıyafeti değiştirmediniz ? Peki ya topuklular ? Giysen bir dert giymesen bir dert. Ne zaman giymek istesem düz ayakkabının vereceği huzurla, ve giydiğim zamanki şıklığın huzursuzluğuyla doluyor içim.

      Neyse artık ders çalışmanın zamanı geldi.  Bugün günlük hedef koyuyorum buraya ve o hedefi gerçekleştirmeden bu günü bitiremem. 250 sayfa not okumak. Tabi şimdi çok geldi size ama notlar bir A4 ü ikiye katlayarak yazılıyor, yani tam 100 A4 kadarlık bir yazı oluyor. Çok yorulacağım bugün ama değecek, hem notlar azalmış olacak, hem de akşam tiyatroya içim rahat bir şekilde gideceğim.


      

20 Mart 2013 Çarşamba

Ben Mi Çok Kapalıyım Dışarıya Karşı, Yoksa Onlar Mı Çok Rahat ?

       Kazanıyorum, kaybediyorum, kazanıyorum, tekrar kaybediyorum, tekrar kazanıyorum, tekrar kaybediyorum. Nereye kadar böyle gidecek bilmiyorum. Ama ben gerçekten çok sıkıldım. 
      Sınavlarımın başlamasına 10 gün kaldı. Tam da bu yüzden bir türlü derse oturamıyorum. Hiç üşenmeden kendime kahvaltı hazırladım, sonra 4 bölüm dizi izledim. Evi temizlemek, çalışma masamı toplamak falan istiyorum, yeter ki ders çalışmayayım. Aklıma salak salak fikirler geliyor, bir yandan sorunlar geliyor. Meditasyon yaptım sabah, daha doğrusu yapamadım, bir türlü konsantre olamadım. Kitap okumak istiyorum. Sabahtan akşama kadar okumak, başka hiçbir şey yapmamak. Ama ders çalışmam lazım. Lisedeyken hep derdim ki, üniversitedeyken ders çalışmaktan asla sıkılmam, çünkü çalıştıklarım sadece derslerden ibaret olmayacak, ileride yapacağım mesleğe yönelik olacak. Öyle de oldu. Hiçbir dersim gereksiz değil. Ama ben yine de çalışamıyorum.



      Dün okula gittim notları almaya, bir arkadaşım daha benimle geldi. Aslında adliyeye gidecektik. ama diğer kızlar bizi ekti, biz de gitmedik. Kireçburnu'na gittik. Muhteşem bir yerdi. Arkadaşıma da Prag diyelim, çünkü orayı çok sevmiş. Prag tiyatro kursuna gitti geçen sene. Aslında bakarsanız yetenekli de. O kadar istiyor ki tiyatroya dair bir şeyler yapmak. Ona bir soru sordum. "Sana deselerdi ki, şu an hukuk fakültesi 4. sınıf olmak yerine sinema televizyon bölümünde 4. sınıf olacaksın, en baştan orayı kazanmışsın gibi, 4 senelik eğitimini almışsın gibi, orada mı olmak isterdin, yoksa hukuk fakültesini mi bitirmek isterdin ?" "Orada olmak isterdim." dedi. Çok üzüldüm o an. Hukuk güzel bölüm, ona rağmen bu cevabı verdi. O an karşımda bütün dürüstlüğüyle duruyordu. Hayalini gerçekleştirememiş genç bir kız. Ben okul bittikten sonra gerçekleştirebileceğine inanıyorum. Hani adli tıp araştırma grubu vardı ya, benim hayalimdi ama sanki çok meraklılar gibi davrandılar demiştim ya, Prag bana o araştırma grubuna sadece okulda bir etkinliğe katılmak için girdiğini söyledi. Herhangi bir etkinlik. Bütün dürüstlüğüyle. Çok hoşuma gitti. Baya bir sohbet ettik. Saat geç olmasa daha da otururduk. 5 kişilik arkadaş grubundan sadece biriyle baş başa kaldığınız an korkarsınız : "Ya konuşacak bir şey bulamayıp mal gibi susup oturursak ?" Ama öyle olmadı, çok eğlendim.
       Bazı arkadaşlarımı hiç anlamıyorum. Okul arkadaşlarımdan biri, ona da New York diyeceğim çünkü bana hem oradaki hareketliliği, hem de soğukluğu hatırlatıyor. İşte geçen perşembe araştırma grubu için kaldım, kızlar da kantine indiler, beni beklediklerini söylediler. İndiğimde sadece ny kalmıştı, diğerlerinin işi varmış. Ama ny tek başına değildi, her zamanki gibi yanında birileri -2 erkek- vardı. Birini tanıyordum, saf bir çocuk. Diğerini pek tanımıyordum ama biraz garip bir çocuk. Neyse biraz oturdum, tam kalkacakken, kuruçeşmeye gideceklerini söylediler ve beni de davet ettiler. Gitmek istemedim. Onlar gitmişler, ve ny eve saat 1 de dönmüş. Çocuklarla takılmış. İşte ben bunu yapamam. Ama yanlış anlamayın kınamıyorum asla, sadece anlamıyorum. Çünkü sevgilisi var ve 2 erkek arkadaşıyla zaman geçirip eve 1 de dönüyor. He bu arada iyi arkadaş falan da değiller he.
      Ya da mesela Paris ve Vegas, en yakın arkadaşlarım olmalarına rağmen benden çok farklılar, çok rahatlar, ilişkilerinde hızlılar, çok seviyesiz insanlarla muhattap olabiliyorlar. Bu konu kafamı kurcalıyor. Ben mi çok kapalıyım dışarı karşı ? Yoksa onlar mı çok rahat ? Ama sanırım ben kapalı olmayı tercih ederim.

15 Mart 2013 Cuma

Günde Yarım Saat

     Sizlere günde yarım saat yönteminden bahsetmek istiyorum. Kendim denedim, ama sonunu getiremedim. Şu andan itibaren getireceğime inanıyorum. Bu kitaptan okuduğum bir şey değil. Lisedeyken edebiyat hocamın paylaştığı bir şeydi. Bir öğrencisinin deneyip başarılı olduğu bir çalışma yöntemiymiş. Bloga yeni eklediğim 2013 hedeflerim bölümünde bazı şeyleri bu yöntemle gerçekleştirmeye karar verdim. Yöntem çok basit. 

     Önce gerçekleştirmek istediğiniz bir hedef seçiyorsunuz. Örneğin bir konuda uzmanlaşmak. Bir müzik aleti çalmak olabilir, ya da dil öğrenmek. Üstünde çalışarak kendinizi geliştirebileceğiniz her konu olabilir. İşte bu hedefi belirledikten sonra, aksatmadan her gün, günde sadece yarım saat bu hedefiniz için çalışıyorsunuz. Ama bu yarım saat içerisinde dikkatinizi sadece çalıştığınız şeye odaklıyorsunuz, yani o yarım saatin hakkını vermeniz gerek. İşte bu kadar. Gerçekten aksatmadan, hakkını vererek her gün yarım saat çalışırsanız, bir sene sonra o konuda tamamen kendinizi geliştirmiş oluyorsunuz. Dili en azından teorik kısmıyla öğrenmiş (pratik yapmadan emin olamayız) oluyorsunuz, ya da o enstrümanı çalmayı öğrenmiş, çok iyi bir şekilde çalıyor oluyorsunuz. 


    Ben İngilizce ve piyano için bu yöntemi kullanacağım. Günde bir saatimi vererek çok iyi bir şekilde piyano çalabilirsem ve ingilizce öğrenmiş olursam ne ala. Hiçbir şey öğrenmemiş olmam zaten imkansız o kadar çalışmayla. Yani bir kaybım yok. Aslında ders çalışma konusunda da aynı şeyi yapmak istiyorum ama bu kadar çok hedef belirlersem hiçbirini gerçekleştiremem, üşenirim diye korkuyorum. Ama buna da sıraya koymak gibi bir çözüm bulabilirim. 

     İşte yöntem böyle. Belki işten güçten dolayı çok zaman veremediğiniz ama gerçekleştirmeyi çok istediğiniz hedefleriniz vardır. Siz de deneyebilirsiniz. Kaplumbağa adımlarıyla ilerliyoruz bu sefer.

13 Mart 2013 Çarşamba

Çünkü Buna Karar Verdim

      Şu an gerçekten şaşkınım. Bugün o kadar mutlu bir yazı yazacaktım ki aslında ! Her şey o kadar yolundaydı ki. Aslında hala da yolunda. Ama sabah sevgilimle kavga ettik. Her zaman onu haklı bulurum, ben biraz fazla tartışma çıkarırım farkındayım bunun ama bu sefer gerçekten haklıyım. O her zamanki gibi telefonu kapatmayı başardı ama ben tekrar arama isteğime yenildim. Konuşamadık, açmadı telefonu, bu sefer eskiden çok yaptığım ama ne zamandır yapmadığım bir şey yaptım ve uppppuzunnn bir mesaj yazdım. Ama tamamen yapıcı bir mesaj. Ne yapayım çok seviyorum onu. Asla küs duramıyorum, hemen barışmamız lazım gibi hissediyorum. Ama tartıştıktan sonra o evren ve enerji kitabını resmen savurmak istedim bir yerlere. Ama orada da yazdığı gibi," Her şeyin birden yolunda gitmesini beklemek olmaz, böyle şeyler zaman alır, eğer bu sefer olmadıysa başa dön ve tekrar dene." O uzun mesaj tekrar denediğimin bir göstergesi. Ama şaşırmamın asıl sebebi ne biliyor musunuz ? Tartışmanın başlangıç noktası. Dün gece günlük yazıyordum ve günlüğüme ilişkim için artık iki kat çaba göstereceğimi, asla ve asla tartışırken sesimi yükseltmeyeceğimi, trip atmayacağımı ve yeni olan her şeyi ve her yeri sevgilimle keşfedeceğimi yazmıştım. Çünkü neden ? Çok aşığım. Sonra günlüğümün en arkasına yazdığım yazıları fark ettim. Sevgilimin bana yazdığı çok güzel notları ve mesajları saklayabilmek için en arkaya yazmışım. Düşündüm de sevgilim ne kadar aşıkmış bana, ama neden son iki senedir hiç böyle şeyler söylemiyor ? Yazıların resmini çekip whatsapptan gönderdim " Bak ne güzel şeyler yazmışsın, şimdi ne değişti ?" diye. Sonra kızdı tabi " Bunu neden gecenin köründe konuşmak istiyorsun? " diye. Gecenin körüydü gerçekten. Sabah bir adım attı ve bana sevgisini eskisi kadar gösteremediyse üzgün olduğunu ama çok sevdiğini söyledi. Her şey mükemmel olacak bundan sonra demişti bir önceki konuşmada. Neyse bu sabahki konuşma devam ederken, ben günlüğüme yazdığım bir şeyi daha gerçeğe dönüştürmek adına sevgilime bir öneride bulundum. Dün akşam okul arkadaşlarımla Mihribat korusuna gittik ve çok beğendim, oraya giderken de Çengelköy'ün önünden geçtik. O kadar güzel yerlerdi ki, sevgilimle buraları gezmeyi o kadar çok istedim ki, kızlarla geçirdiğim zamandan keyif alamadım o kadar istedim sevgilimi yanımda. Konuşma devam ederken koruya gidelim demiştim o da tamam demişti. Çengelköy'e de gidelim çok güzemiş deyince, o sanki milletin lafıyla hareket ediyormuşum gibi davrandı. Ben "Hayır ben gittim gördüm" dediysem de sanırım duymadı. Ne önemi varsa ? Peki ben günlüğümde yazan şeye uygun davranabildim mi ? Hayır tabi ki. İki dakika içerisinde bir sinir harbi yaşadım, sesimi yükselttim, tribimi attım, her şeyi büyük bir başarıyla yerine getirdim. Ve şu an gözyaşım daha yeni kurudu. Beni ne kadar çok sevdiğini çok defa söyledi ama ben sakinleşmedim çünkü eskisi kadar sevmediğini tekrar edip durdum. Böyle işte. Bugün böyle başladı ve saat 14 oldu bile. Umarım günün geri kalanını kendim için verimli geçirebilirim. Umarım o da güzel bir gün geçirir, sonra da sakinleşir barışırız.

     Bu arada hayatımdaki diğer şeyler çok iyi gidecek. Çünkü buna karar verdim. Babam konusunda kendime fazla yüklendiğini düşünen ve benle bir konuşma yapma gereği duyan sevgilimin ne kadar haklı olduğunu anladıktan sonra karar verdim. Artık bu konunun hayatıma müdahale etmesine, beni güçsüz duruma düşürmesine izin vermeyeceğim. Kardeşim de sen etki ediyor dersen eder, yoksa etmez dedi. Bu kadar basit aslında. Bu konu artık beni etkilemeyecek. He tabi ki babam yokmuş gibi davranamam. Buluştuğumuzda elleri titrediğinde ben yine psikolojim bozuk şekilde eve döneceğim her zaman olduğu gibi ama şimdiki gibi iki aydır görüşmediğimiz bir dönemde neden kafama takayım ki ? Onu değiştiremiyorum, yardımcı da olamıyorum. 

      Kendime liste yaptım. Ki liste yapmanın benim için ne kadar anlamlı olduğunu biliyorsunuz artık. Umudum var demek. Hatta başarmak istediğim şeyleri buraya da yazacağım ki, siz de görün, ben hiç aksatmayayım. :)

10 Mart 2013 Pazar

Evet Kızım, Çok Aptallar

      "Ne kadar aptal insanlar var değil mi baba ? İnsan hiç bile bile kendini zehirler mi ? Uyuşturucu kullananlar ne kadar da aptal !"
      "Evet kızım, çok aptallar."

     Babamla aramda bu konuşma geçtiğinde 5 yaşımdaydım. Babam zaten ne kadar aptal olduklarını en iyi kendinden biliyordu. Onun için söylediğim şeyin ne ifade ettiğini çok sonra anladım.


      Kötü kokular geliyordu bazen. Aynı kokuyu bazen babamdan da alıyordum. Bazen biz yattıktan sonra geceleri poşet sesleri gelirdi annemle babamın odasından. Bizim kardeşimle odamızdan annemlerinkine geçilebiliyordu bir kapıyla ama hiç açılmazdı o kapı. Sonra bir gün kocaman bir valiz gördüm yatağında. Babam da başında. Üzerinde "Barış" yazıyordu. Çok güzel damla sakızı kokuyordu. "Ne kadar güzel kokuyor bu çanta." diyerek kokladım. Tam elimi uzatmıştım ki babamın bağırmasıyla irkildim. 14 yaşımdaydım. O kadar merak etmiştim ki içinde ne olduğunu, babam gider gitmez baktım hemen. Ama içi boştu. Sonra dolabını karıştırmaya başladım. Bir sürü bitki buldum, bir sürü toz, yeşilinden beyazına. Bitkinin kenevir olduğunu öğrendim sonra. Paris'i çağırdım, en yakın arkadaşımı. Onunla karıştırdık babamın ceplerini. Fişler bulduk, Çanakkale'ye Barış isminde birine gönderilmiş olan yüksek meblağdaki paraların fişleri. Paris bağlantıyı kurdu, nedense beynim durmuştu. O çantadaki uyuşturucuların parasıydı işte, Barış'a gönderiyordu babam. Bizim kuruşumuz yokken onlara ne kadar para verdiğini öğrendim.

      Sonra annemle kardeşim geldi eve. Ben annemin de bilmediğini sanıyorum tabi büyük bir saflıkla. "Anne, sana çok önemli bir şey söyleyeceğim. Babam uyuşturucu kullanıyormuş."

     Annem de benim öğrenmemle boşanmaya karar verdi zaten. Babamı çok sevmiş annem, çok aşıklarmış. 14 sene boyunca hem bizim büyümemizi beklemiş, hem babam için elinden geleni yapmış. Çok uğraşmış bıraksın diye. Sevdiğiniz adamın gözünüzün önünde gün geçtikçe eridiğini düşünün.
     Bir akşam söyledi babama boşanmak istediğini. Moira buldu dedi, artık devam edemeyiz, çocuklar her şeyi biliyor. Babam inanmadı, annemin boşanmak için söylediğini sandı. Beni çağırdı annem, ben de her zamanki gibi -çok iğrenç durumlarda gülmeye başlarım bazen- gülmeye başladım. Babam kızdı tabi, evet dedim buldum ben her şeyi. Babam yine inanmadı, annem en sonunda "Paris'i çağırıp seni daha fazla rezil etmemi mi istiyorsun ?" dedi. Babam inandı bu sefer. Gece çok zor uyuduk. Ertesi gün okul vardı, annem de işe gitti. Giderken de ağlama sakın dedi. Kardeşim de çıktı evden. Babam gece oturduğu koltukta oturuyordu hala. Yerinden bile kıpırdamamıştı. Ama çok ağlamıştı, hala şaşkındı. Gittim yanına, "Baba, ne olursa olsun, seni her zaman çok seveceğim dedim." Babam "Ne olursa olsun mu ?" dedi. "Evet." dedim. Babam ilk defa o zaman omzumda ağladı. 14 yaşımdaydım, kalktım okuluma gittim. Ruhum çürüdü o sabah. Hala da çürük.

8 Mart 2013 Cuma

Sonunda Mutlu Bir Gün

     Bugün çok çok mutlu bir güne uyandım. Sabah kalktığımda telefonumda sevgilimin "Günaydın, dünya kadınlar günün kutlu olsun aşk." mesajını gördüm ve gülmeye başladım. Direk aradım tabi, "Yerimmm sen ben, teşekkür ederim." dedim. Sonra annemi arayıp kutladım, sonra sevgilimin annesini arayıp kutladım, baya bir sohbet ettik.

    Dün okuldaydım, adli tıp dersi vardı. Demiştim ya size herkes uzman kesildi, araştırma grubunda olmak isteyenler çok kalabalık diye, işte sadece bizim grup bile 5 kişiden 2 kişiye düştü ve derse ilgileri şimdiden azaldı. Kendimden çok da emin olamadan nasıl olsa azalacak ilgileri diyordum ve gerçekten öyle olmasına çok sevindim.



    İnsanlar ne şartlarda neleri başarıyorlar. Ama benim de içinde bulunduğum çoğu insan ihtiyacı olan her şeye sahipken kıçını kaldırma sıkıntısı çekiyor. Gerçekten kendinize sorun. Başarılı olmak için ne gerekir ? Önce eğitim alabileceğiniz bir okul, ki çoğumuzun gitmekten nefret ettiği bir okul vardır. Okula hiç gidemeyen kızlar, parası olmadığı için masrafları karşılayamayıp gidemeyenler var. Biz okulumuz için bile şükretmeliyiz aslında. Neyse okuldan başka ne var ? Biraz para ve ders çalışmak. Neyimiz eksik şimdi ? Hiçbir şey.                
   Okul arkadaşım Roma stajyer olarak bir avukatın yanında çalışmaya başladı. Avukat 69 yaşında, görme engelli bir amca. 9 aylıkken görme yetisini kaybetmiş, ama yine de liseyi 1. likle bitirmiş ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazanmış. Sonra fakülteyi de 1. likle bitirmiş ve avukat olmuş. Arkadaşım şimdi onu adliyeye götürüyor, evrak işleriyle ilgileniyor, yardımcı oluyor, bir nevi onun gözü oluyor.
     Şükürler olsun ki görebiliyoruz. En azından kimsenin yardımı olmadan bu yazıyı okuyabiliyorsanız buna bile şükretmelisiniz. Belki artık bir şeylerden yakınmayı bırakmalıyız. Yaptığımız şeylerden keyif almayı, sahip olduğumuz şeyler için teşekkür edebilmeyi öğrenmeliyiz. Her şey sahip olduğumuz istekte, umutta bitiyor aslında. Siz de umudunuzu hiç kaybetmeyin, bir şeyi başarmak istiyorsanız bunun için tek engel kendinizsiniz başka hiçbir şey değil. ( Evet kantaron çayına tekrar başladım )

      Bütün kadınların dünya kadınlar günü kutlu olsun.

6 Mart 2013 Çarşamba

Bu Sefer De Siz Benim Yerime İçin

     Kantaron çayı içmeyi bırakmışım farkında olmadan. Halbuki ara vermemem gerekirdi. Kendimi iyi hissettiğim için her şey iyi gitmeye devam edecek sandım. Enerjimi kullanmayı öğreten kitabımı okumayı ihmal ettim. Meditasyon yapmaya başlayacaktım ama onu da unuttum. Ve bugün tüm psikolojik sorunların tekrarlandığı gün oldu tabi ki. Çok şaşırdık değil mi ? Ama bugünün diğerlerinden farkı suçluluk hissetmemem. Suçluluk her şeyden daha kötü bir duygu. Korkudan, düşüncelerini kontrol edememekten, iç sesin sevdiğin her şeye ve herkese küfür etmesinden... Suçluluk duygusu hissetmektense depresyona girmeyi, hatta akıl hastanesine yatmayı tercih ederim. Bütün gece sevgilime yavşayan eski en yakın arkadaşımla uygunsuz rüyalar görmüşken nasıl normal bir gün geçmesini bekliyordum ki ?


     Durumun farkına varınca hemen kendime bir kantaron çayı yaptım. Hem de içine başka hiçbir şey koymadan, iğrenç tadıyla içtim. Bir saat sonra işe yaramadığını fark edince arkasından bir de Paxera attım. Biraz sakinim şimdi. Kendime liste yapacaktım biliyor musunuz ? Ben kendime liste yapıyorsam iyiyim demektir. Umutluyum demektir. Listede yazanları yerine getireceğime inancım olmasa neden liste yapayım ki değil mi ? Ama yapamadım. Masamı düzeltecektim, odamı toplayacaktım, günlük yazacaktım, planlar yapacaktım, ders notlarımı okuyacaktım... Ama hiçbirini yapamadım. Sabah kahvaltımı yaptım, bu saate kadar dizi izleyip sigara içtim. Ki evde yalnızken hiç içmemeye alışmıştım biliyor musunuz ? Tırnaklarımın kenarlarındaki etleri son bir haftadır koparmıyordum. Artık düzelmeye başlamışlardı. Hala biraz pembeydi ama yaraları geçmişti. Zamanla normal ten rengine dönecekti ve parmak izim tekrar oluşacaktı. Bugün kendimi yine etimi koparırken yakaladım. Defalarca. İki elimi birleştirip, koltuk altıma koyup, üstüne oturup, parmaklarımı birleştirip engelledim kendimi. 

     Belki akşam enerjimi toplarım. Belki yarın güzel bir gün olur. Ama liste yapmazsam olmaz işte, liste yapmalıyım. Ama yapamıyorum.

     Güneş parlarken enerjisini kullanamayan bir insan ışıklar sönmüşken nereden enerji alabilir ki ?

5 Mart 2013 Salı

Benim İçin De İç

     Bütün enerjim çekilmiş gibi. Okuduğum kitaba ve kendi deneyimlerime göre enerji frekansımı düşürdüm ve şu an kötü olan ne varsa kendime çekiyorum. Baba sorunlarımı hatırlatacak şeyler üst üste geliyor, sevgilimle kavga ediyorum, yorgun hissediyorum. Sırf buraya yazdığım için mi ? He tamam o zaman ben enerjimi yüksek tutacağım diye babamı yok sayayım, mutlu mesut devam edeyim. Olmuyor öyle. Evren, enerji bokları bazen işe yaramıyor.
     
     Dün gece okuldan bir arkadaşın evinde kaldık 5 kız. Önceki gibi rakı alacaktık, Türk sanat müziği açacaktık ve sohbet edecektik. Bu sefer öyle olmadı, sohbet bir yere kadar gitti ve sonra birden arkadaşlarım aileleri hakkında konuşmaya başladı. Tabi ki ben de katıldım, dinledim, güldüm. Ama sonra nasıl olduysa babalarını anlatmaya başladılar. Sadece babalarının onları nasıl koruduğunu, başka bir erkek onlardan hoşlandığında babalarının nasıl çileden çıktığını, bazen nasıl bir şeylere izin vermediğini... Gerçekten şok oldum. Çünkü ben aslında atlatabiliyorum, üstesinden gelebiliyorum, mutlu olabiliyorum, ama bu ara üst üste geldi resmen. Şok oldum çünkü bu defa yapamadım, onlara katılamadım, gülemedim. Sustum biraz, konuyu değiştirmeye çalıştım, olmadı. Mutfağa gittim sigara içme bahanesiyle, sigaram bitti 15 dk daha ayakta dikildim ki sussunlar diye, ama yok susmuyorlar. Sonra tekrar içeri gittim. Bu arada whatsapptan Venüs yazdı. Aynı yaştayız, Almanya'da yaşayan çocukluk arkadaşlarımdan biri. Burada anlatmak istediğim insanlardan bir tanesi ama başka bir yazıda anlatmak isterim. Alkolik babası yine saçmalamış, rezillik çıkarmış, ondan bahsediyor. Arkadaşlarım sohbet ederken biz de Venüs'le dertleştik, ben de kendi içinde bulunduğum durumu anlattım, biraz moral verdi bana.

     Yemeğe başlamadan önce de içimde kötü bir his vardı. Sevgilimle, annemle, kardeşimle, annemin nişanlısıyla - çok iyi bir insandır çok severim kendisini- konuştuk. Herkes için her şey yolundaydı. İçim sızladı. Babamı niye aramıyorum ? Aradım sonra. Kızlarla olduğumu, bira ve çerez aldığımızı, sohbet ettiğimizi söyledim. Babam da "Benim için de iç." dedi. "Olur." dedim.

     
     

2 Mart 2013 Cumartesi

Günaydın Arkadaşlar

      Kendin olmanın, sevdiğin şeyleri söylemenin, ilgilendiğin şeyleri insanlara garip geleceğini düşünmeden anlatmanın önemini zaten biliyordum da, evrenin bunu gözümün içine sokarak bariz bir şekilde göstermesini beklemiyordum.
     Bazen bazı şeyleri söylemek istemeyiz, o şeyler bizim birer parçamız olsa da. Sırf karşımızdakine garip gelecek, ucube gibi görüneceğiz ya da dedikodumuzu yapacaklar diye saklarız. Ya da bazen sadece anlamayacaklarını düşünürüz. Aslında şimdi yazarken fark ettim de söylesek de söylemesek de olur. İlla söyleyin demiyorum. ama söylememek için de kendinizi kasmayın, asla karşınızdaki ne diyecek diye önemsemeyin. Nereden çıktı şimdi bunlar ?




     Ben küçüklüğümden beri araştırma yapmayı çok severim. Küçükken biyolog, genetik mühendisi, bilim adamı falan olmak isterdim. Dayım Almanya'dan bana mikroskop getirmişti hatta. Lise 1 de anladım ki fen bana göre değil. Sırf merakımdan, araştırarak babamın uyuşturucu kullandığını ortaya çıkardım. Dedim ki ben tıp okuyamasam da araştırma yapabileceğim bir şeylerin içinde olmalıyım. Bir şeyleri gün yüzüne çıkarmalıyım, insanlara yardımcı olmalıyım, hayatta bir işe yaramalıyım. Hukuk okuyup savcı olmaya karar verdim. Bu arada polisiye gerilim ve cinayet romanlarına ilgim arttı, Jean Christophe Grangé ile tanıştım. Seri katillerin beyin yapısı çok dikkatimi çekiyordu. Cinayetlere olan ilgim beni adli tıbba yönlendirdi ama hukuk mezunu adli tıp uzmanı olamazdınız, ancak savcı olursanız o işlerin içinde olurdunuz. Üniversitede savcılık ve hakimlik için 10 yıl şark görevi olduğunu öğrendim. Hem en güzel yıllarımı İstanbul'dan uzak geçiremezdim, hem de lise sonda hayatımın aşkını bulduğum için geleceğimi onunla planlamak istiyordum. Savcılıktan vazgeçmek zorunda kaldım. Bu sefer de ancak ceza avukatlığında uzmanlaşırsam ilgi alanlarıma yakın olabilirim diye düşündüm. Fakültede hep ceza derslerini bekledim, iki yıl kriminoloji dersini, 4 yıl da adli tıp dersini bekledim. Ve sonunda dün ilk adli tıp dersini gördük.

     Okulda tanıştığım kızlar hiç benim gibi değillerdi. Çok tatlılardı evet, ama fazla tatlılardı. Ben ne okuduğum romanlardaki cinayet yöntemlerini ne seri katillere ilgimi onlarla paylaşabilirdim. Garip karşılarlardı. Örümcek beslemiştik kardeşimle. Onu söylediğimde bile uzaylıymışım gibi bakışlara maruz kaldım. Adli tıp hocamız bir dönem Adli Tıp Kurumu başkanlığı yapmış, Türkiye'ye Dna testi yönetimini getirmiş ilk kişi. İlk defa Dna testi için laboratuvarı o kurmuş, zamanında Ecevit'ten fazlasıyla teşekkür almış bir insan. Tıp fakültesi mezunu. E haliyle derse böyle bir insan girdiğinde herkesin dikkatini cezbetti. Pedofili ve nekrofili kelimelerinin anlamını bile hukuk fakültesi 4. sınıfta öğrenen çok sevgili arkadaşlarım, birden bu konulara çok ilgili oldular. Bir derste ceza avukatı olmaya karar verdiler. Hepsi araştırmayı çok seviyorlarmış öyle diyorlar ve hepsi bu yoldan devam edeceklermiş. 

     Ama ben çok gariptim, mal gibi bakıyordunuz yüzüme ? Çok sinirim bozuldu. Herkes istediği her şeyi yapabilir ama hayalimi çalmışlar gibi hissettim. Ama hayır, hayaller çalınamaz ki. Ben kendi yolumda ilerleyeceğim. Onlar gibi bir anlık hevesle de değil. 
     
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...